28 Eylül 2024 Cumartesi

'Özgürlüğümüz için sömürgeci, erkek egemen, faşist Türk devletini yıkalım'

DKP/BÖG ve KBDH komutanlarından İmera Fera Yeşilgöz ile MLKP komutanlarından HBDH YK üyesi Ferzad Can, Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu topraklarında süren savaş, işgal saldırıları, kimyasal silah kullanımı, İran ve Rojhilat halklarının ayaklanmasına, kadınların ve Alevi halkının mücadelesine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Savaş ve işgal saldırıları sürüyor. DKP/BÖG ve Kadınların Birleşik Devrim Hareketi (KBDH) komutanlarından İmera Fera Yeşilgöz ile Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) komutanlarından Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) Yürütme Kurulu üyesi Ferzad Can Medya Haber TV'ye konuk oldu. Yeşilgöz ve Can, Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu'daki politik süreç, savaş ve işgal saldırıları, kimyasal silah kullanımı, kadınların savaşa karşı mücadelede oynadığı rol, İran ve Rojhilat halklarının ayaklanması, Alevi halkı, kadın özgürlük mücadelesine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Aralık ayında yapılan röportajı savaş koşulları nedeniyle elimize geç ulaşmasına rağmen güncel önemi nedeniyle yayınlıyoruz:

Ferzad Can: Aralık ayı dolaysıyla 19 Aralık 1978 yılında, faşist Türk devletinin kararıyla Kızılbaş Alevi halkımıza dönük, Maraş'ta MİT, kontrgerilla, ülkücü ve politik islamcı faşistlerce gerçekleştirilen ve tarihe 'Maraş Katliamı' olarak geçen, katliamda yitirdiğimiz tüm Alevi canlarımızı; ve yine 19 Aralık 2000 tarihinde faşist Türk devletinin zindanlarda devrimci tutsakları teslim almaya dönük, 20 hapishanede eş zamanlı olarak gerçekleştirmiş olduğu katliamda yitirdiğimiz şehitlerimizi; yine 28 Aralık 2011 tarihinde Roboskî'de sömürgeci, faşist Türk devleti tarafından katledilen canlarımızı; Zap'ta, Avaşîn'de, Metîna'da sömürgeci Türk ordusuna karşı destansı direnişler yaratarak ölümsüzleşen şehitlerimizi büyük bir sevgi, minnet ve bağlılıkla andığımızı ve onların önünde saygıyla eğildiğimizi, katliamların ve şehitlerimizin hesabını mutlaka ama mutlaka soracağımızı belirtmek istiyorum.

Sömürgeci faşist Türk devletinin tüm baskılarına, şiddetine, faşist terörüne, işgaline karşı, Zap'ta, Avaşîn'de, Metîna'da, Rojava'da, Bakur Kürdistan'da, Türkiye'de, Avrupa'da direnen, savaşan, mücadele eden yoldaşlarımızı, işçileri, emekçileri, kadınları, gençleri selamladığımızı da ayrıca belirtmek istiyorum.

Bilindiği üzere sömürgeci faşist Türk devleti ve onun politik islamcı faşist AKP hükümeti 2015 yılında adına 'Çöktürme Planı' dediği faşist saldırı planını devreye soktu. 20 Temmuz 2015 Suruç Katliamı, 24 Temmuz Medya Savunma Alanlarına dönük yoğun hava saldırısıyla devreye sokulan bu faşist planı sömürgeci faşist Türk devleti ve faşist AKP iktidarının yıkılmamak için hangi yol ve yöntemlere başvuracağının da bir anlamda ipuçlarını verdi. Başta Kürt özgürlük hareketi ve Kürt halkı, devrimci sosyalist-komünist parti ve örgütler, yeni denilen bu faşist saldırı planına hiç de yabancı değillerdi. Daha kapsamlı bir faşist saldırı planı olsa da, aslında yapmak istediği şey faşist Türk devletinin on yıllardır, Kürdistan'da Kürt halkına, Kürt özgürlük hareketine, devrimcilere karşı kullanmış oldukları kirli savaş yöntemlerinin Kuzey Kürdistan'dan Türkiye'ye ve özellikle faşist saray darbesiyle birlikte oluşturulan AKP-MHP faşist savaş hükümetiyle birlikte, faşist saldırı planı daha kapsamlı bir şekilde hayata geçirilmiştir.

