EMEK
Jaguar ve Audi sendikacılığı
Sarı ve faşist sendikacılar devlet ve sermayeye verdikleri hizmetlerin karşılığı olarak her türlü imkanla donatılırken mücadeleci sendika ve sendika yöneticileri dışlanır, hatta düşman kategorisine yerleştirilir. İşçilerin bu sendikalarda örgütlenmesinin önüne geçmek için olmadık engel ve zor devreye sokulur. Bunun en yakın örneği 3. havalimanı işçilerinin mücadelesini örgütleyen Dev Yapı-İş ve İnşaat-İş sendikalarının başına gelenlerdir.
Türk-İş'e bağlı Şeker-İş Sendikası Başkanı İsa Gök, kendisine 1 milyon TL'ye yeni makam aracı aldı. Herkes, "Ne var yani, kocaman sendika başkanı araçsız mı dolaşsın?" diye düşünebilir. Kimse sendika başkanının araçsız dolaşmasını tartışma konusu yapmaz. Fakat Mercedes aracından inip Audi'ye binildiğinde, hele Türk-İş'in yaşanan ekonomik kriz karşısında "elimizi taşın altına koyacağız" diye açıklama yaparak işçileri iktidar gibi fedakarlığa çağırdığınızda bunu herkes tartışır.
Gelişen tepkiler üzerine Türk-İş Başkanı Ergün Atalay, özelleştirilerek satılan şeker fabrikalarının ardından milyonluk araç alan Şeker-İş Sendikası Başkanı İsa Gök için, "Arkadaşımız da durumun farkında, çok üzgün" şeklinde açıklama yaparak durumu kabul edilir kılmaya çalıştı.
"Hem hızlı hem güvenli" araç peşinde olan bir sendika başkanının sanırsınız ki, özelleştirilen şeker fabrikası işçilerinin haklarını savunuyor.
Türk-İş, Hak-İş, Memur-Sen gibi iktidar güdümlü sendikaların işçi haklarının bir bir ortadan kaldırıldığı, özelleştirmelerin hızla gerçekleştiği koşullar altında bu sendikacıları işçilerin mücadelesinin önünde görenler var mı bilmiyoruz. Fakat özellikle yakın zamanda şeker fabrikalarının özelleştirilmesi, iktidar yanlısı sermayeye peşkeş çekilmesi karşında göstermelik açıklamalar yapmaları dışında bir hareket geliştiren de olmadı.
2006 yılından beri sendikanın başında olarak hem patronların hem de devletin her türlü imkan ve olanaklarını tepe tepe kullanıyorlar.
Çoğunluğu asgari ücretle çalışan işçilerin ödediği aidatları kendi lüks makam aracını daha lüks bir rakam aracıyla değiştirmenin işçi haklarını savunma ile ne ilgisi olabilir.
'90'lı yıllarda Zonguldak maden işçilerinin büyük direnişine önderlik eden GMİS Başkanı Şemsi Denizer'in Jaguar alması o dönem büyük bir olay olmuştu. İktidar bunu sendikaları yıpratmanın, işçilerin sendikalara güvensizliğinin, sendikalara saldırmanın aracına dönüştürmüştü. Denizer'de bir işçi iken sendikanın, paranın, imkanların başına geçince bir sendika ağası olmuş çıkmıştı.
Türkiye, sendika kasaları, işçi aidatları doğrudan işçiler tarafından denetlenmediğinde nasıl çürümenin kaynağı haline geldiğinin sayısız örnekleriyle doludur. İktidar destekçisi bir sendikacı iseniz işçiye ihanette sınırınız yoksa dokunulmaz oluyorsunuz.
Sendikal hakların geriye gitmesi, hatta işçilerin örgütlenmesi sendika bürokratlarını ırgalamıyor bile. Saray'ın "İtibardan tasarruf olmaz" sözünün karşılık bulduğu yerlerden biri de sarı ve faşist sendikalardır. Bu tip devlet güdümlü sarı sendikalarda sendikacının itibarının ölçütü örgütlediği işçi sayısı, patronlara karşı mücadele kararlılığı, devlete karşı işçi haklarının savulması değil de başkanın aylığının ne kadar yüksek olduğu, arabasının ne kadar lüks olduğu ile ölçülüyor.
Aynı sendikacılar şatafattan, yüksek maaşlarından tasarruf etmezler ama sıra işçiye gelince tasarruf etmenin "ülke ekonomisi", "yerli ve milli ekonominin ayakta kalması" için dil dökmek için yarışırlar. "Yerli ve milli tip" sendikacılığın vardığı düzey budur. İşçileri sermayeye peşkeş çekmenin ödülünü fazlasıyla alırlar. "Yerli mili tip başkanlık sistemi" devletin âli çıkarları için her türlü yetkiyle donatılıp her türlü imkan elinin altına veriliyorsa, "yerli ve mili" sendikacılara da her türlü imkan hizmetine veriliyor. Yeter ki, işçileri mücadeleden alıkoysun, iktidarın toplumsal desteği olarak tutmaya devam etsin. Gerisinin önemi yoktur.
Sarı ve faşist sendikacılar devlet ve sermayeye verdikleri hizmetlerin karşılığı olarak her türlü imkanla donatılırken mücadeleci sendika ve sendika yöneticileri dışlanır, hatta düşman kategorisine yerleştirilir. İşçilerin bu sendikalarda örgütlenmesinin önüne geçmek için olmadık engel ve zor devreye sokulur. Bunun en yakın örneği 3. havalimanı işçilerinin mücadelesini örgütleyen Dev Yapı-İş ve İnşaat-İş sendikalarının başına gelenlerdir. Tahtakurularına, ağır çalışma koşullarına karşı ayağa kalkan işçilere karakollarda gözaltı ve işkence, mahkemede tutuklama, cezaevlerinde tecrit ve kötü muamele beklemektedir. İşçileri destekleyen sendikacılara da sokakta saldırmak vazife olarak yerine getirilir. Bir yanda sadece işçileri hakları için mücadele etmeye çalıştıkları için sendikacıların tutuklanması diğer yanda iktidara, özelleştirmeye ve patronlara destek veren sendikacıların "o araba olmaz illa bu araba" diye arabalardan araba beğendiği bir sendikacılık pratiği Türkiye'de iki tip sendikacılığa somut bir örneğidir.
Kapitalizm çürütür, kapitalist sistemin ve devletin çıkarlarına odaklı, ona bağlı sendikalar da bu çürümenin bir parçası haline gelmiştir. Faşist sendikacılık hareketi bu çürümenin en uç örnekleriyle doludur. Fakat bu dipsiz çürümenin içinden mücadeleci, sınıf sendikalarının gelişme imkanları da boy vermeye yazgılıdır. "Kriz var" diye söyleyip işçilerden fedakarlık yani sömürüye boyun eğmelerini isteyenlerin kendi "fedakarlığı" lüks arabanın fiyatı kadar.