24 Eylül 2024 Salı

Cemil Aksu yazdı | HDP ve politikada 'halk' sorunu

"Özeleştiri" ve "yeniden inşa" tartışılırken, öncelikle siyasetin öznesinin kim olduğunun belirlenmesi gerekiyor. Burjuva siyasetin hegemonik bölünmelerine karşı emekçi sol yeniden başka bir bölme işlemi yapmak zorundadır. Toplumu, burjuva siyasetin "halk"ını bölmek zorundadır. Kendine bir "halk" inşa etmek zorundadır. Siyaset de tam da bir "halk" inşasıdır.

Sosyalist solda Mayıs '23 seçimlerinde yaşanan hayal kırıklığıyla "özeleştiri" ve "yeniden inşa" tartışmaları sürüyor. Sosyalist solun seçim taktiğinin gerçekten hayali olduğu artık aklıselim bütün taraflarca kabul ediliyor. Fakat oldukça gerçekçi olması gereken emekçi solun -değil mi ki, Lenin'in "somut durumun somut tahlili" mottosunu düstur edinmiş olması gerekir- neden böyle hayal alemine daldığı henüz analiz edilmiyor. Solun halktan/sınıftan uzaklaştığı gibi, neredeyse her dönem geçerli kalıplarla, özeleştiri yapılıyor. Ama bu kalıplar bir neden değil zaten sonuçtur.

Aslında özeleştiri için acele edilmemelidir. Çünkü özeleştiri, belli bir araştırmaya dayanır. En azından yakın dönemin tarihinin (öznelerinin tarihini de içerecek şekilde toplumsal akışın tarihi) incelenmesi gerekir. Bu açıdan AKP döneminde -öncesindeki gelişmelerin devamı olarak- ekonomik, sosyal ve siyasal alandaki dönüşümler, söylemler ve pratikler bütün olarak ele alınması gerekir.

Emekçi solun ana gövdesinin, son seçimlerdeki taktiğinin temelinde yatan şey, "AKP karşıtı kitleden ayrı düşmemek"ti: "AKP karşıtı kitleden kopmak, seçim hesaplamaları bakımından AKP'nin seçimden birinci çıkması demektir ve solun AKP'nin değirmenine su taşımasından başka bir anlamı yoktur. Dolayısıyla solun "AKP karşıtı kitle"den kopması, tamamen marjinalize olması demektir..." Emekçi solun taktiğine yön veren bu yaklaşım olmuştur. Bu söylemin temelinde, toplumun "AKP yandaşı kitle" ve "AKP karşıtı kitle" olarak ikiye bölündüğünün kabul edilmesi yatmaktadır. Buna göre, "AKP karşıtı kitle", iktidar daha doğrusu AKP karşıtı stratejinin öznesi olan "halk"tır. "AKP karşıtlığı"nın iktidar karşıtlığının genel/asgari programı olarak kabul edilmesi ile "AKP karşıtı kitle"nin halk olarak siyasetin öznesi (aslında seçim siyasetinin öznesi) ve meşruiyet alanı olarak kabul edilmesi, sol-sosyalist hareketin söylem ve eylem düzeyini de belirlemiştir.

1999-2000 hapishane katliamlarının gerçekleştiği ve esnafların bile sokağa döküldüğü bir konjonktürde anlamlı bir hamle yapamamış olarak AKP'li yıllara giren sol hareketin bu dönemdeki en önemli sınavı da "demokrasi tahayyülleri" alanında oldu.

AKP SİYASAL DİZİLİMİ YERİNDEN OYNATAN HAMLELER YAPTI
2002'de AB'ye tam üyelik vaadiyle süslenmiş bir "ileri demokrasi", "açılımlar" paketi ile iktidara gelen AKP, "Ergenekon", "Balyoz" gibi operasyonlarla ordu ve onun etrafında kümelenmiş Kemalist "derin devlet" kliklerinin tasfiyesiyle de birlikte AKP ve karşıtları diye siyasal alanı bölmeye ve kendisine siyasi meşruiyet üretebileceği kadar kitleyi konsolide etmesini sağlayacak pragmatizmle "ittifaklar" kurmayı esas almaya başladı.