Faşist Türk devleti, AKP-MHP faşist savaş hükümeti çöktürme planının başarısını bir beka sorunu olarak tanımlamıştır. Böyle tanımladıkları için de bu faşist saldırı planının başarısı için sömürgeci faşist Türk devletinin bütün olanakları, askeri, siyasi vb. bu kirli savaşa aktarılmıştır. Faşist şeflik rejimine geçiş de, burjuva parlamentosunun yetkisizleştirilmesi de, devletin yeni baştan dizayn edilmesi de, devletin kilit kurumlarına yapılan atama ve görevlendirilmeler de, devletin yasal olarak elde ettiği gelirlerin dışında yasadışı yol ve yöntemlerle elde edilen uyuşturucu ticareti, altın kaçakçılığı, kara para aklama, hazine ve Maliye Bakanlığı'nca oynanan döviz ve borsa oyunlarıyla elde edilen gelirlerin de kullanımı dahil yasal anayasal değişikliklerle bu faşist saldırı konseptinin bir parçası olarak devreye sokulmuştur. Bu faşist saldırı planıyla sadece Kürt özgürlük hareketi, Kürt halkı, devrimciler değil aynı zamanda inanç özgürlüğü isteyen Alevi halkımız, cins özgürlükçü bir toplum isteyen kadınlar, demokratik ve bilimsel eğitim, özgür bir gelecek isteyen gençler, yaşam tarzı özgürlüğü isteyen laikler, demokrasi ve özgürlük ortak paydasında buluşan farklı ulusal ve inançsal topluluklar, antikapitalist Müslümanlar, LGBTİ+'lar, demokrat, aydın ve sanatçılar, kısacası politik özgürlüğe susamış emekçiler, yoksullar, ezilenler topyekun düşman ilan edilmiş ve bunlara karşı topyekun bir savaş başlatılmıştır. Diyebiliriz ki sömürgeci, faşist Türk devletinin iç ve dış siyaseti tamamen bu faşist saldırı planından sonuç almaya dönük olmuştur. Tabii ki burada Kürt özgürlük hareketinin ve Kürt halkının büyük bedeller ödeyerek elde etmiş olduğu kazanımlar, tasfiye edilmesi, devrimci sosyalist-komünist parti ve örgütlerin de tasfiye edilmesi öncelikli hedef haline getirilmiştir. İdeolojik, politik ve ekonomik olarak büyük bir yapısal sorun yaşayan kapitalist-emperyalist dünya sistemi başından itibaren faşist Türk devletinin ve AKP-MHP faşist savaş hükümetinin, faşist saldırı planı olan çöktürme planına destek vermiştir. Bu planın oluşturulmasında da, hayata geçirilmesinde de emperyalistlerin rolü büyüktür. Özellikle Kürt özgürlük hareketinin, Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da faaliyet gösteren devrimci parti ve örgütlerin tasfiye edilmesi konusunda emperyalistlerin, faşist Türk devletine sadece bugün değil her dönem destek verdiğini biliyoruz. Bu bakımından, bu destek daha kapsamlı bir hale gelmiştir.

Kürt özgürlük hareketi de Halkların Birleşik Devrim Hareketi de 21. yüzyılın ayaklanmalar ve kadın devrimleri yüzyılı olacağını söylüyor. Bu öylesine söylenmiş bir söz değil. Bunun verileri her geçen gün daha fazla belirginleşiyor. Sürmekte olan savaşlar, aşırı silahlanmalar, aşırı üretime bağlı olarak yaşanan küresel ekonomik kriz, dünya genelinde yaşanan yoksullaşma, işsizlik, iklim krizi, gıda krizi, artan enerji krizi, doğanın tahrip edilmesi, işçi ve emekçilerin, kadınların büyük bedeller ödeyerek elde ettiği kazanımların dünya çapında gasp edilmesi... Otoriter, totaliter, despotik, faşist, gerici diktatörlerin iktidara gelişi, getirilişi, her ülkenin kendisini olabilecek 3. dünya savaşına göre konumlandırması... Kısacası dünya çapında emperyalist küreselleşmenin yarattığı krizlerin giderek derinleştiği ve çözümsüzlüğün ana karakter olduğu süreç ağırlaşarak devam ediyor.

Emperyalistlerin politik ve ekonomik olarak çözüm diye sundukları planlar da, projeler de başka çözümsüzlükleri beraberinde getiriyor. Bugün Ukrayna'da NATO ve Rusya arasındaki savaş bunun en belirgin örneğidir. Böylesine bir krizin yaşandığı süreçte, yani isyan ve ayaklanmaların gündemde olduğu bir süreçte, tabii ki emperyalistler kendine biat etmeyen özgürlük gerillasının tasfiye edilmesini istiyor. Özgürlük gerillasını tasfiye ederek, olası bir Kürt devriminin ve bu devrimin Türkiye ve Ortadoğu'ya yayılma tehdidini de ortadan kaldırmak istiyor. Faşist AKP-MHP savaş hükümetinin içeride ve dışarıda saldırgan bir politika izlemesi, devlet terörünü tırmandırarak sürdürmesi Güney ve Batı Kürdistan'a yönelik işgalci saldırıları, ABD ve NATO'nun, Rusya'nın, bölgenin geri-faşist devletlerinin onayı ve desteğiyle yapılmaktadır. HBDH olarak, Zap, Avaşîn, Metîna'da, Rojava Kürdistanı'nda, Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da vermiş olduğumuz savaş, antifaşist bir savaş olduğu kadar, antisömürgeci bir savaştır. Antisömürgeci olduğu kadar da antiemperyalist bir savaştır aynı zamanda. Bu savaşımız aynı zamanda cins özgürlükçüdür. Bunun yeterince anlaşılması gerekiyor. Özgürlük gerillalarının sömürgeci, faşist Türk devletine karşı vermiş olduğu savaşta, gerillanın yanında olmak, Güney ve Batı Kürdistan'ın işgaline karşı çıkmak, kimin elinden ne geliyorsa onu yapması bu bakımdan önemlidir. Bir o kadar da hayatidir. AKP ve MHP faşizminin, faşist saldırı planı onlar için ne kadar hayati bir öneme sahipse, Kürt halkı, Türkiye ve Ortadoğu halkları bakımından da hayati bir öneme sahip olduğunun bilince çıkarılması gerekiyor.

