28 Eylül 2024 Cumartesi

Sosyalist aydın Kutsiye Bozoklar'ın kaleminden: İşin Kolayına Kaçmak

Gelişmek için var olan dünyayı reddetmek, mutlaka yeni bir dünya istemek gerekmektedir. Bunun için ideolojik ve teorik bulanıklıktan arınmak, yani netlik şarttır. Öğrenmeden netleşilemez. Bilmeyenin sorunu, sorusu ve itirazı olamaz.

Burjuva devrim, Aydınlanma Çağı'nın bir ürünü olarak ortaya çıktı. Aydınlanma, akıl çağıydı, akıl ve bilim dışında, hiçbir egemen değere güvenilmeyen bir çağ. Günümüzün yaygın düşüncesi akıl çağının sona erdiği noktasındadır. "Komünizm, aklı çılgıncasına kendisinde somutlaştırmak istediği için, kendisi yıkılırken onu da beraberinde sürükledi. Akıl dışılığa geri dönüşün malzemeleri zaten uzun zamandır hazırdı; komünizmin çöküşü bunları açığa çıkarıverdi. Bunun ardından da, 1917'den çok önceleri başlamış uzun bir dönemin kapandığına ilişkin, belki de abartılı bir duygu belirdi. Rönesans'tan ve özellikle de Aydınlanma Çağı'ndan bu yana akıl, dünya görüşümüze hükmediyordu: Yanlış adımlara, yalpalamalara ve kesintilere rağmen, düşünceye hâkimdi. Akılla birlikte toplumun daha çok düzene ve örgütlenmeye gideceği inancı artıyordu; Fransız Devrimi'nin mirası ise, iki yüzyıl boyunca bu inancın izlerini taşımaktaydı. Komünizmde en yetkin ürününü bulmuş olan kesin doğrular yaratma makinesi, işleyip duruyordu" diye yazar insanlığın yeni bir Orta Çağ'dan geçmekte olduğunu söyleyen Fransız düşünür Alain Mine. Ona göre, Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla yok olup giden şey yalnızca bir imparatorluk değildir. "Yok olup giden şey, yalnızca bir diğerinden daha katı olan bir iktidar sistemi ya da hükmetme mekanizmalarına mazeret oluşturan bir ideoloji değildir; aynı zamanda bir doktrinin gerçeğe hakim olabileceği hakkındaki hem saf, hem de çok kibirli inancı doğurmuş olan entelektüel çizgidir."

Mine söylemindeki antikomünist vurguya rağmen, yaşanan yenilginin bir sonucu olarak sosyalizmin insanlık için bir umut olmaktan çıkmasının akıl üzerinde yarattığı yıkıcı etkiye, aklın etkisizleşmesine dikkati çeker. Marksizm in çekiciliğinin azalmasıyla, aklın gerilemesinin özdeşleştirilmesi, üstünde durulmaya değer bir yaklaşımdır. "Akıl kültünün yok oluşunun ardından, karışıklık dönemlerinin en geleneksel çizgileri beliriyor bir kez daha. Korkular, aşırılıklara kaçışlar, davranış bozuklukları; aynı zamanda da içinden yarının hastalıklı ideolojilerinin çıkacağı bir ideolojik kazan kaynıyor" der Alain Mine. İnsanın umutlarına en yakın gerçeklik olan sosyalizmin mekân olarak ortadan kalktığının düşünülmesinin yarattığı insanlık hallerini göz önünde bulundurmak, mücadelenin yeni olanaklarını araştıranlar bakımından gözden kaçırılmaması gereken bir husustur kuşkusuz.

