28 Eylül 2024 Cumartesi

Şirin Yakar yazdı | Politik islamcı tarikatlara karşı yürünecek yol

Tarikatlar ve cemaatler uzun yıllardır devlet korumasında ve bizzat devlet ve Diyanet İşleri eliyle palazlandırılıyor. Ancak son 20 yılda gelinen nokta politik islamın devletin tüm organlarında cemaat ve tarikatlar ile örgütlenmesi olmuştur. Adaletten sağlığa, sağlıktan eğitime, eğitimden polis/bekçi ve askerlere kadar. Bu durum istismar davalarında sanıkların kimliklerine bakıldığında da görülebilir. Bunlar bazen siyasetçi, bazen asker, polis ya da bekçi, bazen öğretmen, bazen akademisyen, bazen bir bürokrat ya da bir cemaatin önde gelen liderleri.

Türkiye'de 2.6 milyondan fazla insanın tarikat ve cemaatler ile organik bağı bulunuyor. 2002'den bu yana kurulan tüm kabinelerde tarikat ve cemaatlerin hepsi bir şekilde temsil edildi. 2016 darbe girişimiyle bu kadrolaşmalarda değişim oldu. Gülen Cemaatinin elinde olan kurum ve yapılar diğer cemaatler ve tarikatlar arasında yeniden paylaşıldı. Böylece devlet içerisinde tarikat ve cemaatlerin etki gücü iyice arttı.

2014 yılında Bilal Erdoğan tarafından kurulan TÜGVA bu tarikat ve cemaatlerin çatı örgütü formuyla kendini örgütledi. Bu tarikat ve cemaatlerin gençlik örgütleri olarak kendine alan açan TÜGVA bir yıl önce bakanlıklarla protokoller imzaladı. Milli Eğitim Bakanlığı aynı zamanda bu dönemde Ensar Vakfı ve Diyanet İşleri ile de protokol imzaladı. Bu protokollerin çoğunluğu yurtlar ile ilgili. Bakanlıkların, özel idarelerin birçoğunun ihaleleri incelendiğinde bu ihalelerin TÜGVA ya da bünyesindeki başka bir cemaat ya da çeşitli tarikatlara gittiğini görürüz.

Tarikat ve cemaatlerin hedef kitlesi yoksul aileler oluyor. Çocuğunu okula göndermekte zorlanan ailelerin öncelikli tercihi bu tür tarikat ve cemaatlerin okulları ve yurtları oluyor. Örneğin Aladağ cemaat yurdundaki yangını hatırlarsınız. Aladağ'ın köylüleri okutmak istedikleri çocuklarını Mili Eğitim Müdürü'nün de yönlendirmesi ile cemaat yurduna göndermek zorunda kalmıştı. Yol, elektrik su girmeyen köylere tarikat ve cemaatler giriyor, yoksul ailelerin çocuklarını geleceksizleştirmek için ellerinden alıyor.

2021 yılının 25 Şubat'ında TÜGVA ve Ensar Vakfı, MEB ile yaptığı protokol kapsamında birçok konuda "eğitim" vermeye başladı. Ensar Vakfı ile Değerler Olimpiyatı (hatırladınız mı saray medyasında uzun uzun övünülerek reklamı yapılmıştı), TÜGVA ile Kültür Seminerleri yapılan anlaşmalar sonucunda yaygınlaştı. Buralardaki eğitimlerde söylenen ve yapılan her şeye boyun eğmek temel alınıyor.

Hazırlanan protokoller, atılan imzalar ve yaratılmak istenen politik islamcı bir genç nesil. İşte 2014'te kurulan TÜGVA, Ensar Vakfı ve diğer cemaat ve tarikatların bugün geldiği nokta 6 yaşında bir kız çocuğunun evlilik adı altında yıllarca cinsel istismara uğraması…

Gelin şimdi de bütçe planlamasına bakalım…

Geçtiğimiz günlerde bütçe görüşmeleri başladı. 2023 yılında Diyanet İşleri Başkanlığına ayrılan bütçe yüzde 117 oranında artırılarak 35 milyar 910 milyon 653 liraya yükseltildi. Bu haliyle birçok bakanlığı geride bırakan Diyanet İşleri'nin bu payının büyük bir kısmı tarikat ve cemaatlere gidiyor.

6 yaşında bir çocuk evlilik adı altında 20 yıla yakın bir süre istismar ediliyor. Çocuğunu müridi ile evlendiren ise iktidara yakınlığı ile bilinen İsmailağa Cemaatinin lideri. Saray faşizminin suç duyurusuna rağmen 2 yıl boyunca gizleyerek üstünü örtme çabaları, bilgilerin basında yer almasının ardından sonuçsuz kaldı.

Tepkiler büyümeye, eylemler başlayana kadar sessiz kalanlar açıklama yarışına giriyor. Kimi sosyal medyadan, kimi kameralar karşısında, kimi mecliste…

Açıklamaların ortak yanı ise sapkınlık oluyor. Peki gerçekten bu bir sapkınlık mı? Yoksa bir devlet politikası mı? Önce 4+4+4 ile zaten çok da açık olmayan, kız çocuklarına okul kapıları kapandı. Ardından imam hatipler, kuran kursları, cemaat ve tarikat yurtları gibi politik islamın beslendiği ve büyütüldüğü, çocukların istismar edildiği, kişiliklerinin parçalandığı kurumlar açıldı. Palazlandırılan bu kurumlarda neler olduğu bazen kazara bazen de intiharlar ile açığa çıktı. Ancak bu ortaya dökülenler bile buraların denetlenmesine yetmedi.