Halklarımız, işçi ve emekçiler, ezilenler, Aleviler, şöyle bir yanılgıya sakın düşmemeliler; AKP-MHP faşist iktidarının gerek Türkiye, gerek Kürdistan'da faşist devlet terörünü tırmandırması, gerekse Güney ve Batı Kürdistan'a yönelik işgal saldırılarını sadece seçim manevrası olarak ele almamak gerekir. Bu saldırı dönemsel değil, stratejik bir saldırıdır. Evet bu saldırgan politikalar Türkiye'deki milliyetçi, ırkçı, şoven faşistleri AKP-MHP etrafında bir araya getirebilir. AKP-MHP faşist iktidarının da böylesine bir desteğe ihtiyacı vardır. Fakat bu bir seçim manevrası değil, bu faşist Türk sermaye oligarşisinin bir politikasıdır. Sömürgeci faşist iktidarlarını ancak böylesine bir faşist politikayla ayakta tutabileceklerini, Kürt halkının kazanımlarını da ancak bu şekilde yok edebileceklerini düşünüyorlar. İşçi ve emekçileri, Alevileri, kadınları kısacası tüm kesimleri ancak bu faşist politikayla zapturapt altına alabileceğini düşünmektedirler. Millet İttifakı başa gelse de bu faşist saldırı planı devam edecektir. Faşist şeflik rejiminden önce Türkiye parlamenter sistemdeydi. Ve bu parlamenter sistemin de on yıllarca Kürt halkına karşı kirli savaş yöntemlerini uyguladığı, inkar ve imha siyasetini sürdürdüğünü biliyoruz. Aynı şekilde işçilere, emekçilere, kadınlara, gençlere karşı da düşmanca bir tutum içerisinde olduğunu da biliyoruz. Gerçek olan şudur; bu sömürgeci, soykırımcı, erkek egemen, faşist Türk devleti yıkılmadıkça Türkiye ve Kürdistan halkları, işçiler, emekçiler, Aleviler, kadınlar, gençler özgür olamayacaktır. Gerek Medya Savunma alanlarındaki özgürlük gerillası, gerek HBDH bunun için savaşmaktadır.

Başta Kürt halkı olmak üzere halklarımız, faşist Türk devletinin "vatan millet" adına ileri sürdükleri milliyetçi, ırkçı, şoven, faşist propagandalarına itibar etmemeliler. Tüm bu söylemler faşist Türk sermaye oligarşisinin ve devletin sömürü ve erkek egemenlik düzenini ayakta tutmanın dışında bir karşılığı olmadığı anlaşılmalıdır. Vatan-millet kavramını ağzından düşürmeyen faşist AKP-MHP iktidarının Türkiye ve Kürdistan coğrafyasını, uluslararası sermaye, Türk sermaye oligarşisine, Beşli Çete'ye nasıl peşkeş çektiğini halkımız gördü. Mafya bozuntusu faşist Sedat Peker, ne diyordu; "Kim daha fazla milliyetçi gözüküyorsa, o kişi mutlaka pis işlere bulaşmıştır, mutlaka çalıp çırpmıştır." Bunu kim söylüyor, uzun bir zaman faşist Türk devlerine piyonluk yapmış, faşist mafya bozuntusu söylüyor. Türkiye'de devlet mafyalaşmıştır, mafya devletleşmiştir. Faşist şef bu mafya devletinin başıdır. Hulusi Akar, Süleyman Soysuz, Binali Yıldırım, Devlet Bahçeli de mafyanın diğer bileşenleridir. Bunu gizlemeye dahi gerek duymuyorlar.

İmera Fera Yeşilgöz: Kapitalist emperyalist sistem varoluşsal bir kriz içerisindedir. Bu kriz sıradan bir ekonomik kriz değildir. Bu krizin egemenler açısından varlık sorunu olduğu somuttur. Sorunun çözümünü ülke içerisinde sınır tanımayan baskı politikalarında görmekte iken ülke dışında sınır ötesi gerçekleştirdiği işgal operasyonlarında görmekteyiz. Bu operasyonların ülke içerisinde geri dönüşü işçilere, halklara daha fazla yoksulluk, işsizlik, gençlere geleceksizlik, kadınlara ise şiddet olmaktadır. Devlet ile halk arasında, işçi sınıfı ile burjuvazi arasında bir uzlaşmadan bahsedilemez. Birinin varlığı bir diğerinin varlığının karşısındadır. İşçi sınıfı ve tüm ezilenleri, halkları, gençleri, kadınları her gün daha da yoksullaştıran, yok eden, hiçleştiren bu sisteme karşı topyekun mücadele etmeleri gerekir. Bu mücadelenin en önemli ayaklarından birini ise AKP-MHP faşizminin işgal politikalarının, savaş politikalarının karşısında durmak oluşturmaktadır. AKP-MHP faşizmi bugün Bakur Kürdistan'da, Rojava Kürdistan'da ve Başur Kürdistan'da çok kapsamlı bir savaş konsepti yürütmektedir, işgal saldırısı gerçekleştirmektedir. Hazinenin büyük bir payı bu savaşa ayrılmaktadır. Bütçe savaş bütçesi olarak düzenlenmektedir. Bu alanlarda kullanılan her bir bombanın parası halkın sofrasından çalınmakta, halkın boğazından kesilmektedir. Ve zam üstüne zam uygulamalarıyla bu kirli savaşın, krizin faturası işçi sınıfı ve tüm ezilenlere kesilmek istenmektedir. Bugün, Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da yoksulluğun temel nedeni, savaş politikalarının sürdürülmesinde görülmelidir. Burada, bu nedenle de tüm ezilenlerin, işçi sınıfının, halkların savaş politikalarının karşısında durma mücadelesini güçlü bir şekilde örgütlemesi gerekmektedir.

İşgal saldırıları bu savaşın bir boyutudur. Diğer bir boyutu ise Medya Savunma Alanları başta olmak üzere genel olarak Kürdistan'a gerçekleştirdiği saldırı konseptidir. Öncelikle AKP-MHP faşizmine karşı verdiğimiz devrimci savaşta ölümsüzleşen tüm yoldaşlarımızı saygıyla anıyor, bugün bu savaşta mevzilerde çarpışan, dövüşen tüm yoldaşlarımıza, tüm devrimcilere en içten devrimci duygularımla selamlarımızı iletiyorum. 24 Nisan 2021 tarihinde AKP-MHP faşizmi Medya Savunma Alanlarına dönük çok kapsamlı bir saldırı konsepti başlattı. Nisan 2022 tarihinden itibaren de bu saldırının daha da derinleştirilmiş, daha da ağırlaştırılmış biçimiyle günümüzde de sürmektedir. Bu operasyonlar yalnızca Türkiye'nin gerçekleştirdiği operasyonlar olarak görülmemelidir. Aynı zamanda NATO ve Avrupa devletlerinin desteğiyle sürmektedir. Bu yönüyle bu savaş, emperyalizme karşı sürdürülen bir savaştır. Bugün bu saldırıların gerçekleşmesinin en temel nedenleri arasında işgalci Türk ordusunun büyük bir yenilgisiyle sonuçlanan Gara/Siyane zaferinin intikamını almak, Rojava Devrimini boğmak, Bakur'da eylem alanlarını sınırlamak gibi amaçları olsa da esas amaç başta PKK olmak üzere Birleşik Devrim Hareketi'nin örgütlerinin topyekun tasfiyesi, MSA'nın işlevsiz kalması ve Kürt halkının topyekun imhasıdır. Düşmanın hedeflerine ulaşması yalnızca Kürdistan devriminin değil, aynı zamanda Türkiye devriminin de boğulması anlamına gelecektir.

