18 Eylül 2024 Çarşamba

Yasemin Şengül yazdı | Adanmış devrimcilik çıtası

Adanmış devrimcilik, bilinçli ve kasıtlı biçimde, haricinde hiçbir şeyin kalmamacasına bütün hücrelerinle kendini bir amaç için ortaya koyabilmektir. Adanmak yüksek bir ülkü için kendindeki bireyi öldürmeyi göze almaktır. Bu ölüm, bir Anka kuşu gibi onun küllerinden kendini yeniden yaratım sürecidir.

Birkaç gün önce "Kavganın Işıklı Yamaçlarında" romanını okurken orada atıfta bulunulması nedeniyle yeniden hatırladım Sabahattin Ali'nin Değirmen hikayesini. Hikaye şöyle başlar:
"Sen aşkın ne olduğunu bilir misin adaşım, sen hiç sevdin mi?... Bir bıçak alarak kolundaki ve bacağındaki adalelere saplamak ve böylece bir nehre atılarak yüzmek elinden geliyor mu? Bir şehrin adamlarını öldürmek cesareti sende var mı? Bir minareye çıkarak bütün dünyaya işittirecek kadar kuvvetle bağırabilir misin? Aşk sana bunları yaptırabilir mi? İşte o zaman sana seviyorsun derim… Sen sevgiline ne verebilirsin sanki? Kalbini mi?
"Göğsünü yararak o eti oradan çıkarır ve sevgilinin önüne atarsan o zaman kalbini vermiş olursun... Siz sevemezsiniz adaşım, siz şehirde yaşayanlar ve köyde yaşayanlar; siz, birisine itaat eden ve birisine emredenler; siz, birisinden korkan ve birisini tehdit edenler... Siz sevemezsiniz."

Ve başlar sevmek üzerine anlatmaya… Hikaye, klarnet çalışı ve yakışıklılığı ile nam salmış bir Roman genci ile yörenin köylülerinden olan ve bileği olmayan bir genç kadının aşkını anlatır. Genç kadın tüm uzuvları yerli yerinde olduğu için kendisinden üstün gördüğü erkekle sevgili olamayacağını düşünür ve genç erkeği reddeder. Bunun üzerine genç erkek kolunu değirmen taşına verir. Ve artık onun da kolu yoktur. Sabahattin Ali sorar, "sen aşk için neyinden vazgeçtin? Kolundan vazgeçtin mi mesela" ve devam eder, "Sen daha kendinden vermeyi bilmeden aşktan bahsedemezsin." Tekrar sorar: "Sen kendinden ne kadar vereceksin!" Yıllar önce bir mektubunda Yılmaz Behrareş bahsetmişti bu hikayeden ve böylece tanışmıştım.

Teşbihte hata olmaz diyerek buradaki kendinden vermeyi, amaçlarına aşkla bağlanmış adanmış bir devrimcinin kendisinden vermesine benzetirim. Gerçekten kendimizden vermeye ne kadar cesaretliyiz? Kendimizi, ataerkiye, kapitalizme, sömürgeciliğe ve faşizme karşı mücadelede nerede konumlandırıyoruz? Bu 10 Eylül'de devrim ve sosyalizm mücadelesine aşkla bağlı olmakla kendinden vermenin doğru orantısını analiz edelim. Gerçekten amaçlarımıza ne kadar bağlıyız? Amaçlarımız uğruna kendimizi feda etmenin bilinçli bir eylemcisi olabiliyor muyuz? Adanmış devrimcilik kıstasından bakalım eylemli duruşumuza. Gayrısı lafügüzaf!

Xebat yoldaş, TKŞ Kobanê Meclis üyesidir. Çocukları olan, 30'lu yaşlarında genç bir yoldaş. Sömürgeci faşist Türk devletinin Yılmaz yoldaşı hedefleyen saldırısında Xebat yoldaş da ağır yaralanır. Bir kolu bir bacağı kopar. Uzun zaman yatağa bağımlı kalır. Bu süreçte Yılmaz yoldaşın ölümsüzleştiği bilgisi kendisine verilmez. Tedavi gördüğü söylenir. Xebat yoldaş: "Bir kolum bir bacağım Yılmaz yoldaşa feda olsun. Düşman hedefine ulaşamadı asıl mühim olan bu" diyerek moral ve motivasyonunu hep yüksek tutar. Biraz toparlandıktan sonra Yılmaz yoldaşla ilgili gerçeğin bilgisi verilir. Derin bir sarsıntı geçirir, fakat yıkılmaz. "Şimdi daha çok çalışmam gerek" talimatı verir kendi kendine ve talimatına uyar. Şimdilerde protez bacağı ve akülü arabasıyla toplantılara, aile ziyaretlerine katılıyor, Serkeftin ve Raperîn gazetelerinin dağıtımında, afiş, bildiri vb. çalışmalarda yer alıyor. Aklıyla, yüreğiyle, emeğiyle katılıyor devrimci çalışmaya. "Pişmanlık duymak, ahlanıp vahlanmak yok pratiğinde" diyor yoldaşları.

