28 Eylül 2024 Cumartesi

Serhat Rojavalı yazdı: Yeni Osmanlıcılığın şifreleri: İşgal, sömürgecilik ve talan

Türk devletinin bölgesel hesaplarına gelince; AKP yeni Osmanlıcılığı bölgesel güç olma ve yayılmacı politikaların ideolojik dayanağı olarak işletme çabasında. Diğer yanı, Özal'da somutlanan; küreselleşen dünya ile uyum içinde, batı ile zıtlaşmadan bölgesel güç olmayı öngörmekte. Bu amaçla önce, Suriye, Mısır, Ürdün, Katar ve birçok ülke ile siyasi ekonomik ilişkilerini derinleştirdi. Müslümanlık üzerinden ümmet kimliği geliştirerek buralarda bir rol oynamak istedi. Bu yoldan ilerleyemeyince çatışma, gerilim ve savaş çizgisine yöneldi.

AKP- MHP faşist iktidarının, 2016 yılının Ağustos ayında Fırat Kalkanı ismiyle başlattığı, Rojava ve Kuzey Suriye'ye yönelik işgal saldırısı, bugün Suriye'nin diğer bölgelerine doğru yayılmayı amaçlıyor. Fırat Kalkanı ile başlayan, ardından Zeytin Dalı ve Barış Kalkanı gibi sömürgeci yalanlarla süslenmiş işgal saldırılarına son olarak eklenen ve İdlib'e yönelik 'Bahar Hareketi' ile işgalden ilhak siyasetine geçme denemesi yaptı. Yaşananlar Erdoğan ve ekibinin yeni Osmanlıcı hayallerini dolaysızca ortaya koyuyor. Faşist sömürgeci saray rejimi İdlib'de yoğunlaşmasının yanı sıra Rojava ve Kuzey Suriye'deki işgalini derinleştirmek için Tıl Temir ve Eyn-İsa kentlerine dönük saldırılarına, Başur'da alan tutmaya ve Kobane başta olmak üzere yeni yerleri işgal pazarlığını masada tutmaya devam ediyor. Erdoğan'ın Libya konusunu son dönemde dile getirmemesi anlamlı, malum orada durum pek iç açıcı değil.

Erdoğan ve Bahçeli ikilisi saklamaya ya da inkâr etmeye gerek duymuyor.  Sümürgeci Türk devletinin Rojava, Kuzey Suriye ve Başur Kürdistan'a dair yeni Osmanlıcılıkla harmanladığı işgalci planları var. Lozan'da kabul edilen "misak-i milli" sınırlarını tartışmaya açmak ve orada kendilerine haksızlık yapıldığını dillendirerek yeni bir tartışma başlatmak istiyorlar. Bu yolla, misak-ı milli sınırları içinde gördükleri Halep ve Musul arasını 'vatan toprağı' olarak gündeme getirmek çabasında. Libya'da ne işimiz var diyenlere de aynı cevabı veriyor Erdoğan: ''Libya bir zamanlar vatan toprağımız değil miydi?''  Keza 'Emevi camisinde namaz kılmak', 'Suriye ordusunu İdlib'ten Şam'a kadar kovalamak' sözleri de aynı argümanın bilinçli ajitasyonudur. Osmanlı toprakları olarak gördüğü her yerin hâkimi olmak istiyor. Rojava ve Başur Kürdistan üzerindeki sömürgeci işgalinin faşist-şovenist karakterinin yanı sıra kimi iktisadi olanaklara kavuşmak amacıyla da Kürdistan parçaları üzerinde hâkimiyet arzuluyor. Şimdi amaçları Lozan'ın yüzüncü yılına yeni bir statü oluşturarak girmek. Bu vesileyle Lozan'ı tarihsel bir mağduriyet edebiyatı olarak her zaman gündemde ve canlı tutmaya çalışıyorlar.

Faşist sömürgeci rejim, yeni Osmanlıcı hayallerine bir çırpıda ulaşamayacağını da gayet iyi biliyor. Bu amaçla işgalciliğini sürece yayarak, parça parça geliştiriyor. Bu, aynı zaman da bir zorunluluk. Çünkü Türk sömürgeciliği, tek seferde topyekûn bir işgal savaşını kaldıramayacağı gibi emperyalistler arası denge ve çelişkiler de saray rejimini sınırlandıran bir diğer unsur oluyor.