Şu da bilinmelidir ki bugün devrimci hamlelerimiz kapsamında faşizme karşı verilen özgürlük mücadelesinde, özgürlük gerillaları ortaya koymuş oldukları mücadeleyle, devrim değerlerimizi, dağlarımızı sonuna değin savunacağımızı göstermiş bulunmaktadır. Devrimci hamlelerimizin mücadele çizgisini komutan Şoreş Siyane'de; komutan Serhat Mamreşo'da; komutan Hejal Zendura'da oluşturmuşlardır. Bu dağlar bu zamana değin binlerce gerillanın, binlerce devrimcinin kanıyla, canıyla, emeğiyle özgürleştirilmiş devrim alanlarıdır. Bu zamana değin ortaya koyulan mücadeleyle net olarak gösterilen bir şey vardır ki o da gerilla, düşmana aman tanımamıştır ve tanımayacaktır. Yapılması gereken en önemli görev ise oluşturulan bu mücadele çizgisinin aynı devrimci kararlılık ile, aynı devrimci irade ile Türkiye ve Kuzey Kürdistan sokaklarına taşınmasıdır.

Bugün gerilla dağlarda olmak üzere bütün alanlarda üzerilerine düşen görevi layığıyla yapmaya çalışmaktadır. Var güçleriyle savaşı sürdürmektedir. Yapılması gereken savaşın bu sıcaklığıyla tüm faşist odakları yakmaktır, küle çevirmektir. Deyim yerindeyse bu devrimci iradeyi kuşanarak sokakları mahşer yerine dönüştürülmesi hedeflenmelidir. Bugün MSA, aynı zamanda birleşik devrim mevzilerimizdir. MSA'da işgalci Türk ordusunun gerçekleştirmiş olduğu bir tepeye indirme, aynı zamanda Türkiye'de kolluk güçleri tarafından zapt edilmiş bir sokak olduğu bilinmelidir. Eğer bugün MSA'daki işgale karşı mücadele gücü gösteremezsek yarın AKP-MHP faşizmi bunun bedelini işçilere, yoksullara, kadınlara daha fazla zulüm, baskı, faşizm olarak ödetecektir. Bizler burada HBDH gerillaları olarak, siper yoldaşlarımız HPG ve YJA-Star gerillalarıyla faşizme karşı verilen bu savaşta sonuna değin mücadele sözümüzü yeniliyoruz. Aynı zamanda bu mücadelenin ateşiyle Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da tüm faşist odakları, düşman odaklarını hedefleyeceğimizi bir kez daha belirtiyoruz.

Bütün HBDH ve KBDH milislerine büyük görevler düşmektedir. Bugün düşman, bu alanlara tüm tekniği ve gücüyle saldırı düzenlemektedir. Ve bunun en büyük araçlarından birini de kimyasal silah kullanımı oluşturmaktadır. AKP-MHP faşizmi bugün kimyasal silahlarla, kimyasal bombalarla üzerimize saldırmaktadır. Bugün faşizmin üzerimize kullandığı, şikeftlerimize kullandığı kimyasal silah kullanma pratiğinin 2. Dünya Savaşı'nda Hitler faşizminin, onbinlerce insanı katlettiği gaz odaları pratiğinden ne farkı vardır? Herbest ve Baz yoldaşlarımızın kimyasal silah kullanımı sonrasındaki durumlarını gösteren görüntüleri tüm dünya izledi. Kendisine "insanım" diyenler bu görüntülere kayıtsız kalabilir mi? Bir insan bunu yapabilir mi? Herbest ve Baz yoldaşlarımızın görüntüleri bugün AKP-MHP faşizmine karşı tüm halkları ve ezilenleri, faşizme karşı seferber etmenin temelini oluşturmaktadır. Eğer bugün faşizme karşı bir mücadele gerekçesi arıyorsak, Herbest ve Baz yoldaşların görüntülerindedir. O yoldaşların son nefeslerine kadar gösterdikleri mücadelenin kendisindedir. Bize bu yolu eylem pratikleriyle açan, aynı zamanda duyulan bu öfkeyi, yoldaşlarımızın gösterdiği mücadele çizgisini ülke sokaklarına taşıyan HPG gerillaları Sara ve Ruken yoldaşlar olmuşlardır. Sara ve Ruken yoldaşların Mersin/Mezitli'de gerçekleştirdikleri fedai eylem bir kez daha mücadele çizgisinin nasıl örgütlenmesi gerektiğini ortaya koyan bir niteliğe sahiptir. Yoldaşlarımız bugün, düşmanın 'inlerine girdik' dedikleri yerden Garê'den çıkıp düşmana büyük vurmayı başarmışlardır. Her an gelebilirizi, her an vurabilirizi göstermişlerdir. Sara ve Ruken yoldaşlarımızın gerçekleştirmiş olduğu fedai eylem çizgisi yalnızca düşmanı vurmak olarak görülmemelidir. Bu eylem aynı zamanda tüm devrimcilere, tüm halklara harekete geçme çağrısıdır. Devrimcilerin, halkların, kadınların özellikle de her gün daha fazla katledilen, mücadele alanları daraltılmak istenen kadınların, bu iki kadın gerilla yoldaşımızın eylem çizgilerini kendilerine irade olarak tanımaları gerekmektedir. Sara ve Ruken yoldaşlar eylem öncesi yayınlanan görüntülerinde "Siyane zaferini Türkiye'ye taşımaya gittikleri"ni söylemişlerdir. Bu da aynı şekilde bir kez daha bizlere MSA'daki mücadelenin Türkiye sokaklarındaki mücadeleyle, Kuzey Kürdistan sokaklarındaki mücadeleyle bütünselliğini ortaya koyar niteliktedir. Yoldaşlarımızın eylemini ve gösterdikleri devrimci iradeyi en devrimci duygularımızla selamlıyoruz, saygılarımızı, minnetlerimizi belirtiyoruz.