AKP, sermaye birikim modelinde tıkanmalar yaşadıkça, "stratejik ortaklık" ve "rol-model ülke" statüsü verilen "Büyük Ortadoğu Projesi" çöktükçe ve "Çözüm Süreci"nin kendisini değil Kürt muhalefetini güçlendirdiğini gördükçe, hâlihazırda elinin altında olan faşist devlet yapılanmasının bütün birikimini devreye sokarak fiilen ve hukuken tek adam rejimini inşa etti. Bu rejim ile daha önce komünistlere, Kürtlere uygulanan faşist rejimlerin karakteristik özelliği olan ikili hukuk uygulamalarını, ulusu/seçmenleri/halkı da ikiye bölerek, "yerli ve milli" AKP'lilere başka, her türlü suçlama, hakaret vb. ile "AKP karşıtları"na başka hukuk uygulamaya başladı.

AKP, çeşitli operasyonlarla toplumdaki siyasal dizilimi sürekli yerinden oynatan, yeni dizilimlere mecbur bırakan, karşıtlarının stratejisini belirlemeye yönelik hamleler yaptı. Bu operasyon tekniği, muhalefetin açıkça savunamayacağı, kendi mahallesinde bile "sevilmeyen", bir hedef belirleyerek, ona yapılan muamele ile bir hukuk, içtihat inşa etmeye dayanır. Aslında bu tür operasyonlar AKP'nin (ya da o dönem ortağı olan Gülen Cemaati'nin) marifeti değil, devletin bir uygulamasıdır. Hatırlanacağı üzerine 28 Şubat operasyonu Aczimendiler gibi İslami çevrelerde bile dışlanan bir grup üzerinden başlatıldı. AKP de ilk operasyonunu Ergenekon üzerinden başlattı. Bu operasyonla, emekçi sol içinde bile darbeci misin, değil misin tartışması yaratarak, örneğin ÖDP'de bölünmeyi pekiştirdi.

Daha sonra da AKP'nin, karşıtlarının davranışlarını güdüleme, hatta belirleme stratejisinde operatif üstünlüğü devam etti. 2010 Anayasa Referandumu, "çözüm süreci", "Yenikapı Ruhu"… İktidar birçok hamlede burjuva muhalefeti kendi yanında durmaya mecbur bırakan hamleler yapmayı başardı.

AKP'nin bu başarıları karşısında emekçi solun bir kısmı da AKP karşıtları cephesine yedeklendi. Bunun ilk biçimi 2010 referandumundaki "Hayır" cephesi idi. Bu "Hayır" cephesi, Millet İttifakı'na kadar hemen hemen aynı biçimde tekamül etti. MHP'nin yerini İP aldı sadece.

AKP'nin operasyonlarının başarılı olmasının temelinde muhalefetin, AKP'nin "ileri demokrasi" programı aşan bir burjuva demokratik programa asla sahip olmamasıdır. Örneğin AKP, Kürt sorununda Öcalan ve PKK ile direk görüşme başlatma atağı gösterirken CHP buna karşı çıkmıştır, emekçi solun bir kısmı da AKP'yi güvenilmez olmasından hareketle barış görüşmelerinde Kürt siyasetini desteklemekten imtina etmiş ya da kerhen destek vermiştir. AKP'ye açık çek veren liberal demokratların temel anlayışı zaten demokrasinin, halkın mücadelesi ile kazanılacak bir şey değil de, farklı konjonktürlerde ya ordu gibi "zinde kuvvetler" eliyle ya da AB üyelik sürecinden itibaren Batı'nın zorlamasıyla yukarıdan aşağıya inşa edilecek bir sistem olduğu yanlış ve çarpık fikridir.

Emekçi sol-sosyalist partiler de AKP'nin "ileri demokrasi" vaazını boşa düşürecek bir hamle gerçekleştiremediler. Solun kuruluşundan beri "demokratik devrim" başat tartışma olmasına rağmen AKP karşısında toplumu, ezilen sınıfları, halkları etkisine alacak bir demokrasi tartışması yapmayı başaramamış olmaları en temel sorundur.