Geride kalan dört yıllık zaman dilimi, faşist ittifakın sömürgeci siyasetinin taktiksel gelişimini ve karakterini olabildiğine açık gösteriyor. Hatırlansın, AKP-MHP faşist ittifakı, 'Fırat Kalkanı' ile işgal savaşını başlattı. Ve El Bab–Celablus-Azez işgal edildi. Ardından zaman kaybedilmeksizin işgal bölgelerinde sömürgeciliğin kurumsal inşa çalışmaları başladı. Bu kapsamda kaymakamlıklar oluşturuldu. Türkçe eğitim veren okullar açıldı. Sömürgeci devlete bağlı hastaneler devreye sokuldu. Faşist rejime bağlılığın simgesi Türk Lirası dolaşıma girdi, zaman içinde "TC" vatandaşlığının da verileceği iddia edildi.  Sömürgecilik, işgal ettiği coğrafyanın demografik yapısını da değiştirirken, her yolla siyasi-askeri ve iktisadi varlığını kuvvetlendirmeye çalışıyor.

AKP-MHP faşist ittifakının işgal savaşı bu alanlarla sınırlı kalmadı. 2018 yılında Efrin, 9 Ekim 2019'da ise Gıre Spi ve Serikaniye kentleri işgal edildi. Şimdi buralarda da benzeri asimilasyon politikaları uygulanıyor. Türk devletine bağlı çete grupları ve ailelerinin yanı sıra Türki cumhuriyetlerden devşirilen çeteler de işgal topraklarına yerleştiriliyor. Uygulanan bu yöntem, tipik bir kolonizasyon politikasıdır.

Moskova dönüşü Erdoğan yaptığı açıklamada "Qamışlo petrol rezervlerinin olduğu bir yer. Buradan onlar nemalanacağına gelin petrolü beraber çıkaralım ve işleyelim" dedi. Elbette faşist şef yalnızca petrol ve kimi yer altı kaynaklarına el koymayı düşünmüyor, Rojava Devrimi'nin merkezi ve en büyük kenti olan Qamışlo'yu işgal ederek, devrime büyük bir darbe indirmek istiyor. Yalnızca bu kadar da değil, faşist şef yatıyor kalkıyor, Halep ve Musul arasında çıkan petrolleri nasıl ele geçireceğini düşünüyor. Diğer bir düşü de yıkıma uğrayan işgal bölgelerini TOKİ eliyle rant ve kar merkezlerine dönüştürmek. İşgal ettiği topraklarda sömürgeci ekonomi-politikanın devrede olması işin doğasına uygundur.

Türk devletinin bölgesel hesaplarına gelince; AKP yeni Osmanlıcılığı bölgesel güç olma ve yayılmacı politikaların ideolojik dayanağı olarak işletme çabasında. Diğer yanı, Özal'da somutlanan; küreselleşen dünya ile uyum içinde, batı ile zıtlaşmadan bölgesel güç olmayı öngörmekte. Bu amaçla önce, Suriye, Mısır, Ürdün, Katar ve birçok ülke ile siyasi ekonomik ilişkilerini derinleştirdi. Müslümanlık üzerinden ümmet kimliği geliştirerek buralarda bir rol oynamak istedi. Bu yoldan ilerleyemeyince çatışma, gerilim ve savaş çizgisine yöneldi.

Suriye'de Esad rejimini devirmeye girişti, fiili savaş durumunda. Mısır'daki darbeci Sisi yönetimiyle, Suudi kralı genç Faysal'la, İsrail hükümetiyle gerilim siyaseti izlemeye koyuldu. Irak hükümetini dikkate almayan, parya muameleleri ile aşağılayan tutumlarıyla Musul çevresindeki üslenmesini fiili duruma dönüştürerek sürdürüyor. Başur Kürdistanın iradesini hiçe sayarak, kentlerde sorgu merkezleri, MİT irtibat noktaları, kontra saldırı ve planlama üsleriyle, şehir giriş-çıkışlarını denetleyen, yollarda kontrol noktaları kuran askeri varlığıyla ve Medya Savunma Alanlarını, Başur Kürdistan kır ve köylerini savaş sahasına çeviren pervasızlığıyla klasik sömürgecilik çağını aratmıyor. Kerkük'te MİT ve Türkmen kontra örgütlenmeleri üzerinden suikast ve sabotajlarla istikrarsızlık peşinde.

