26 Eylül 2024 Perşembe

Temel halka

Faşist saldırganlık ve ekonomik krizin yarattığı yıkım ile egemen siyasetin çözülüşü yeni bir toplumsal patlamayı olgunlaştırıyor. Yani dünyayı dolaşan isyan dalgası Türkiye'ye de gelecek. Gelecek gelmesine de önderlik sorunu nasıl çözülecek? Türkiye'deki isyan tüm dünyadakilerin bir benzeri ya da Gezi'nin bir devamı mı olacak, yoksa insanlığa yeni ufuklar açan tarihsel bir sıçramanın atlama tahtası mı? Devrimci aklın yoğunlaşması gereken sorun bu.

Son bir yıl içinde dünyanın 40'tan fazla ülkesinde büyük çaplı direnişler, kitle eylemleri, ayaklanmalar yaşandı. Bunların bir kısmı halihazırda devam ediyor.

Emperyalistler arasındaki çelişkiler; bölgesel düzeydeki savaşlar, çatışmalar, ekonomik ve siyasi krizler biçiminde dışa vuruyor, derinleşiyor. Suriye, Libya ve Yemen'de iç savaş, Ukrayna krizi, Bolivya darbesi, Venezuela'da darbe girişimi ve kuşatma, ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşı olarak kodlanan rekabet mücadelesi, Doğu Akdeniz'de gaz rezervleri üzerinden yürüyen rekabet, Rusya ve ABD arasındaki hegemonya mücadelesinin alanının genişlemesi, NATO, AB ve BM başta gelmek üzere uluslararası birlik ve blokların tartışmaya açıldığı bir zeminin ortaya çıkması gibi örnekler bu gerçeğin öne çıkanlarından birkaçı olarak vurgulanabilir.

Emperyalist kapitalist düzenin çok katmanlı varoluşsal krizi bir tarafta siyasi gericiliğin, faşist hareketlerin yükseldiği bir siyasi iklime diğer yanda ise ayaklanmalara, büyük çaplı kitle direnişlerine ve bu zeminde derinleşen arayışlara yol açıyor. Karşıdevrim ve devrimin eşzamanlı biçimde yükselişi insanlığı, dünyayı ve tarihi yeni bir kopuşun kıyısına doğru sürüklüyor.

Peki, Türkiye bu genel hatlarıyla çizmeye çalıştığımız tablonun neresinde duruyor?

Biraz dikkatli bir göz, Türkiye'nin kabaca birkaç örneğini sıraladığımız kriz tablosunun tam orta yerinde durduğunu fark edecektir. Dahası Türkiye bakımından emperyalist sistemin varoluşsal kriziyle iç içe geçen bir dizi özgün, yapısal nitelikli krizi de bu tabloya eklemek gerekir.

Önce egemenler cephesindeki görünüme bakalım. Davutoğlu ve Babacan-Gül ile AKP arasındaki fay hattı 'yeni' partiler somutlaştıkça gerilim biriktiriyor. Davutoğlu ile Erdoğan arasında 7 Haziran-1 Kasım arasındaki dönem üzerine başlayan atışmalar şimdi de kamu kaynaklarının yağmalanması üzerinden başlayan restleşme biçiminde dışa vuruyor. Saray rejiminin orta yerinde duran AKP kolonu çatırdıyor. MHP ve İYİP arasında geçtiğimiz aylarda yaşanan gerilim ve restleşme de bu bağlamda okunmalıdır. AKP'nin İYİP'i Saray blokuna yakınlaştırarak burjuva muhalefet hattında şekillenen süreci engelleme girişimleri Saray rejiminin diğer kolonu MHP ile AKP arasında gerilim biriktiriyor. Geçtiğimiz haftalarda Muharrem İnce'nin Sarayı ziyaret ettiği söylentileri bu tabloda CHP'nin de payına bir şeyler düşeceğini gösteriyor. Sözün özü faşizmin Saray merkezli reorganize etmesi egemenler arasındaki iktidar dengesini konsolide etmek bir yana daha da kırılgan ve karmaşık hale getiriyor. Popüler tabirle fay hatları enerji biriktiriyor, rejimin kriz yönetimine dayanan süreç yönetimini imkansız hale getirecek bir durum olgunlaşıyor.

Merceği egemenlerden ezilenler cephesine doğru çevirdiğimizde de sade olmaktan uzak bir tabloyla karşılaşıyoruz. Bir yanda faşist saldırganlık yoluyla geriye doğru itilen ezilenlerin politik özgürlük talebinde odaklanan (devlet-halk çelişkisi) gerilim yükseliyor. Kürt halkındaki kopuş eğilimi, Kadınların dalgalar halinde sokağa yansıyan tepkileri, Alevi ve kentli laik kesimlerin yaşam tarzı ve inançlarına dair çeşitli biçimlerde hissedilen huzursuzlukları bu gerçeği dışa vuran birkaç örnek olarak kaydedilebilir. Öte yanda ise ekonomik krizin yarattığı yıkım toplumun derinliklerine nüfuz ettikçe yoksul-zengin, emek-sermaye gerilimi genel toplumsal bir buhran halini alıyor. Önce kendini yakmalar son zamanlarda ise siyanürlü intiharlar ve parçalı işçi direnişleri biçiminde dışa vurmaya başlayan bu buhran, işçi sınıfı ve ezilenlerin saflarında biriken gerilimi göstermesi bakımından oldukça çarpıcı bir tabloyu resmediyor.

