27 Eylül 2024 Cuma

Şakran Kadın Hapishanesi'nde hak ihlalleri artıyor

Şakran Kadın Kapalı Hapishanesi'nde hak ihlalleri sürüyor. Kantinde bozuk ürünler faiş fiyata satılıyor, askerler ikişer kişi dayatmasında bulunduğu için hastaneler gitmek ayları buluyor, tutsakların gönderdiği ve onlara gelen mektuplara ve  yayınlara "güvenlik ve örgütsel iletişim" iddiasıyla el konuluyor. Gönderdiği mektupta hak gasplarını aktaran Meliha Kayacı, ağırlaştırılmış hapis cezası verilen tutsaklara ise insanlık dışı uygulamaların dayatıldığına dikkat çekti.

Hapishanelere yönelik baskı politikaları sürüyor. Ekonomik, siyasi krizi derinleştikçe ezilenler üzerindeki baskısını büyüten iktidar, tutsaklara yönelik saldırılarını da arttırıyor. 

Keyfi politikaların ve baskıların arttığı hapishanelerden biri de İzmir Aliağa'da bulunan Şakran Kadın Hapishanesi. Şakran Hapishanesi'nde tutsak olan MLKP dava tutsağı Meliha Kayacı, İHD'ye gönderdiği mektupta hak gasplarını ve keyfi uygulamaları aktardı.

HAPİSHANE KANTİNLERİ AKP YANDAŞLARINA KİRALANMIŞ
Ekonomik krizin hapishanelerde de hissedildiğini kaydeden Kayacı, kantin fiyatlarının yükseldiğini, ayrıca tarihi bozuk ürünlerin kendilerine verildiğini belirtti.

Kayacı, "Adalet Bakanlığı, AKP yandaşı tüccarları palazlandırmak için hapishane kantinlerini bunlara kiralamış. Kamuoyunca tanınmayan firmalar ve ürünlerle kantinleri doldurmuşlar. Bu firmalar bakanlıkça zengin ediliyor. Dış kantin alışverişi engellendiği için, sadece kantinde olanları almamıza mecbur bırakıyorlar. İaşe olarak verilen yemeklerdeki kalitesizliği düşündüğümüz de bizlerde alternatifsiz bırakılarak, bu kalitesiz ürünlere mahkum ediliyoruz. Elimizdeki radyolarımız toplandı, kantinde radyo satmak zorunlulukları varken, onu bile satmayarak tecridi ağırlaştırıyorlar. Ruhların gıdası müziğe ulaşım hakkımızı da bu şekilde engellemiş oluyorlar" dedi.

'BİZ BASKIYI AĞIRLAŞTIRALIM AMA KİMSENİN HABERİ OLMASIN'
Günlük, haftalık gazete ve dergilere de el konulduğunu söyleyen Kayacı, haber alma hakkı temelinde değerlendirilen yayınların idarece "örgütsel haberleşme" ve "güvenlik" gerekçeleriyle verilmediğini kaydetti.

Kayacı, şunları aktardı: "Mahpusların yaşadıklarının gazetelere yansıması nasıl bir 'örgütsel haberleşme'dir, bizlerde anlamış değiliz. Var olan baskıların haberleştirilmesinden rahatsızlıklar söz konusu, 'biz baskımızı ağırlaştıralım ama bundan kimsenin haberi olmasın' yaklaşımıyla yayınlarımıza el konuluyor, haber alma hakkımız böylece engelleniyor. Koğuş aramaları, baskın şeklinde, bir hafta içinde 2-3 kez yapıldığı da oluyor. Eşyalarımız dağıtılıp talan edildiği gibi, yıllardır yanımızda olan defter, ajandalarımıza 'yasak' denilerek el konulabiliyor. Bu türden aramalar bazen savcı eşliğinde olduğu gibi, 'savcılığın talimatıyla yapıyoruz' diyebiliyorlar. Sözde OHAL süreci kalktı, ama zindanlarda her daim OHAL anlayışı mevcut.

"Bu dönemin idarecileri de esas uygulayıcılar olarak sürecin ağırlaştırılmasında sorumlulukları büyük. Daha önce de gündem olmuştu. 2000 ölüm orucu döneminde de kurum 2. Müdürlüğü yapmış olan Meltem Babaoğlu, Kurum 1. Müdürü olarak her türlü hak gasbından birinci derecede sorumludur. Özellikle son haftalarda idarece planlanan bir şeyler olduğunu hissettirecek adımlar atılıyor. Birinci haftada 2-3 kez arama adı altında talanlar, sabah ve akşam sayımlarında Kurum 1. müdür ve 2. müdürlerin sayımlara katılması, sayımlara personelin 15-20 kişilik kalabalık gruplar halinde katılması vs bir provokatif süreç mi örülmeye çalışılıyor diye bizleri düşündürmektedir."

