24 Eylül 2024 Salı

*Yakup Dal yazdı | Natürmort

Ödenekli tiyatro olarak da ifade edebileceğimiz Devlet Tiyatroları, aslında içinde yer aldığımız kapitalist sistemin doğal bir yansıması biçiminde hareket etmektedir. Devlet kendi ideolojik kıstasları çerçevesinde kuruma ödeme yapar, kurum da makbul kabul edilen oyunlar icra ederek kendi varlığını gerçekleştirmiş olur. Bu da bize aslında bugün konuştuğumuz meselenin çok daha büyük bir sistemsel sorun olduğunu, bunun sanat ve kapitalizm ilişkisi bağlamında düşünülmesi gerektiğini göstermektedir.

Niteliksiz aparatlar olarak Tamer K. lar'ın istiflenmesi ve kullanımı süreci sadece son kararnameyle değil, çok uzun zamandır maruz kaldığımız bir şey.  Aslında bu tipoloji ve toplamının oluşturduğu havuz, bir süredir hükümet eliyle "gerekli görülen" kurumların içinin boşaltımı sürecinin devamı ya da neticelendirilmesi için kullanılmakta ve bu kişiler çok da benzer özellikler taşımakta. Bu özellikleri; milliyetçilik, kadın düşmanlığı, seküler hayatlar yaşayıp geleneksel değerler üzerinden basında yer almak ve verilen görevi yapabilecek niteliklere sahip olmamak, olarak sıralayabiliriz. Elbette bu liste daha da uzatılabilir. Peki buna neden ihtiyaç duyuluyor?

Gerek AKP hükümeti, gerekse de sağ siyaset için, kültürel hegemonyayı kuramamak çok uzun süredir büyük bir mesele teşkil ediyor. Bu türden bir gücün ancak organik bir biçimde sanatın bizzat kendisinin üretimiyle mümkün olması sebebiyle de uzun bir süredir çabaları sonuçsuz kalmakta. Ne TRT bünyesinde yayınlanan büyük bütçeli hamasi tarih dizileri, ne de havuz medyası aracılığıyla ortaya konan dizilerdeki anlayış bu hayali gerçekleştirebilecek sanatsal güce sahip değil. Hatta bırakın bu güce sahip olmayı, alabildiğine komik denecek bir halde ve çoklukla da kamuoyu tarafından ti'ye alınarak ödüllendiriliyor. Bir türlü kurulamayan bu kültürel hegemonya sonunda kurumlara dönük açık bir düşmanlığa ve büsbütün mesnetsiz isimlerin yönetici yapılmasına sebep oldu. Yeni genel müdür Tamer K.'da bunun son örneği.

Peki yeni genel müdür tartışmalarından bağımsız olarak düşündüğümüzde, sahibinin sesi olarak Devlet Tiyatroları, hem sanata, hem de topluma ne katıyor? Bu soruyu iki açıdan ele alabiliriz. Kurumun tarihi bağlamında ve son 20 yıllık süreçte mevcut iktidar dönemi açısından.

Ödenekli tiyatro olarak da ifade edebileceğimiz Devlet Tiyatroları, aslında içinde yer aldığımız kapitalist sistemin doğal bir yansıması biçiminde hareket etmektedir. Devlet kendi ideolojik kıstasları çerçevesinde kuruma ödeme yapar, kurum da makbul kabul edilen oyunlar icra ederek kendi varlığını gerçekleştirmiş olur. Bu da bize aslında bugün konuştuğumuz meselenin çok daha büyük bir sistemsel sorun olduğunu, bunun sanat ve kapitalizm ilişkisi bağlamında düşünülmesi gerektiğini göstermektedir. Yine de kurumun tarihinde ve yakın zamanda sanatçılar ve o sırada devleti yönetenler arasında çatışmalar olduğunu görmekteyiz, genelde bu, ödeneği veren iktidarla, iktidarın istediklerini yapmakta ayak direten sanatçılar arasında gerçekleşmektedir.

Ayrıca ülkemizde tiyatronun tek parti döneminden itibaren, hatta burada Cumhuriyet öncesini de düşünebiliriz, sürekli bir devlet propagandası aracı olarak kullanılması fikri de bu çatışmaları körüklemektedir.

Belki bugün daha yeni olan şey, devletin ve hükümetlerin kendi politik çıkarları doğrultusunda dayatmaya çalıştıkları şeylere karşı çıkacak kurum içindeki muhalif isimlerin ya da yöneticilerin tamamen tasfiye edilme noktasına gelinmesidir. Bu da bizi DT'de son 20 yıldır uygulanan politikalara getiriyor. AKP hükümeti bu süreçte, sürekli repertuarlara müdahale ederek, muhalif ve devrimci sanatçıları kurumdan uzaklaştırarak, bugün kuruma katkısı dekorlardan daha az olan birini genel müdür koltuğuna oturtacak bu hikayeyi yazmış oldu.

Peki maruz kaldığımız bu öyküye nasıl yanıt verebiliriz? Çizmeye çalıştığımız bu genel manzara, bize meselenin kişiler değil, sistemin ta kendisi olduğunu açıkça gösteriyor. Bu noktadan hareketle, ancak halkın gerçek sorunlarıyla ilgilenen, bunları dile getirmekten çekinmeyen, sanatını icra ederken bir çıkar gözetmeyen sanatçılara ve daha önemlisi bir sanat anlayışına ihtiyacımız var. Bu da, kendisini destekleyecek olan halklarla ve buradan gücünü alıp sanatını icra edecek biçimde örgütlenmiş sanatçılar ve sanat kurumlarıyla mümkün olabilir.

*Tiyatro İmge emekçisi Yakup Dal