Aklın egemenliğinin ortadan kalkması, her şeye rağmen insanlığın kendine yeni umut kapıları araması birlikte düşünüldüğünde; tarikatların yaygınlaşmasına, fala, büyüye, gizemli olana ilginin artmasına şaşırmamak gerekiyor. Bu koşullarda egemen olan yeni bir kültürdür ki; buna "New age kültürü" deniyor. "Fal, büyü, cinler, uzaylılar, gizemcilik, dolunay; bazı alternatif tıp yöntemleri, parapsikoloji, yeni tarikatlar gibi olguların modern insan hayatındaki toplamı, ortak paydaların çevrelediği çok parçalı bir kültür olarak değerlendiriliyor. Bu kültüre, dünya genelinde hayli yaygın olarak 'New age' kültürü deniyor" diye yazıyor sosyolog Can Kozanoğlu. Bu deyimi Türkçe'ye "yeni Çağ" olarak çevirmek mümkün.

Teknolojik gelişimlerle beslenen mevcut hayatın yalnızlaştırıcı, anlamsızlaştırıcı etkisi; toplumsal hayat karmaşıklaşırken, bireysel hayatların basitleşmesi ve benzeşmesi; insanları hayallerinin menzilinin, umutlarının azalmasıyla birlikte daralması; yoğunlaşan rekabet koşullarının yarattığı korkular, bireysel iletişimsizlik ve tek yanlı bilgilenme ortamıyla birlikte düşünüldüğünde, bu kültürün etkinleşmesi adeta kaçınılmaz oluyor. Çünkü bilgi, tek yanlı aktarılmakla birlikte aynı zamanda çok hızlı dolaşmaktadır. Hayal kırıklıklarının ürünü olan bir kültür bu. Ama tüm hayal kırıklıklarına rağmen insan; iyiye, güzele karşı arayışı süren, umudu tükenmeyen bir varlıktır.

(…)
Devrimciler açısından tehlikeyi arttıran en önemli faktör kolaycılığın gelenekten beslenmesidir. Marks şöyle der; "Kişiler, kendi tarihlerini kendileri yaparlar; fakat keyiflerine göre kendileri tarafından seçilmiş koşullarda değil de, geçmişin doğrudan doğruya verdiği ve miras olarak bıraktığı koşullarda olur bu. Tüm ölü kuşakların geleneği, yaşayanların beynine bir bütün ağırlığıyla çöker." Geçmişten miras kalan koşulların olumlu yönleri olduğu kadar olumsuz yönleri de vardır. İnancında inatçı, kavgasında şiddetli olmak ve mücadeleye yeniden başlayabilme kararlılığı bizim devrimciliğimizin olumlu mirasıdır. Ama teorik sığlığın yanında, zihniyet tembelliği ve entelektüel kolaycılık da bize kalanlardır.

Tüm altmışlar ve yetmişler boyunca devrimci birikim yaygın fakat sığdı. Altmışların ve yetmişlerin devrimcileri büyük bir öğrenme sevincine sahiptiler. Dünyayı değiştirmenin yolunun Marksizm'i rehber edinmekten geçtiğinin farkındaydılar. Büyük bir coşkuyla Marksizm'e koştular. Ama Marksizm'i el kitaplarından öğrendiler. Bunun ötesinde ideolojik ve politik kültürlerinin büyük bölümünü edebiyattan aldılar. Soğuk Savaş'ın başlarında yetişen ilerici kuşak, baskılar ve yasaklar yüzünden düşüncelerini edebiyatla aktarmak zorunda kalmıştı. Onların yazdıklarını okumak yetmişlerin devrimcilerine düştü. Radikal sol yolda yürüyecek olan bu genç devrimciler kuşağı; Bedrettin'i Nazımın Bedrettin Destanından, Ulusal Kurtuluş Sa-vaşı'nı Hasan İzzettin Dinamo'nun Kutsal İsyan'ından, ya da Attila İlhan romanlarından okudular. Osmanlı toplum yapısını Kemal Tahir'in romanlarıyla tartışıp, Çerkez Ethem'in hainliği konusunda Yorgun Savaşçı'yı okurken bir fikir sahibi oldular. Erol Toy, Fakir Baykurt, Yaşar Kemal, işçileri ya da köyü öğrenmenin kaynakları olabildiler. Batılılaşmanın başlangıcından itibaren, öğrenme geleneğimize yerleşen bilginin basitleştirilerek aktarılması sol yola iyice yerleşip kolaycılık eğilimini pekiştirdi. İdeolojik olarak tembelleşme ve fakirleşmenin yolu böylece açıldı.