Buradan bir kez daha halkalarımıza, ailelerimize, yoldaşlarımıza sesleniyoruz. Bu zamana kadar ki gösterilen mücadeleyi önemli buluyoruz, ancak yeterli görmüyoruz. Yoldaşlarımız da, ailelerimiz de, halklarımız da yeterli görmemelidir. Bugün buralarda hedeflenen, katledilenler bu halkın evlatlarıdır, bu halkın devrimcileridir. Bu anlamda da mücadelenin en yüksek çizgide örgütlenmesi, faşizme geri adım attırıcı eylemselliklerin örgütlenmesi hedeflenmelidir.

Bilindiği üzere AKP-MHP faşizmi iç güvenlik gerekçesi ile, Rojava Devrimini boğmak istemektedir. Efrîn ile başlayan, Serêkaniyê ve Girê Spî ile devam eden işgal operasyonlarına bir yenisini daha eklemek istemektedir. Birçok yönüyle kendisinin tezgahlamış olduğu, ayyuka çıkan İstiklal patlamasını son olarak gerekçe göstererek, Kobanê'ye dönük kapsamlı hava saldırıları başlatmıştır. Gerçekleştirdiği hava bombardımanlarında hem halkımızdan hem de askeri kuvvetlerden yaşamını yitiren arkadaşlarımız, yoldaşlarımız olmuşlardır. Bugün AKP-MHP faşizminin hedeflediği Rojava Devriminin topyekun boğulmasıdır. Çünkü Rojava Devrimi, Türkiye'deki devrim mücadelesine bir soluk, yol açmıştır, güç olmuştur. AKP-MHP faşizmi, bu devrimin gücünü, iradesini kendi iktidarına büyük bir tehdit olarak görmektedir. Çünkü egemenler şunu iyi bilmektedirler ki, Rojava'da yenilen DAİŞ çetesi, kendi iradelerinin silahlı gücünü oluşturmaktaydı. Bugün DAİŞ çeteleri AKP'nin vuruş gücü olarak Rojava'da halklara, kadınlara, çocuklara katliamlar gerçekleştirmekteydi. Bu anlamda yenilen yalnızca DAİŞ çeteleri olmadığı, aynı zamanda AKP iktidarı da olduğu bir kez daha somutlanmıştı. Erdoğan aç kurtlar gibi ağzını açmış "Kobanê düştü, düşecek" derken, Kobanê'nin ardından bütün Rojava topraklarının DAİŞ çetelerinden temizlenmesi, elbetteki faşizmin iktidarını sarsan bir pratik olmuştu. Bugün dünyanın en korkunç, en vahşi, katliamcı, tecavüzcü, barbar DAİŞ çetesine karşı mücadele gücü gösteren YPG, YPJ ve enternasyonal devrim güçleri olmuştur. Devrimin olası bir tehdide karşı savunusunu yapmaya hazır olan elbetteki bu güçler olacaktır. Devrimi boğmaya çalışanların karşılaşacağı irade, karanlığı moleküllerine ayırırcasına gerçekleştirdiği fedai eylemle zafere giden yolu bize açan yeni Arin Mirkanlar olacaktır, yeni Avesta Xaburlar olacaktır.

Rojava Devrimi büyük bedeller ödenerek ve ödetilerek kazanılmış bir devrimdir. Yenilgisi de bu yönüyle kabul edilmeyecek bir devrimdir. Elbette Rojava Devriminin savunusunu yalnızca Rojava'dan yapmak yetmez, Kobanê yalnızca Kobanê'den savunulmaz. Bunun için tüm Türkiye ve Kuzey Kürdistan sokaklarının tıpkı Ekim serhildan ruhuyla harekete geçmesi ve aynı ruhla Rojava Devrimini sahiplenmesi, bu mücadeleyi Türkiye ve Kuzey Kürdistan sokaklarına taşıması gerekmektedir. Bizler, Türkiyeli ve Kuzey Kürdistanlı devrimciler olarak, bir kez daha Rojava Devrimini başından sonuna değin, nasıl ki devrim hamlelerinde yer aldıysak, devrimin savunusu hamlelerinde de yer alacağımızı bir kez daha belirtiyoruz.

Ferzad Can: Söylemek istediğimiz esasen şudur: Dün olduğu gibi bugün de bu faşist Türk devletinin halkımıza, işçilere-emekçilere, kadınlara ve gençlere sömürü ve zulümden başka verebilecek bir şeyi yoktur. Sömürü ve zulümden kurtulmak için de mücadele etmekten, direnmekten, savaşmaktan başka çıkar yol yoktur.

