16 Eylül 2024 Pazartesi

30'uncu yılın anlam ve çağrısı

30'uncu yıl eylem ve etkinlikleri, kampanyası hiç kuşkusuz öncünün her şeyden önce "kendi kitlesiyle" buluşması, tarihin çağrısına eylemli yanıt olacak tarzda safları sıklaştırması demektir. Burada elde edilecek başarı ve ilerleme işçi ve emekçi milyonlarla buluşma, önderleşme yolundaki çabaları çarpıcı tarzda besleyecektir.

"Tarihi insanlar yapıyor" diyen Lenin; "Ama" diyor, "Çartistler, Valinler, Liebknechtler o tarihe akıllarını ve yüreklerini koymuşlardır..."

Tarihe "akıllarını ve yüreklerini koyanlar" kendilerinden sonraki kuşaklar ve insanlığın geleceği için derin izler bırakıyor... Atılım'a gönül veren her yapıcı bunu 30 yıllık büyük ve zengin mücadele tarihinden de biliyor. En ağır faşist baskı ve terör koşullarında, sınırlı güç ve imkanlarla ama büyük bir direnç, sabır ve metanetle sürekliliğin sağlanmasından olduğu kadar kısmen elverişli koşullar, daha fazla güç ve imkan yaratıldığında elde edilen başarı ve kazanımlardan, gerçekleştirilen atılımlardan da biliniyor bu gerçeklik. Her iki durumda da Lenin'in "akıllarını ve yüreklerini koymuşlardır" sözlerindeki sarsıcı hakikat, devrimci adanmışlık tarih yapıcılığının merkezinde duruyor.

30 yılık tarihin bütün atılım dönemlerinde en önde yürüyenlerin elinde Atılım hep bir bayrak gibi dalgalanıyor, sosyalizm ve devrim ışığıyla olduğu gibi, hakkıyla değerlendirildiğinde politik çalışmanın, öncünün işçi sınıfı ve emekçi kitlelere gitmesinin, canlı bağlar kurmasının aracı olarak da bunu başarıyla gerçekleştiriyor, komünist öncünün her ileri sıçrayışına devrimci bir kaldıraç oluyor.

Kızıl bir şerit gibi süregelen devrimci iddialarını büyüten varoluşun vurguladığı gibi ateş altında yalınkat devrimci bir yürüyüş bu. Burjuvazinin, faşist rejimlerin ateşi hep öncüler üzerine odaklanıyor. Bu tunç yasa nedeniyledir ki, öncüler ateş altında yürümeyi, ateş altında devrimi örgütlemeyi öğrenmek ve başarmak zorundalar. Komünist öncünün geride kalan derinleşen çizgi sürekliliği, nitelik biriktirme ve örgütsel süreklilik, değişen koşullara uyum yeteneği tarafından belirlenen 30 yıllık tarihi bir bakıma bu gerçekliği deneyimlemekle, bu hakikatin sırrına ermekle, aynı zamanda tabi ki, taşı kırmakta ustalaşmakla şekillenmiştir.

Tarihin yapılışında kuşkusuz kolektif özne merkezdedir, kolektif öznenin yapıcısı birey özneler süreçlerin şu veya bu derecede etkin aktörleridir. Tarih eşitsiz gelişiyor. Eşitsiz gelişme belki de tarihin en derin toplumsal yasası. İnsanların ve tabi devrimcilerin de tarihle, tarihi yapmanın kolektif araçlarıyla kurdukları ilişki de eşitsiz. Burada bir terslik olmadığı gibi "eşitlik" aramanın mantığı da yararı da yoktur. Katılım eşitsiz de olsa sürecin şu veya bu aşamasında kesintiye de uğrasa örneğin bugünü var eden bu 30 yıllık devrimci tarihte bütün katılanların emeği olduğu inkar edilemez.

20. yüzyıl ile 21. yüzyılı birbirine bağlayan, sosyalist mücadele tarihinin bir döneminin kapandığı yeni döneminin şekillenmekte olduğu bu tarihsel süreçte, devrimci öncünün inşası için harcanan emeğin, çabanın değeri büyüktür. Bu 30 yıllık mücadele tarihinin meydana getirdiği, ortaya çıkardığı kimsenin inkar edemeyeceği devrimci bir eseri var, herkesin gözleri önünde. Ve tarih, kuşkusuz tarihi yapanlara, emek verenlere, katkı yapanlara sorumluluk yüklüyor.