Yetmişlerin atılım yıllarında, derinlemesine olmayan gelişme olumsuz anlamda köylüleşmeyi de beraberinde getirdi. İnsani ilişkilere 'bacı' ve 'içimde bir kötülük yok' edebiyatı bu yıllarda musallat oldu. Her şeye rağmen var olan okumaya ilgi bu yıllarda azaldı. Sosyalizm kavgasının yerini, pratikte faşizme karşı direnme aldı. Roman okumanın bile gereksiz sayıldığı bir dönemdi. Tartışmaların hemen tamamı dergi sayfalarında yapılırken, okumalar da dergi sayfalarıyla sınırlandı. Kültürsüzleşme, tartışma ortamını da kısırlaştırdı. Entelektüel kısırlaşma, insansal gelişimin de sınırlanması anlamına geldi. 12 Eylül'e işte bu koşullarda girildi. 12 Eylül'le birlikte, var olan olumsuzlukların üstüne, yılgınlık ve sosyalizmin uluslararası yenilgisi de eklendi. Eylemsizliğin ve global ideolojik saldırının etkisi çürütücü oldu. Bu durumda yalancılık, ikiyüzlülük, kolaycılık, tembellik ve global kapitalizmin cahilleştirici kültürel iklimi, solcular üzerinde etkinlik kazandı. Sol yolun insanlarının ilgi alanları usulca yön değiştirirken, tembelleşme eğilimi sürdü. Fark, yalnızca artık köye ait olanın tu kaka sayılmasındaydı. Yüceltilen, artık kent değerleriydi. Saz rafa kaldırıldı, bacım deyip, yatak hayali kurmanın yerini, özgür seks ilişkilerinin savunusu aldı. Roman okumak yararsız iş olarak görülmekten çıkmıştı. Ancak, bu koşullarda edebiyattan öğrenmek eğilimi daha da güçlendi. Felsefe, ideoloji, teori, Türkiye'nin politik yakın tarihi anılardan ve romanlardan öğrenilmeye devam etti. Üstelik bu öğrenim için başvurulan kaynaklar giderek daha tutuculaşmaya başlamıştı. Edebiyat için "best seller" kitaplara, felsefe için Sofi'nin Seçimi türü romanlara başvuruldu. New age kültürü tüm okumalara sızmıştı. Paulo Coelho, Suzanne Tamaro ve benzerleri baş tacı edilir oldu. Okumanın yaygın olarak yapıldığını varsaymamız gereken genç devrimciler arasında, Marksist kaynaklara başvuru eğilimi daha da azaldı. Okuma tıpkı fast-food yemek alışkanlığı gibi sürdürülüyordu. Ayaküstü atıştır, hazır al, çabuk çiğne ve yut. Kullan ve at. Zor okumalardan, aklı ve zihni zorlamaktan bilinçli ya da bilinçsiz kaçılıyordu.