'HASTANEYE GİDİŞLER AYLARI BULABİLİYOR'
Sağlık hakkına ulaşmalarının da keyfi bir şekilde engellendiğini vurgulayan Kayacı, revir doktoru tarafından yapılmayan sevklerin uzun uğraşlar sonucu yapılmaya başlandığını söyledi.

Ancak bu sefer de askerin "güvenlik" gerekçesiyle en fazla iki kişiyi götürmeyi dayattığı için hastaneye gitmenin, her bir hasta tutsak bakamından ayları bulduğunu kaydetti. Kayacı, "Hastanelerdeki kelepçeli muayene engelini aşabilirsen muayene olabilirsin. Hastanelerde mahkum koğuşları havasız, kirli, soğuk ve de kadın erkek fark etmeksizin tek bir lavabonun varlığı, hastanelerin sağlığımız açısından daha fazla tehlikeler barındırdığı sonucunu çıkarmamıza neden oluyor. Kadın hapishanesinin tutsak mevcudu 600-700-800 gibi değişen rakamlarda, bu sayıda kadının olduğu bir kampüste ayda 1 kez bir kadın doğum uzamanı geliyor. Kadın hapishanesinde sürekli bulunması gerekirken, ayda 1 kez gelmesi de iktidarın mahpuslara uyguladığı baskının bir başka biçimidir" dedi.

'SOSYAL AKTİVİTELERE KATILMAK 'GÜVENLİK' GEREKÇESİYLE YASAK'
Kayacı'nın mektubunda şu bilgilere yer verdi: "Spor salonunda sportif faaliyetlerde bulunma hakkımız 15 günde 1 kez 1 saat olarak sınırlandırılmıştır. Gerekçesi tutsak sayısının fazlalığı! Kapasite olarak öngörülmüş bir rakamken, idarece ve bakanlıkça sosyal aktiviteler 'sayı fazlalığından kaynaklı yapılmamakta' gerekçesi politik- ideolojik yaklaşımlarının bir yansımasıdır. Kurum içi düzenlenen kurslarda 'güvenlik, örgütsel iletişim' vb gerekçelerle çıkarılmıyoruz.

"Ağırlaştırılmış müebbet cezası alan yoldaşlarımızın kaldıkları hücreler hapishaneler politikalarının tam yansımasıdır. Öncelikle buradaki hücreler sadece 'hücre cezaları' için dizayn edilmiştir. Uzun yıllarca kalınabilecek mimaride değildir. Güneş görmeyen, rutubetli kör kuyular gibidir hücreler. Havalandırma saatleri 1 saat olduğu için günün geri kalan 23 saati küçücük bir odada geçirmektedirler. Bir lavabo olduğu için tutsaklar bulaşıklarını da burada yıkıyorlar. Kurs, sportif aktivitelere katılma hakları 'güvenlik' gerekçesiyle uygulanmamaktadır. Havalandırmada tutsakların üzerine kapılar kilitleniyor. Yağmur, soğuk, sıcak vs fark etmeksizin orada kalarak, bu hakkı kullanmış oluyorsun."

'GELEN VE GİDEN MEKTUPLARIMIZA EL KONULUYOR'
"Zindan duvarlarının varlığını ortadan kaldıran mektuplarımıza -gelen ya da giden fark etmiyor- el konuluyor. Ekonomik, siyasi, politik, ideolojik sohbetler 'örgütsel propaganda' damgasını yiyor. Kaybolan, adrese ulaşmayan mektuplarımızın sayısını tahmin edemiyoruz. Yaşadıklarımız, koşullar vb. içeren mektuplarımız hiç kamuoyuna ulaşmıyor. Sürekli olarak mektup fiyatlarına yapılan zamlar, bütçemizi zorlarken, idarede 'herkes kendi adına mektup çıkarsın, bir zarfta iki ismin mektubunu göndermem' diyerek ekonomik yükü daha da ağırlaştırmaktadır. Adalet Bakanlığı'nın kararı üzerine kantinde bulaşık-çamaşır eldiveni (plastik eldiven) satılmamaktadır. Egzaması olan yoldaşlarımıza, doktor raporu olmasına rağmen bu eldivenler temin edilmiyor. Buna ilişkin de sunulan bir gerekçe yok, elbette."