Kolektif özneye çağrısı, yüklediği sorumluluk ile kolektif özne ile "bağları zayıflayan" taraftarlara, sempatizanlara, siyasi ve ideolojik yakınlık duyan, duygusal bağı olan dostlarına yüklediği sorumluluk, beklentileri elbette nitelik ve nicelik olarak farklılık gösteriyor.

30'uncu mücadele yılını devrimci bir imkan olarak görmek, bu olanağın bütün dolaylı dolaysız, hazır ya da potansiyel kapasitesini realize ederek değerlendirecek kapsamlı hedef ve görevler ortaya çıkartmak, bunun gerektirdiği perspektif ve planlamaları, çalışma tarzını geliştirmek kuşkusuz merkezi kurumların sorumluluğundadır. Burada "anlık", "yüzeysel", "dar", "sınırlı" ve özellikle de "iddiasız" yaklaşımlardan kaçınmak, olabildiğince derin ve kapsamlı bir yaklaşım geliştirmek, 30 yıllık tarihin bütün büyük kampanyalarından, çarpışmalarından öğrenmek, esinlenmek çıkarılacak temel derstir.

Örgütlerin ve cephelerin organik toplamı olarak kolektif öznenin bütün temel oluşturucu yapıları 30'uncu yılı nasıl karşılayacak? Bu vesileyle tarihten ne alacak, ne öğrenecek, nasıl güncelleyecek ve nasıl taşıyacak tarihi geleceğe? Her yapıcı, bu tarihi emek ve çabasıyla, sevgi ve sempatisiyle, dayanışmasıyla katkıda bulunmuş her taraftar ve sempatizan, 30'uncu yılla, hakikatiyle nasıl buluşacak ve nasıl yanıt olacaktır? Geride kalan 30 büyük mücadele yılının biriktirdiği devrimci iddia adına, sonsuzluğa yürüyenlerimizin ahı ve zafer vasiyeti adına, gazilerimiz ve tutsak yoldaşların boyun eğmez direngenliği adına nasıl bir pratik varoluş geliştirilecek, yanıtlar nasıl somutlaşacaktır? Hayır; bu tarih iddiasızlığı, sıradanlığı, adam sendeciliği, yüzeyselliği kaldırmaz! Bu tarih, öncünün siyasi ve örgütsel bakımdan etkinlik alanının daralmışlığını, kitlelerle sınırlanmış ilişkilerin, şurada burada kitlelere yabancılaşmanın uç vermesinin devamını asla ve asla taşıyamaz! Birlik devrimini, "kitlelere hücum" gerçekliğini, kitle çalışmasının "kızıl karıncaları"nı üretmiş bir tarihtir bu. NATO'ya İstanbul'u dar eden devrimci çıkışın en önünde yürüyen, onuncu yılında akıllardan çıkmayan bir pratikle kitlelere gidişi ve örgütlenmesi, manga tarzı, meşruiyet bilinç ve duruşuyla, görkemli onuncu yıl kutlaması kampanyası ve gecesiyle iz bırakmış, iş cinayetlerine karşı mücadeleyi Türkiye'nin gündemi yapmış, hükümeti masaya oturtmak zorunda bırakmış, harçlar mücadelesiyle büyük gençlik kitlelerini sarsmış, kayıplar mücadelesiyle Türkiye'nin gündemini belirlediği gibi uluslararası düzeyde sorunu gündemleştirmeyi, uluslararası düzeyde örgütlenmeler yaratmayı başarmış, Tacize Tecavüze Karşı Kurultayla kadın özgürlük mücadelesinde öncü çıkışlar yapmış, sosyalist gençliğin görkemli Kobanê kampanyasıyla, Türkiye ve Kuzey Kürdistan gençliğinin saflarını dalgalandırmış, Bostancı Gösteri Merkezinde "Direnenler Buluşuyor" 20. yıl gecesiyle bütün direnenlere moral vermiş vb. vb. gerçekliklerinin şekillendirdiği bir tarih ve gelenektir bu! Bu tarihten onur duymak kadar güç almayı, izinden yürümeyi olduğu kadar onu aşan ve ileriye, geleceğe taşıyan, devrime yaklaştıran adımlar atmayı, hamleler yapmayı da başarmak gerekir. Bu tarih, faşist şeflik rejiminin devrimci öncülere dayattığı kitlelerden tecrit etme, kendi kapanına sıkıştırma, siyasi ve örgütsel olarak daraltma, sınırlandırma, tasfiyeci cendereye alıp boğma halini asla kabul etmez.