Yemen'deki iç savaşa taraf olmuş, DAİŞ ve El Kaide irtibatlı gerici yapılanmaları finanse ediyor, silahlandırıyor ve kendi adına savaştırıyor. İran'la bölgesel hegemonya rekabetini doğrudan karşı karşıya gelerek değil, Suriye ve Yemen'de karşıt grupların arkasında durarak yürütüyor. Sudan ve Somali'de askeri varlığını sürdürüyor. Karşı karşıya kaldığı askeri saldırıların basına çok sınırlı yansıyan düzeyi bile bu ülkelerdeki karışık ve çatışmalı siyasi durumlara müdahale etmekte olduğunu gösteriyor. Bugün düşmanlaşmış olduğu Fethullah Gülen hareketinin, vakti zamanında AKP'nin kıta genelinde yarı resmi elçilik faaliyetinden devraldığı ilişkilerle onlarca yoksul Afrika ülkesinde misyonerlik çalışmaları yürütüyor, yardım dağıtımı, sağlık hizmeti adı altında örgütleniyor, yayılıyor. Askeri destek ve danışmanlık resmi tanımıyla da bu ülkelerdeki kolonyal varlığı ve faaliyetlerinin savunmasını yapıyor.

Libya başlı başına yayılmacılık alanlarından birisi. Doğu Akdeniz'de söz sahibi olma ve Akdeniz'deki uluslararası trafiği denetleme 'hakkını', Libya'da yokluğu-varlığı belirsiz, kendisini hükümet ilan eden bir grup ile yaptığı anlaşmaya dayandırıyor. BM'nin emperyalist rekabet nedeniyle bir biçimde tanımış olduğu meşru hükümet gerekçesi Türk tarafının tek dayanağı. Libya, yalnızca Akdeniz'de söz sahibi olmanın değil, Kuzey Afrika'ya girmenin de kapısı. Öte yandan Libya, jeopolitik konumu gereği Avrupa emperyalistlerinin de yakın markajında. Türk sömürgeciliğinin Libya hamlesinin çok iddialı ve cüretli bir yayılmacı adım olduğu kabul edilmeli.

(Bu tablo incelenirken bir noktanın altı çizilmeli, Türk sömürgeciliğinin bölgesel yayılma stratejisi AKP ile sınırlı ele alınmamalıdır. İşbirlikçi tekelci Türk burjuvazisinin iştahla girmeye çalıştığı, fırsat kolladığı, bunun için savaşmayı göze aldığı bir stratejidir bu. Başka bir yazının konusu olması gereken bu incelemeye girmeden, yürütülmekte olan, emperyalist küreselleşme koşullarında yayılma, genişleme, talan ve sömürü alanlarını büyütme arayışları ile bağlı, içeride büyümenin sınırlarına gelmiş, gözünü dışarıdaki imkanlara çevirmiş Türk tekelci burjuvazisinin AKP ve Erdoğan'da cisimleşen sömürgeci stratejisidir.)

Sonuç olarak Saray iktidarı, bir yandan Rojava devrimini boğmak, Rojava ve Başur'un petrollerini denetlemek, diğer yandan Türk devletinin kuruluşundan bu yana yüz yıllık rüyası olan Kerkük ve Musul'a Halep'i de ekleyerek bu bölgeleri ele geçirmek için gözünü karartmış durumda. Uluslararası ve bölgesel koşulların yayılmacı ilhakçı planlar için elverişli olduğunu düşünüyor. Emperyalistler arası çelişki ve gerilimler, keza bu çelişkilerden yararlanarak geliştirdiği ilişkilerin de yeni fırsatlar yaratacağının hesabını yapıyor. Bölgesel yayılmacılıkta risk alıyor, her yöntemi denemekten kaçınmıyor.  Bu yayılmacı yeni Osmanlıcı politikaya büyük patronlar ne kadar müsaade eder? Aralarındaki anlaşmazlık ve çelişkilere oynama taktiğine emperyalistler ne zamana kadar göz yumarlar bilinmez. Onu hep beraber göreceğiz. Fakat bir başka gerçeklik var ki, dünya ve bölge halkları iradelerini tanımayan, kendileri üzerine plan yapan emperyalist ve faşist baskı ve sömürü siyasetlerine alet olmak bir yana, artık reddediyorlar. Ayaklanmalar ve halk hareketleri yeni bir dünyanın arayışı içerisinde. Ezilenler, mücadele ve direnişleri ile devrimin tek yol olduğuna kendi tecrübeleriyle ikna oluyorlar. Bölgesel sömürgeciliğin bugüne kadar çok da dikkate almadığı direnen halklar gerçekliği bundan böyle yeni Osmanlıcılığın karşısındaki en sert engel olacaktır.