Halklarımızın, işçi ve emekçilerin korku duvarını yıkmaları gerekiyor. Bu faşist düzene karşı ayağa kalkmalıdırlar. Tıpkı İran'daki politik islamcı molla rejimine başkaldıran İran halkları, işçi ve emekçileri, kadınları ve gençleri gibi... Faşist Türk devleti, AKP-MHP faşist iktidarı sanıldığı gibi güçlü değil. Bu kadar saldırgan olması güçlü olmasından değil, tam tersine güçsüz olmasından kaynaklanıyor. Karşımızda, devrimci bir kitle şiddeti karşısında yıkılacak kumdan kaleden başka bir şey yok. Gezi-Haziran Ayaklanmasının faşist Türk devleti, faşist şefte yarattığı korkuyu hatırlayalım. Bu sadece Türk devletini, faşist şefi değil emperyalistleri de korkutan bir ayaklanmaydı. Gezi'de direnenlere yönelik olarak devletin faşist şefinin katliamcı bir tutum içerisine girmesi de bu korkunun bir sonucuydu. Zap'ta, Avaşîn'de, Metîna'da işgalci faşist Türk ordusunun çaresizliğine burada tanıklık ettik. Gerilla karşısında çaresiz kalmasından dolayı yasaklanmış ve insanlığa karşı işlenmiş suçlar kapsamında değerlendirilen kimyasal silahları kullanmaktan kaçınmadılar. Gerilla karşısındaki başarısızlıklarını gizleme adına asker ölülerine dahi sahip çıkmadıklarını görüyoruz. Kendi asker ölülerini ya uçaklarla bombalayarak, parçalayarak yok ettiler. Ya da üzerine benzin dökerek yaktıklarına tanık oluyoruz. Bu görüntüler kamuoyuyla da paylaşıldı. Emperyalistler de tüm bu olanları görmezden geldiler. Dün olduğu gibi bugünde faşist Türk devletinin suçlarına ortak oldular.

Tüm halkımızı HBDH bayrağı altında birleşmeye, mücadele etmeye çağırıyoruz. Özellikle genç kadın ve erkekler dağlardaki ve şehirlerdeki gerilla-milis güçlerimize katılmalıdır ve destek vermelidir. Bu sömürgeci, soykırımcı, kapitalist, faşist, erkek egemen düzeni ayakta tutan tüm kurum ve kuruluşları devrimci şiddetimizin hedefi haline getirmeliyiz. Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da devrimci şiddet ve kitle şiddetinin bu denli meşru olduğu bir dönem daha olmamıştır. Çünkü faşist Türk devleti ve faşist AKP-MHP iktidarı halklarımıza, işçilere, emekçilere, ezilenlere, başta Alevi Kızılbaş halkımız olmak üzere farklı inanç ve ulusal topluluklara silaha sarılmaktan başka bir alternatif sunmamaktadır. Biz de özgürlüğü elde edene kadar bu hakkı kullanmakta kararlıyız. Kürt özgürlük hareketi ve birleşik devrim hareketimizin de yaptığı budur. Ta ki sömürgeci, faşist, erkek egemen düzen yıkılana kadar.

İçinden geçtiğimiz süreç özelde kritik bir süreç. Aynı zamanda saldırıları püskürtecek bir birleşik cephe bakımından da önemli devrimci olanaklar sunmaktadır. Eğer bu gerçeği görmez ve kavrayamazsak, bugün kendimizi yeniden konumlandıramaz, hız ve tempomuzu buna göre örgütleyemezsek çok önemli fırsatları kaçıracağımız gibi, süreç aleyhimize de dönüşebilir. Bütün ilerici, devrimci kuvvetlerin geçmekte olduğumuz bu kritik ve özel sürecin ihtiyacına göre konumlanması; faşist rejimden hesap sorma, koparıp almada ısrarlı olması bu sürecin en önemli tarihsel ve siyasal görevidir. Biz o bedel kapılarından geçmeyi göze alan bir duruş sergileyemezsek devrimci sürece müdahale edemeyeceğimiz açıktır. Birleşik Devrim Hareketi olarak ilerlemenin, devrimci bir odak haline gelmenin yolu da buradan geçmektedir. Bu direnişi daha fazla büyütmemiz gerekiyor. Zafer mutlaka bizim olmalıdır. Buradan diyoruz ki: Faşizm kaybedecek, halklarımız kazanacak! İşçiler, emekçiler kazanacak! Kadınlar kazanacak! Ve buradan diyoruz ki "ileriye, daha ileriye!"

İmera Fera Yeşilgöz: Bilindiği üzere İran'da ahlak polisi adı verilen devriyeler tarafından Kürt kadın Mahsa Amini'nin işkenceyle katledilmesinin ardından İran'da ve Rojhilat Kürdistan'da gün geçtikçe büyüyen protesto gösterileri örgütlendi. Başkaldırının örgütleyici gücü kadınlar oldu. "Jin, jiyan, azadi" sloganı ile kadınlar öncülüğünde halk sokakları zapt etti. Çok geçmeden dünyanın birçok kesiminde kadınların isyan çığlığı karşılık buldu. Ve, "jin, jiyan, azadi" şiarı dünyanın her yerinden kadınların ortak mücadele, özgürlük sesine, isteğine, haykırışına dönüştü. Bugün dünyanın her yerinde kadınlar erkek şiddeti ile katledilmektedir. Mahsa Amini'nin katledilişinin ayırt ediciliği ise bozkırı tutuşturan kıvılcım olmasında gizlidir. "Katledilen her kadın isyanımızdır" sözünün somutlaşmasında gizlidir. Mahsa Amini, bugün patriyarkal kapitalizme karşı ve erkek-devlet şiddetine karşı verilen mücadelenin adı olmuştur, sembolleşmiştir. Mahsa Amini'nin "Jin, jiyan, azadi" şiarıyla yeryüzüne duyurduğu isyanın çığlığı kadınların saçlarını dalgalandıran özgürlük esintisine dönüşmüştür. Akabinde kadınların saçlarının rüzgarı toplumsal özgürlük fırtınasına dönüşmüştür. Bugün faşist molla rejimine karşı öfke duyan kadınlar, tüm kesimlerin ayağa kalkmasını, hareket etmesini, eylemle buluşmasını sağlayan güç olmuştur. Bu yönüyle de aslında bizlere Gezi Direnişini anımsatmaktadır.