HDK VE HDP'NİN KURULUŞU SİSTEM AÇISINDAN YIKICI EYLEMDİR
AKP'nin, "ileri demokrasi" söylemini ve operasyonlarla dayalı siyaset tarzını krize sokan ilk hamle Kürt siyasi hareketinden geldi. En başından beri "AKP karşıtları" tarafından her siyasi gelişmede "AKP ile anlaştı" spekülasyonları ile emekçi sol hareket ile arasına kama sokma girişimlerin baskısı altına alınan Kürt siyasi hareketi burjuva siyasetini topyekun krize sokan "demokratik özerklik", "özyönetim" "demokratik ulus" programına dayanan yeni bir strateji geliştirdi. Kürt siyasi hareketi, bu hamle ile sadece AKP'nin "ileri demokrasi"sine değil, aynı zamanda hızla çöken Büyük Ortadoğu Projesi'nin AKP, Müslüman Kardeşler gibi "ılımlı İslamcı" hareketler üzerinden Ortadoğu'yu şekillendirme projesine karşı seküler ve demokratik bir model önermiş oldu.

Bu açıdan emekçi solun yakın dönem tarihi anlatısındaki2 2010 referandumu ve "yetmez ama evet"çilik, Gezi isyanı gibi anların vurgulanması, ama Kürt özgürlük hareketinin yeni stratejisindeki kimi ileri öğelerin ve HDK kuruluşunun hiçbir şekilde anılmaması, çok temel bir sorundur.

HDK ve sonrasında HDP kurulması sistem açısından son derece yıkıcı bir eylemdir. Bu eylemi, Kürt hareketinin Batı'daki toplumsal muhalefet ile ilk kez bu düzeyde ittifak kurması, Kürt sorununun muhtevasının sadece Kürtlerin "ulusal" haklarının Anayasa'ya yazılması olmaktan çıkarak, Türkiye'nin ve Ortadoğu'nun demokratikleştirilmesi ile değiştirilmesi anlamına geliyordu. Böylesi bir strateji ve program hem burjuva siyasetini hem de sol-sosyalist hareketin mevcut pozisyonlarını değiştirmeye zorlayan bir hamle oldu.

Bu andan itibaren de siyasal mücadele AKP ile HDK/HDP arasında geçen bir alan oldu. AKP, "çözüm süreci" ile Kürt hareketini HDK ve HDP'nin programından vazgeçirerek, sadece Kürt sorununun "ulusalcı" temeline dönmesi için baskı yaparken, burjuva muhalefet ve ona eklemlenen emekçi solun reformist kimi özneleri de benzer bir yaklaşımı HDP'yi "AKP ile anlaştı" spekülasyonları ile Batı'daki toplumsal muhalefet ile buluşmasını engellemeye çalıştı.

FAŞİZMİN DAHA BÜYÜK SAVAŞ HAZIRLIĞI HALKA ANLATILAMADI
Kuşkusuz bu süreçte HDK ve HDP de "çözüm süreci"nin Kürt hareketine sağladığı hareket alanının avantajları (belediye başkanlıkları, çatışmaların durması, İmralı'da tecrit altındaki Kürt halk önderi Öcalan'ın siyasi bir özne olarak kabul edilmesi, vb.) ile AKP'nin neoliberal ekonomi politikalarına ve siyasal İslamcı yaklaşımlarına karşı çıkan toplumsal kesimlerle birlikte demokrasi mücadelesini büyütme aksları arasında önderlik sorunları yaşadı. Gezi isyanına başlangıçta tereddütlü yaklaşım bunun eseridir.

7 Haziran 2015 seçim zaferi önemli bir tarihsel eşik oldu. Fakat bu seçim zaferinin bazı zaafları vardı. En önemli zaafı siyasetin temeli olarak öngörülen işçi, emekçi ve ezilen halk kitlelerini örgütlemeyi sağlayacak HDK oldukça zayıf düşmüştü. İkincisi, "AKP karşıtları"nın "AKP ile anlaştı" tazyikine kapılınmış oldu ve "Seni başkan yaptırmayacağız" çıkışı ile bu dengelenmeye çalışıldı. İktidarın hızla sürdürdüğü, "kalekol" inşaatlarının açıkça gösterdiği "çözüm süreci" aksını değiştirerek daha büyük bir savaş hazırlığı yaptığı Türkiye'ye anlatılamadı.

Nitekim 7 Haziran bir zafer anı iken bir yenilginin de başlangıç anıdır. AKP'si CHP'si ile Türk burjuva egemen sınıfının ortak iradesi ile bu zaferin boğulması hamlesinin bütün hazırlıklarının bitirildiği ve startının verildiği andır.