Tarihin söylediği şudur ki; düşmanın dayattığı siyasi ve örgütsel daraltma dayatması tersine çevrilebilir, devrimci akıl, devrimci tutku ve irade bunun üstesinden muhakkak gelir, gelmek zorundadır. Bu, önderleşmenin yoludur. Önderleşme yolunda ilerleyemeyen öncülerin öncü niteliği, her şeyden önce daralacakları, sınırlanacakları için erozyona uğrar. Önderleşme sorunu en önce işçi sınıfı ve ezilenlerle, kitlelerle buluşma sorunudur, yani somut olarak faşist şeflik rejiminin devrimci yapılara dayattığı siyasi ve örgütsel bakımdan daraltma, kitlelerden koparma, tecrit etme siyasetinin yenilgiye uğratılması demektir. Direnen ve savaşan devrimci öncüyü yaratan devrimci akıl ve devrimci eylem gücü, devrimci irade bu sorunu çözecektir. 30'uncu yıl etkinlikleri ve kampanyası bu yolda büyük bir hamle yapma imkanı sunmaktadır. 30'uncu mücadele yılının sunduğu büyük devrimci imkanın en tam şekilde değerlendirilmesi bütün kolektifin ve alan yapılanmalarının sorumlu ve ciddi, kapsamlı, kendi kuvvetlerini devrimci biçimde geren iddialı, siyasi ve örgütsel hedeflere yönelten bir devrimci yaklaşımı geliştirmekle yükümlü olduklarının altını çiziyor. Bütün kolektifler ve yapıcılar kendi alanlarında mümkün olanın en fazlasını ciddi ciddi, çok sistematik olarak, döne döne hesaplamak ve gereğini hem siyasi hem de örgütsel olarak yapmakla yükümlüdür. Burada resmi, hukuki bir yükümlülük değil, tarihe ve geleceğe dair sorumluluk söz konusu edilmektedir. Asıl olan devrimci atılım ruhunu kuşanarak, sınır tanımayan devrimci eylemde özgürleşmektir. "Atılım" adının çağrısına 30'uncu yılda yanıt olarak "Şimdi Atılım Zamanı" şiarını yükseltmeyi başarmaktır.

30'uncu yıl eylem ve etkinlikleri, kampanyası hiç kuşkusuz öncünün her şeyden önce "kendi kitlesiyle" buluşması, tarihin çağrısına eylemli yanıt olacak tarzda safları sıklaştırması demektir. Burada elde edilecek başarı ve ilerleme, işçi ve emekçi milyonlarla buluşma, önderleşme yolundaki çabaları çarpıcı tarzda besleyecektir. Bütün taraftar ve sempatizanlara ulaşmak, birden fazla taraftarın, sempatizanın olduğu her alanda bir örgüt kurmak ve kendi çapında kampanyaya katılımını örgütlemek, her taraftar ve sempatizan ile yürüyecek ve katkı sağlayacak ilişki sistemini bir ağ şeklinde örgütlemek gibi siyasi ve örgütsel hedeflerin zaviyesinden planlama geliştirmek kampanyanın gerekleri arasındadır.

30'uncu yıl, ona emek veren taraftarlara ve sempatizanlara bu otuz yıllık büyük mücadele tarihinin eserine sahip çıkma, daha büyük mücadeleler için devrimin zaferi için sorumluluk alma ve safları sıklaştırma çağrısıdır.

30'uncu yıl devrimci bir meydan okumadır. Gücünü varoluş tarihinin başarılarından olduğu kadar, yenilgi ve yetmezliklerinden öğrenme, kendini yenileyerek aşma, devrimci iddialarını büyüterek güncellenme yeteneğinden de alır. Gücünü yapıcılarının devrimci tutkusundan, özgürlük ve sosyalizm mücadelesine adanmışlığından, sempatizan ve taraftarlarının büyük özverili bağlılığından, işçi sınıfı ve emekçilere sevgi ve güveninden alır. Gücünü, marksizm, leninizmden, devrimci enternasyonalizmden alır.

*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 06 Eylül tarihli 183. sayı başyazısı.