Türkiye ve İran birbirine benzeyen ülkelerdir. İran'da, Türkiye'de olduğu gibi özgürlük, temel problemlerden biri. Ve aynı zamanda devrimin temel dinamiklerinden biri. İran'da da Türkiye'de olduğu gibi her türden demokrasi istemine ve özgürlük talebine çok sert yanıt verilmektedir. Tutuklamalar, baskılar, katliamlar yaşanmaktadır. İran'da da bu pratikler Türkiye'de olduğu gibi mevcuttur. Son açığa çıkan pratikler de bunun ispatıdır. Faşist molla rejimi, Türkiye'de Erdoğan rejiminde olduğu gibi topluma, halka, kadına her türden müdahaleyi reva gören bir rejim. Türkiye'de bu baskı, Gezi Ayaklanmasının oluşum koşullarını açığa çıkarmıştı.

İran'daki ayaklanmanın devrime evrilip evrilmeyeceği sorusu mücadelenin, ayaklanmanın örgütlülüğüne ve devindirici kuvvetlerin, dinamiklerin sürekliliğine bağlıdır. Şu anda gelmiş olduğu aşamada dahi, iktidarı sarstığı açıkça görülmektedir. Gelişen idamlarla beraber faşist molla rejimi eylemlere katılan birçok kişiyi katletmeye başladı. Bu, halktaki öfkeyi daha da ayyuka çıkardı. Bugün şu görülmektedir; bu ayaklanma bu saatten sonra bir adım geri attığında karşılaşacakları pratiğin bu olacağının açık göstergesidir. Bugün tek tek yaşanan idamlar, yarın toplu idamlara dönüşecektir. Bu nedenle bu mücadelenin mutlaka zafere değin sürmesi gerekmektedir.

Aynı zamanda bu ayaklanmada, üzerine vurgu yapılması gereken, altı çizilmesi gereken nokta kadınların bedenine, kimliğine, yaşam tarzına dönük geliştirilen bir müdahalenin toplumsal özgürlük talebiyle bütünleşmesidir. Biz bunun yansımalarını Türkiye'de 25 Kasım meydanlarında gördük. İktidarın faşist, yasaklayıcı politikalarına karşı, 25 Kasım meydanlarının yasaklanmasına karşı kadınlar "Jin, jiyan, azadi" şiarıyla sokaklara indiler. Mahsa Amini'nin yaktığı mor ateşin, bu anlamıyla, 25 Kasım meydanlarını tutuşturduğunu söyleyebiliriz. Mirabellerden Zahidelere, İdillerden Mercanlara, Aynurlardan Sarinlere kadınların çığlığı, isyanı, direniş ateşi meydanları tutuşturmaya devam ediyor. İsyanı, mücadeleyi yükseltmeye devam ediyor. Faşizmin karşısında sürekli olarak mücadele dinamiklerini geliştiren, alanları koruyanın kadın kurtuluş mücadelesi olduğunu bir kez daha görüyoruz. Bugün faşizm, baskı politikalarıyla, birçok devrimci odağı sınırlayabiliyorken, sistem içi faaliyetlerle daraltabiliyorken kadın kurtuluş mücadelesi önüne kurulan tüm barikatları yıka yıka ilerlemeyi sürdürüyor. Yeni alanlar açmayı sürdürüyor. '80 darbesinde olduğu gibi faşizmin barikatları karşısında en devrimci temel dinamiklerden birinin kadın kurtuluş mücadelesi olduğunu söyleyebilmemiz mümkün. Elbetteki bu mücadeleyi sadece şehirlerle tariflemek yetersiz olur. Bu mücadelenin bir boyutunu da dağlardan kadın gerillalar olarak, KBDH gerillaları olarak bizler oluşturmaktayız. Bugün dağlarda verdiğimiz faşizme karşı mücadele yalnızca bu alanlarla sınırlı olarak görülmemelidir. Bugün bizlerin buralarda imha ettiği her bir mevzinin Türkiye sokaklarında geriletilen, aşılan bir düşman barikatı olduğu kavranmalıdır.

Türkiye ve Kuzey Kürdistan'daki kızkardeşlerimizin, kadınların, LGBTİ+'ların mücadele çığlıkları nasıl ki burada bizlerin namlularına mermi oluyorsa, bizlerin namlularından çıkan her merminin sesi de orada kadın barikatlarını güçlendirdiğinin, mücadeleye ses kattığının bilincindeyiz. Bunu hissediyoruz. Lakin yeterli görmüyoruz. Bu zamana kadar gösterilen pratikler elbetteki önemlidir. İstanbul Sözleşmesine karşı açığa çıkan direniş elbetteki önemlidir. Fakat bugün İstanbul  Sözleşmesi, Türkiye ve Kuzey Kürdistan sokakları için Mahsa Amini, jin, jiyan, azadi direnişine dönüştürülebilirdi. Bu yönüyle de bizim çağrımız kadın kurtuluş mücadelesinin daha da militanlaşma çağrısıdır. Bugün kadınlara LGBTİ+'lara her türden şiddeti gösteren bu erkek egemen sisteme, patriyarkal sisteme karşı mücadele odaklarını daha da militanlaştırmak gerektiği açıktır. Kadına karşı, LGBTİ+'lara karşı gösterilen şiddetin bedeli olduğu ve bu bedelin ödetileceği somutlanmalıdır. Ve bu bedel elbetteki iktidarın temsilcilerine ödetilmelidir, aynı zamanda kurum ve kuruluşlarına ödetilmelidir. Bizler KBDH olarak tüm kadınlara, patriyarkal kapitalizme karşı verilen bu kavgada mücadele bayrağını KBDH saflarında yükseltmeye çağırıyoruz. Kadın gerillalar olarak dağlarda verdiğimiz bu mücadelenin, şehirlere taşınması çağrısında bulunuyoruz. İşgalciliğe karşı, patriyarkal kapitalizme karşı, erkek devlet şiddetine karşı mücadele bayrağını KBDH saflarında yükseltmeye çağırıyoruz.