Gelişme olanaklarının sınırlanması ve hareketsizlik tüm güzelliklerin sonudur. İlerlemeden yaşamak her gün biraz daha şekilsizleştirir. Sosyalizm yolunda yürüme kararlılığındaki insanların kolay yaşamakla kolay öğrenmekle, emeksiz sahip olmakla ilgileri olmamalıdır. Tembellik insanı cahilleştirir. Kolaycılıkla cehalet bir madalyonun iki yüzü gibidir. Tembel kolaycıdır, kolaycıysa cahil. Cehalet insanı ahmaklaştırır. Ahmak güzellikten uzaktır. Sosyalist insan güzel insandır. Kendini sosyalist olarak tanımlayan insan, bu onura layık olmalıdır. İşin kolayına kaçmamalıdır. Bir Çin atasözü, "armudun tadını yiyerek anlayacaksın" der. Somuta vurgudur bu. Dar pratikçilik olarak algılanmadığında çok önemlidir. İnsan kendini Marksist olarak tanımlıyorsa, Marksizm'i kaynağından öğrenmelidir. Leninist olduğunu söylüyorsa, Lenin'i okumalıdır. İki yüz elli gram felsefe, beş yüz gram mistisizm vaaz eden kitaplar okuyarak, İkinci Dünya Savaşı'nı Ehrenburg romanlarından, 1905 devrimini Gorki'den, Sovyet Devrimi'ni ve İç Savaş'ı Şolohov'dan İkinci Dünya Savaşı'nı Simenov'dan Nazi Dönemi'ni Seghers'ten, TKP tarihini Güven'den 12 Mart'ı Erdal Öz, Firüzan ve diğerlerinden okumak kolaycılıktır. Edebiyat gerçekliği, daha gerçek sunar kuşkusuz. Ancak tarih, felsefe, teori kaynağından öğrenilmelidir.

"Aslolan dünyayı değiştirmektir" demişti 11. Tez'inde Marks. Devrimcilik de bundan başka bir şey değildir. Gelişmek için var olan dünyayı reddetmek, mutlaka yeni bir dünya istemek gerekmektedir. Bunun için ideolojik ve teorik bulanıklıktan arınmak, yani netlik şarttır. Öğrenmeden netleşilemez. Bilmeyenin sorunu, sorusu ve itirazı olamaz. Kısırlık ve hareketsizliğin kaynağında çoğu kez bilmemek yatar. Sosyalist insan gelişme gereğini duyan insandır. Gelişme gereğini duyan insanın inancında umut, kavgasında şiddet, ilgisinde eleştiri, sevdasında inat olmalıdır. Bu coğrafyanın devrimcileri daima bir inat oldular. Devrim sevdalarında inat, inatlarında şiddet eksik olmadı hiç. Şimdi bu nitelikleri düşünsel, güncel ve entelektüel yaşama yayma zamanıdır. Bilgisizlik devrimciyi belleksizleştirir. Pratik olarak her on yılda bir kavgaya yeniden başlamak zorunda bırakılan kuşakların, süreklilik sağlayabilmek için öğrenmek dışında yolları yoktur. Belleksiz devrimci kişilik olmaz. Devrimci kişiliğin oluşması, güvenin gelişmesi, hülyanın büyümesi, tümünü istemenin bir yaşam felsefesi haline getirebilmesi için bellek şarttır. Sosyalizme ve sosyalizme ilişkin değerlere yapılan saldırıların alabildiğine yoğunlaştığı bu dönemde, kolayına kaçmamak bir ahlak haline getirilmelidir. Merak ve itiraz, devrimciliğe açılan kapıdır. Kolaycının, merakının ve itirazının olması mümkün değildir. Artık zamanıdır. Devrimci yaşamın bütün alanlarında işin kolayına kaçmaktan vazgeçilmelidir. Cahilin aklını büyütmesi mümkün değildir. Devrimci öğrenmeyi bir sevinç haline getirmeli, sorgulayan aklı egemen kılmalıdır. Devrimci denilince akla soyut olarak; zor işlerin harcı, cüreti bol, dürüst, temiz, güvenilir, çalışkan, sözünün eri, asi, sevdalı, hülyalı ve kavgalı insanlar gelmelidir. Devrimci, zorla güzelleşmeli, eylemde yanmalıdır. Bizim bütün yollarımız güzele açılmalıdır.


Hayatı Ellerinden Tutmak, Ceylan Yayınları, 2002