7 Haziran'dan itibaren açıkça ilan edilen yeni savaş, "özyönetim" ilanları ile karşı hamle yapmaya çalışan Kürt hareketinin, "Hendek operasyonları" karşısında verdiği ciddi kayıplar, kentlerin tarumar edilmesinin yarattığı "şok", HDP eşbaşkanlarından başlayarak belediyelere kayyum atanmasına kadar genişleyerek derinleşen bir durum yarattı. İktidarın "topyekun saldırısı" karşısında "AKP karşıtları" tarafından da yalnız bırakılan HDP, örgütsel olarak dağılmalar yaşarken en önemli zaafı, 7 Haziran öncesindeki "özyönetimci", "demokratik özerklik" ve "demokratik ulus" bir kavramlara dayanan demokrasi stratejisinin silikleşmesi oldu.

KILIÇDAROĞLU ESKİ TAŞLARI YERİNE DİZDİ
HDP'nin bu geriletildiği yerde sistem, CHP'de Kemal Kılıçdaroğlu ile siyasal alandaki taşları yeniden -eski yerlerine- dizdi. 2010'da CHP'nin başına getirildiğinde, "Gandi Kemal", "Halkın devrimcisiyim" gibi mottolarla selamlanan K.K, "Anayasa'ya aykırı ama evet diyeceğiz" diyerek HDP eş başkanlarını tutuklatırken, kendi vekilinin tutuklanmasını fırsata çevirerek "Adalet Yürüyüşü" tertip ederek, "Hak, hukuk, adalet" sloganını "AKP karşıtlığı"nın programı haline getirdi ve solun büyük bir kısmını da kendine yedeklemiş oldu. "AKP karşıtı" siyasi çizgi önceleri emperyalizm, neoliberalizm, emek gibi kavramlara dayanırken, bunların vurgularının giderek azalarak laiklik, "Cumhuriyet'in kazanımları", en nihayetinde "yeter ki gitsinler"e kadar vardı.

AKP, burjuva siyasetinin çoğunlukçuluğu siyasi meşruiyet için gerekli ve yeterli şart olarak belirlemesi ile operasyonel hamlelerle siyasal güçlerin pozisyonlarını belirleme kabiliyeti karşısında HDP de en başındaki 3. cephe olma hattından geriye, "AKP karşıtılığı"na çekildi.

Bu çizgi, iktidardan AKP'nin uzaklaştırılmasını demokratikleşme, Cumhuriyetin kazanımlarının -en başta da laikliğin- korunması, faşizmin geriletilmesi ya da kurumlaşmasının durdurulması vb. olarak teorize etti. Bu çizgiye bağlı olarak da, AKP karşıtı kitleden uzak düşmemek için aşırı bir hassasiyet geliştirdiler. AKP karşıtı kitle, solun etkileşim kurabileceği, en ileri kitle olarak görülmeye başlandı.

Kuşkusuz başta CHP ve diğer burjuva partiler de bu durumu pekiştirecek, derinleştirecek bir söylem ve pratik geliştirdi. CHP'nin sürekli sandığı işaret etmesi, sokağı siyasete yasaklaması karşısında emekçi sol muhalefet de ipleri koparmama sınırında kaldı.
Siyasal alanın AKP ve karşıtları olarak bölünmesine rıza göstermek zaten burjuva hegemonyasının kabulü demekti. Buna karşı örneğin HDP'nin durumu çok daha düşündürücüdür.

AKP ve karşıtları olarak siyasal alanın kurulmasının, iktidarı ve muhalefeti ile burjuva siyaset açısından en temel ve önemli başarı "Kürt halkı"nın siyasal alanın dışına atılması oldu.

Seçim sonuçları üzerinden, "AKP karşıtı kitle"nin hiçbir konuda gerçekten AKP karşıtı olmadığını gördük. Ve bu "halk"tan ayrı düşmemek adına yapılan bütün hamleler Kürt halkından ayrı düşürdü, daha da marjinalize etti, saflarımızda büyük bir moral bozukluğu, ideolojik yozlaşma yarattı.  Şimdi "özeleştiri" ve "yeniden inşa" tartışılırken, öncelikle siyasetin öznesinin kim olduğunun belirlenmesi gerekiyor. Burjuva siyasetin hegemonik bölünmelerine karşı emekçi sol yeniden başka bir bölme işlemi yapmak zorundadır. Toplumu, burjuva siyasetin "halk"ını bölmek zorundadır. Kendine bir "halk" inşa etmek zorundadır. Siyaset de tam da bir "halk" inşasıdır.