Son süreçlerde basına düşen, Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da büyük yankı uyandıran Hiranur Vakfı'nda yaşanan sistematik tecavüz vakasına da son olarak değinmek istiyorum. İsmailağa Cemaati'ne bağlı Hiranur Vakfın'da yaşanan tecavüz vakasına karşı bütün kadınların, LGBTİ+'ların sokakları mahşer yerine döndürmesi gerekmektedir. Geçmişte bunun benzerine Ensar Vakıflarında tanıklık ettik. O dönemde de Ensar Vakıfları temel hedeflerimizden biri olmuştu. Bugün Hiranur Vakfı da kadın kurtuluş mücadelesinin temel hedeflerinden biri olmalıdır. KBDH milislerinin temel hedeflerinden biri olmalıdır. Bugün bunun sistematikleşmesini sağlayan bizzat devletin kendisidir. Bu vakıflara izin veren, ilişkide olan AKP-MHP iktidarının kendisidir. Elbetteki biz tecavüzcülerin cezalandırılmasını, elbetteki biz adaleti her gün 5 kadının öldürüldüğü ülkede, her gün onlarca kadının tecavüze uğradığı ülkede, her gün onlarca çocuğun istismara uğradığı ülkede yargı mekanizmalarında bulunanlardan ve bu yargı mekanizmalarına emir verenlerden beklemeyeceğiz. Kadınların adaletini, devrimci adaleti kendimiz sağlayacağız. Sorumluların cezalandırılmasına değin bu mücadelenin peşini bırakmamamız gerekmektedir. Ve bunu Türkiye ve Kuzey Kürdistan için adeta ateşi körükleyen bir kıvılcıma dönüştürebilmek de kadın kurtuluş mücadelesinin, kadın örgütlerinin ellerindedir.

Ferzad yoldaş Türkiye ve dünyadaki politik durumu önemli hatlarıyla belirtti, açıkladı, gerekli çağrıları yaptı. Bende özellikle Alevilere dönük birkaç şey söylemek isterim. Tarih boyunca egemenler kendilerinden olmayanları baskı ve zor yoluyla baş eğdirmeye çalışmış, başarısız olduklarında ise bir dizi katliamdan geçirmişlerdir. Alevi kültürü, taşıdığı değerler bakımından doğal toplum özellikleri, komünal özü bağrında taşımaktadır. Doğal toplum özellikleri ve komünal öz devlet yapılanmasıyla bire bir çelişmektedir. Bu nedenle Aleviler daima egemenlerin, iktidarların birincil hedefi olmuşlardır. Aleviler tehdit unsuru olarak görülmüştür. Akabinde de 'ilhakı binhar' denilen ateşte yakma cezasıyla cezalandırılmışlardır, katledilmişlerdir. Bunun örneğini tarihte engizisyon mahkemelerinde görüyoruz. Dönem içerisinde kilisenin buyruklarına itaat etmeyenler cadı ve kafir olarak adlandırılmış ve ateşte yakma cezası ile katledilmişlerdir. Aleviler tarih boyunca kendilerine gerçekleştirilen katliamlardan dersler çıkarmalı ve en geçerli cevabı da örgütlü mücadeleyi yükselterek vermelidirler.

Bu esasta da "Devletin Alevisi olmayacağız" şiarıyla yola çıkan Devrimci Kızılbaşlar Hareketini tüm devrimci duygularımla selamlıyorum. Aleviler kendilerini her gün yok etmeye, katletmeye dönük sisteme karşı örgütlü mücadele olmaksızın kendi varlıklarını sürdüremeyeceği bilincine vardırmalıdırlar. Kendilerine yönelik gelişen her türden katliam, şiddet politikasına karşı cevabı, sokakta mücadeleyi yükselterek vermelidirler. Ferzad yoldaşın da ısrarla belirttiği üzere, bugün tankıyla, topuyla, kimyasalıyla, her türden envanteriyle üzerimize saldıran faşist iktidara karşı, bizim mücadelemiz başta Aleviler olarak kesinlikle silahlı olmalıdır. Sivaslı, Kızılbaş bir Alevi gerillası olarak söylüyorum ki; bugün bizim silahımız, bugün bizim zülfikarımız elimizde tuttuğumuz silahlarımızdır. HBDH, Alevilerin kendi varlığının mücadelesinin zeminini açan, örgütlenmesinin önünü açan yegane örgütlenmedir. Bütün Alevileri HBDH saflarında örgütlenmeye çağırıyoruz. HBDH Kızılbaş Milislerine katılmaya çağırıyoruz.

Bu uğurda, faşizme karşı verdiğimiz savaşta zafere değin 'Mazluma can, zalime zülfikar" diyoruz. Bozuk düzende sağlam çark olmaz, bu düzeni yıkmalı ve değiştirmeliyiz. Bu mazlum halkın ahı alınmalıdır diyen, baş eğmeyen Pir Sultan Abdal'ın yolundayız. Bütün canları HBDH saflarında zülfikarı kuşanmaya çağırıyoruz. Başta Maraş Katliamı olmak üzere, Sivas Katliamında, Dersim Katliamında katledilen bütün canlarımızın intikamı olduğumuzu belirtiyoruz. HBDH ile 'ileri, daha ileri" diyoruz.