Merceği ezilenlerin öncü örgütlü güçlerine doğru kaydırdığımızda da farklı bir tablo yok. Bir yanda devrimci hareketlerin belli başlı geleneklerinin parçalandığı, tabelaya dönüştüğü, tıkandığı, daraldığı, hareket kabiliyetinin zayıfladığı; diğer yanda ise yeni yol ve birlik arayışlarının güçlendiği bir emekçi sol hareket tablosu söz konusu.

Sözün özü her yere kaos ve kargaşa hakim. Ne ki, tüm dünyayı saran bu isyan ikliminin temel açmazı olan önderlik sorunu farklı bir bağlamda olsa da önümüzdeki temel sorun olma özelliğini taşıyor.

Faşist saldırganlık ve ekonomik krizin yarattığı yıkım ile egemen siyasetin çözülüşü yeni bir toplumsal patlamayı olgunlaştırıyor. Yani dünyayı dolaşan isyan dalgası Türkiye'ye de gelecek. Gelecek gelmesine de, önderlik sorunu nasıl çözülecek? Türkiye'deki isyan tüm dünyadakilerin bir benzeri ya da Gezi'nin bir devamı mı olacak, yoksa insanlığa yeni ufuklar açan tarihsel bir sıçramanın atlama tahtası mı? Devrimci aklın yoğunlaşması gereken sorun bu. Ve hiç kuşkusuz devrimci iddialara sahip hiçbir siyasi özne bu sorunu pratik biçimde çözmeden yol alamaz.

Komünistlerin, Türkiye ve Kürdistan'ı birbirinin engeli haline getirerek toplumsal gerilimi soğuran ve gerici bir zemine çeken egemen stratejiye karşı politik özgürlük talebi üzerine inşa edilen birleşik devrim stratejisi, bu sorunun çözümü için gerekli çıkış noktasını sağlıyor. Ne var ki birleşik devrim stratejisi iki ülke devrimini birbirinin engeli halinden çıkararak büyütme görüş açısına dayansa da bununla sınırlı görünemez. Birleşik devrim stratejisi yapısal nitelikli bir dizi toplumsal çelişki ve bu çelişkilerin siyasi görünümlerini içine alabilecek bir görüş açısı da sunuyor. Bir başka deyişle ifade etmek gerekirse birleşik devrim stratejisi aynı zamanda birleşik mücadele zemini, örgütlenme ve önderlik anlayışını da öngörüyor.

Birleşik demokratik cephe başta gelmek üzere siyasi, toplumsal, askeri bir dizi birleşik mücadele zeminine bu görüş açısından yaklaştığımızda önderlik sorununun çözümü bakımından tutulması gereken temel halkayı da yakalamış oluruz. HDP-HDK'de siyasi ve toplumsal karşılığını bulan bu olanağın karşıdevrim tarafından hedefe konması tam da bu gerçeğe işaret etmektedir. HDP-HDK'nin siyaseten etkisizleştirilmesi karşıdevrimin içinden geçtiği krizden sağlam çıkmasının tek yolu olarak kavrandığı içindir ki tüm düzen güçleri farklı yollardan olsa da aynı zeminde buluşabilmektedir.

Aynı şey kadın özgürlük hareketi, emek hareketi ya da gençlik hareketi bakımından da söylenebilir. Toplumsal dinamikleri kendi zeminlerinde bir araya getirmek ortak bir siyasi hat ve programatik akılda birleştirerek faşizmin karşına dikmek, yaklaşan isyan dalgasını tarihsel bir sıçrama tahtasına çevirmenin tek yoludur. HDP'nin rejim krizini derinleştiren 7 Haziran siyasi zaferi ve Kobanê serhildanı ya da kadın özgürlük hareketinin sokağı açık tutan iradesi bu bakımdan önemli veriler sunmaktadır. O zaman sosyalistler başta gelmek üzere tüm emekçi sol güçlerin hareket tarzını belirleyecek şey açık olmalıdır. Birleşik demokratik cephe başta gelmek üzere tüm birleşik direniş zeminlerini güçlendirmek, siyasi donanımını arttırmak ve yaklaşan isyan dalgasına hazır hale getirmek, hazırlık anlayışımızın temel örgütsel eksenlerinden biri olarak akılda tutulmalıdır.

Sürtünmeyi arttırarak kıvılcımları çoğaltmak, birleştirmek ve ateşe dönüştürmek; ateşi büyütmek ve yangına çevirmek içinse soluğumuzu birleştirmek ve güçlendirmek; gökkubbenin altında büyüyen kargaşadan devrime doğru açılan tek yoldur. Tam da bu nedenle komünistler ekonomik ve siyasi kriz zemininde olgunlaşan isyana hazırlanmak için bir yandan durmadan, yorulmadan kitle hareketinin sinir uçlarına yerleşerek direniş damarlarını tutarken aynı zamanda hareketi birleşik direniş zeminine doğru çekecek bir hattan ilerleyecektir.