Mahkemeler açıldı, yargılamalar yapıldı, çoğu zaman "çocuğun rızası" vardı denilerek göstermelik cezalar ile beraat kararları verildi. Ceza alanlar ise ya pandemi döneminde yapılan infaz erteleme düzenlemeleriyle ya da af ile dışarı çıktı. Hafızalarda kalan cezasızlık oldu. Politika dediğimiz şey sadece siyasi konuşmalar ile yapılmaz; bazen bir olaya alınan tutum ile bazen bir adalet sarayında gelmeyen adalet ile bazen terfiler ile yapılır. Sadece bugün büyük tepkilere yol açan bu olaya bakmak bile yeterli. 2012 yılında istismar davası açılıyor, mahkeme yaşının öğrenilmesi için kemik ölçümü istiyor, fakat doktor ve cemaat eliyle 14 yaşındaki çocuk yerine 21 yaşındaki biri geçilerek sahte rapor alınıyor ve dosya kapatılıyor. Dün o mahkemenin kapanmasında etkin olanlar bugün sapkınlık açıklaması yapıyor, davayı yakından takip edeceklerini söylüyor. Ne kadar da riyakar…

Bugün bakımından 2002'den beri iktidarda olan politik islamcılar artık kendi hakim, savcı, polis-bekçi gücü, öğretmen ve sağlıkçılarını yetiştirmiş bulunuyor. İstismar davalarında aranan ilk koşul alanında uzman doktorlar tarafından verilen raporlardır. Yapılan bir araştırmaya göre İsmailağa cemaatinin en örgütlü olduğu alanın sağlık alanı olduğu söyleniyor. Bu da akıllara örtbas edilen kaç vaka var sorusunu getiriyor. Buna rağmen son 20 yılda verilere yansıyan istismar vakaları, çocuk yaşta evliliğe zorlama sayılarının büyüklüğü yaşanan çürümenin boyutunu gösteriyor.

Türkiye'de son 20 yılda 440 bin çocuk doğum yaptı. Son 10 yılda 250 bin çocuk istismara uğradı. 2019'da Adalet Bakanlığı'nın verilerine göre 2012'de çocuk istismar davalarının sayısı 17 bin 589 iken 2019'da bu sayı 22 bin 689.

Erkek egemen faşist şeflik rejimi döneminde çocuklara yönelik istismar saldırılarındaki artış bunun bir politika olduğunu gösterir. Devlet eliyle beslenen tarikatların ve cemaat yurtlarının birer çocuk istismarına dönen yerler/yurtlar olduğunun kanıtı niteliğindedir. Tüy dikilen mesele ise verilerin artık 2019'dan beri Adalet Bakanlığı tarafından açıklanmaması.

Tarikatlar ve cemaatler uzun yıllardır devlet korumasında ve bizzat devlet ve Diyanet İşleri eliyle palazlandırılıyor. Ancak son 20 yılda gelinen nokta politik islamın devletin tüm organlarında cemaat ve tarikatlar ile örgütlenmesi olmuştur. Adaletten sağlığa, sağlıktan eğitime, eğitimden polis/bekçi ve askerlere kadar. Bu durum istismar davalarında sanıkların kimliklerine bakıldığında da görülebilir. Bunlar bazen siyasetçi, bazen asker, polis ya da bekçi, bazen öğretmen, bazen akademisyen, bazen bir bürokrat ya da bir cemaatin önde gelen liderleri.

Bugün bakımından bu pisliğin önüne geçmek ya da en azından mahkemelerin tutumlarında belirleyici olmak ne kadar mümkün? Tecrübe buna bir cevap veriyor aslında. Örneğin Özgecan Aslan ya da Münevver Karabulut davalarında yargılanan sanıkların ceza almaları kadın özgürlük mücadelesi yürütenlerin sokak eylemleri sayesinde olmuştur. Bugün bakımından da toplumun duyarlı olması ve harekete geçmesi belirleyici bir etki olacaktır.

Şairinde dediği gibi kabahatin çoğu bizim aslında. Sessiz kaldığımız, unuttuğumuz tüm olaylar daha da vahşi ve azgın bir şekilde karşımıza çıkıyor. İşte Ensar Vakfı'nda 45 çocuğa cinsel istismar davası. Bir kişi ceza aldı, diğer sorumlular korundu.

Toplumun vicdanında büyük yaralar açan bu olaylarda sessizlik çürümeyi derinleştirir. Çürümenin önüne geçmenin tek yolu ise geleceğimize sahip çıkarak, alanları doldurarak olur. Yalnızca farkındalık yaratmak yetmez, bundan sonrası sadece kadın örgütlerinin değil, toplumun tüm kesimlerinin, insanım diyen herkesin somut ve sonuç alıcı olarak harekete geçmesine bağlı. Kuvvetle muhtemel ki bu davanın takibinin güçlü yapılması, verilecek cezalarda da etkin bir rol oynayacaktır.

Ancak bu cemaat ve tarikat yurtlarının kapatılması, faillerin af kapsamının dışına alınarak ağır cezalara çarptırılmasının sağlanamadığı koşullarda karşımıza yine çıkacaktır. Yürünecek yol da rota da belli. Bundan sonra söz pratiğin.