Kendi gerçeğinin farkında değil mi? Elbette farkında ama bunu kendisinde, yoldaşlarında, partisinde bir yüke dönüştürmüyor. Devrimci olmanın, ölümsüzlere bağlılığın alameti farikası olarak görüyor durumu. Bir savaş partisine gönül vermiş olmanın bilincinde. Savaş dediğimiz de bir internet oyunu değil nihayetinde. Ölmek, öldürmek, yaralanmak, kazanmak, yenilmek, incinmek, yerinden olmak, kaos ve daha birçok şeyi içeriyor. Yani savaşan ve direnen parti, bir söz kümesi değil. Gerçeğin katıksız hali. Peki direnen ve savaşan partinin adanmış kadrosu kimdir ve Xebat yoldaşa kim nasıl öncülük ve önderlik edebilir?

ÖLÜMSÜZLERE YOLDAŞ OLMAK
Suruç'un hesabını sormak için yanıp tutuşmasaydı yürekleri, Berçem Berçem olmaz, Ekin de Ekin olmazdı. Ozan yoldaş, onsuz çok zorlanacağını bildiği annesini geride bırakarak FESK gerillası olmaya karar vermişti. Dönülmez bir yolda ilerlediklerini elbette ki biliyorlardı. Şafak yoldaş bir yol bulmak, bir yol açmak için sınırlara hücum ettiğinde ne yaptığının farkındaydı.

Roza yoldaş, o kamera karşısına geçtiğinde neyin ilanını yaptığını biliyordu. Sarin yoldaş, o çiçekleri başına taç ederek savaş mevzisine gittiğinde, bir daha dönemeyeceğini bilecek kadar savaş gerçekliğinin içindeydi. Onlar kadar bilgece, umutla, şevkle, emekle sarılıyor muyuz görevlerimize?

Berçem'e, Şirin'e, Ozan'a, Firat'a, Sarya'ya, Şafak'a, Sarin'e, Roza'ya, Raperîn'e, Destan'a, İsyan'a, Ivana'ya, Ferhat'a, Metin'e, Özgür'e, Ahmet'e, Baran'a, Yılmaz'a, Dilşer'e, Adil'e ve daha onlarca ölümsüzümüze kim nasıl yoldaşlık edebilir?

TUTSAKLARIN, HÜCUM RUHU, DIŞARIDAKİ YANKISI OLMAK
Ömrünün baharında tutsak düşmüş, büyük hayallerin ve eylemlerin insanı kaç yoldaş var hapishanelerde? Ağırlaştırılmış müebbeti boynunda bir değirmen taşı gibi taşımayan, başı dik onurla yürüyen, yılları bulan cezalardan sonra dışarıdakine umut veren güzellikte yaşayan kaç yoldaş var. Akılları ve yürekleri taze bir bahar dalı gibi narin, bir nehir gibi gürül gürül akmaya devam eden onlarca tutsak yoldaşla nasıl yoldaş kalınır?

Elbette, “ölmeyi ve hapisliği göze alamayanlar düşmesin bizimle yola”, diyebiliriz. Demeliyiz de. Ama her iki düzlemde anlık bir kararla ortaya çıkmaz, yaşamın toplamında verili gerçekliktir. Yani, "ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz". Biz susalım eylemimiz konuşsun!

Gram gram, santim santim vererek feda devrimcisi olunabilir mi? Hesap kitap işi midir adanmışlık! Terazinin bir kefesinde yürekleri avuçlarda yaşayanlarla, bir kefesinde böyle gram hesabı yapanların değerleri aynı ölçü birimiyle hesaplanabilir mi?

ÖZNELEŞMEK İÇİN 'BEN' TUTSAKLIĞINA İSYAN ETMEK, ZİNCİRLERİ PARÇALAMAK!
Az biraz duralım üzerinde…

Mülkiyetin özel karakteri toplumun bağrına bir ateş gibi düşeli, insan da toplumdan gayrı özelleşti. Kabileler aşiretlere, aşiretler aileye ve aile bireye indirgendi. Toplumsallaşarak insan olan canlı, parçalandıkça parçalandı, kendisine yabancılaştı. Adanmış devrimcilik birey olmaktan, bireysel alandan çıkmak, toplumsallaşmak, yani yabancılaşmaya karşı savaş açmaktır. Aslında bir bakıma öze dönüş, aslına rücu etmektir. Parçalanmış olmaya müdahale, yeniden tamamlanmaktır. Birey ve insan arasında yüzlerce yıldır derinleşerek devam eden çelişki, komünizm için mücadele ve aynı anlama gelmek üzere komünist insanın inşası için çözülme imkanı elde eder.

Adanmış devrimcilik, bilinçli ve kasıtlı biçimde, haricinde hiçbir şeyin kalmamacasına bütün hücrelerinle kendini bir amaç için ortaya koyabilmektir. Adanmak yüksek bir ülkü için kendindeki bireyi öldürmeyi göze almaktır. Bu ölüm, bir Anka kuşu gibi onun küllerinden kendini yeniden yaratım sürecidir.

Adanmış devrimcilik küçük burjuva duygu, düşünce ve pratiklerden tam bir kopuşu gerekli kılar. "Benim isteğim", "benim hakkım", "benim alanım", "benim yaşadıklarım", "benim görevim", "benim acım", "benim hasretim", "benim duygularım", "benim yoldaşım", "benim başarım/senin başarısızlığın… BEN, BEN, BEN! Êdî bes e! Adanmış devrimcilik değil bunları, bunların birini bile kaldıramaz. Feda devrimciliği bir an için, bir şey için değil daha bütünlüklü bir devrimcilik ve iddiayı gerekli kılar.

DEVRİMCİLİK SÖZÜN KALABALIĞINDA DEĞİL, EYLEMİN SADELİĞİNDE VERİLİDİR
Projektörü bazı eylemlere tutalım.

Her partizan şöyle düşünmeli; ben yapıyorsam, ben öyle yaşıyorsam, ben öyle katılıyorsam, ben öyle bağlıysam feda devrimciliği vardır. Yani, feda devrimciliği önce istemek, beklemek değil, önce yapmaktır, önce eylemektir. "Biri ne kadar yapıyorsa ben de o kadar yaparım" gibi bir virüs girmişse insanın kanına bu illet virüs bir an önce atılmalıdır bünyeden. Bu virüsle çok yol alınamaz çünkü.

İnsan kendini kendine mülk haline getirdiğinde, onun üzerinde tek söz sahibi olarak esas da kendini görür. Dokunulmazlık alanları yaratır. Özelleri olmaya başlar. Gündemleri ne kadarsa o kadar olur, içe büzüşür.

İnsan kendini kendinde biriktirmemelidir. Yani kendisi için güç biriktiren değil, kendisini, partisine, yoldaşlarına, devrime adayan ve onlarla birlikte güçlenen bir devrimcilik tarzını düstur eylemelidir adanmış devrimci.

Dar ilişki biçimleri içinde bağlanma ciddi ideolojik soruna dönüşür. Her devrimci kadro kişilere değil partiye bağlanmalıdır. Herkes birilerine bağlansa -ki bu çok masum görünebilir- hatta bazen kişiye doğrultuda kazandırabilir ama bu yine de dar ilişki tarzıdır. Özgürleştirmez, mülkiyetçi ilişki tarzı, kölece bağımlılık yaratır. Parti aleniyetinin yerine kişiler arası ilişki, sırdaşlık gelişir. Parti ortamı parçalanır. Gruplaşmalar yaşanır. Adanmış devrimcilik toplumsallaşma, bütünlük, bütünleşme iken bu pratik bölücü bir hal alır.

Adanmış devrimci, partinin amaç ve kararlarına amasız tam bir katılım gösterebilen, partiyi kendisinde var edebilen, ezilenlerin acısını aklıyla kavrayabilen, yüreğinde hisseden ve bunu kendisi için itici bir kuvvete dönüştürme gücü olandır.

Adanmış bir devrimci için yaşam, büyütüp geliştirmemiz gereken bir eylemdir. Ancak bunu göze alabilenler öncülük, önderlik görevlerini yerine getirebilir, ölümsüzlere, gazilere ve tutsaklara yoldaş olabilir, ezilen halklara öncülük ve önderlik hakkını kazanabilir.

Adanmış devrimcilik özgürlük iksiri içmek gibidir. Ve özgürlük her devrimci komünistin hakkıdır.