24 Eylül 2024 Salı

Yücel Yıldırım yazdı | Devlet mi Erdoğan'ı ele geçirdi? Tersi mi?

Erdoğan derin devletin emrine değil, derin devlet Erdoğan'ın emrine girmiştir. Ayrıca derin devlete İslamcı kadroları ve İslamcı SADAT'ı katarak, eklentisi olarak İslamcı ÖSO çetelerini vererek, derin devlette kendi yönetiminin nüfuzunu ve kadrolarını artırmıştır. Devletin ordu, polis, yargı gibi temel kurumlarında MHP'yle ortak egemendir. Ama güç olarak ve özellikle yönetmede karar sahibi olarak Erdoğan/Saray/AKP kesin ağırlıktadır.
 

Solun değişik akımlarının bazı yazarlarının birleştiği bir yanılgı var ve etkisi azalsa da devam ediyor: Devlet Erdoğan'ı aldı başına geçirdi ve istediğini yaptırıyor!

Tabii ki bu görüşe dayanak olacak fikirleri değişiklikler arz etse de bir noktada ortaklaşıyorlar: Erdoğan kitle desteğini devlete sunuyor, devlet de Erdoğan'a devlet başkanlığı yapmasına izin ve her türden hile ve oyunla başkanlığını sürdürebilmesine destek veriyor! 

Kastedilen "derin devlet". 

NATO ülkelerinde Gladio'dan BND'ye değişik legal/illegal adlarla adlandırılıyordu. Bu örgütleri inceleyen bir akademisyenin, bu örgütlerin kurucu yöneticilerinden birinin kullandığı kavram olan Stay Behind'ı ortak adlandırma olarak kullandı.

İsabetli olan bu adlandırmaya Türkiye'deki kontrgerillaya basında verilen ad olan "derin devlet" kavramı da uyuyor.

ABD, 2. paylaşım savaşından sonra sosyalist ülkelere ve devrimci hareketlere karşı örtülü/gizli görevler yapacak CIA'ye bağlı "Özel Projeler Bürosu" kurdu. Sonra adını daha ılımlı ad olan "Politika Koordinasyon Bürosu/OPC" olarak değiştirdi.

ABD ordusu içinde Özel Kuvvetler/Yeşil Bereliler ve CIA'ye bağlı OPC ile, İngilizlerin MI6 ile SAS komandoları birlikte gizli antikomünist faaliyetlere başladılar. Malezya'da komünist gerillaları ezmeyi, Kore savaşında kontra eylemleri örgütlediler.

Avrupa'da ise bu ortaklık "Batı Birliği Gizlilik Komitesi"ni (CCWU) kurdu. Kontrgerilla faaliyetlerini örgütlemeye başladı.

NATO kurulur kurulmaz bu kez de CCWU hemen NATO içinde faaliyetini sürdürdü. 1951'de adı CPC (Koordinasyon ve Planlama Komitesi) olarak değiştirildi. NATO SHAPE -Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Karargâhı- içinde Özel Kuvvetler bölümünde kontrgerilla ülke birimleri ve ilgili ülkeler istihbarat örgütlerinin temsilcileri tarafından koordinasyonu örgütlendi. İkinci yönetici karargâh ACC -Müttefik Gizli Komite- adıyla örgütlendi.

CPC ve ACC, Batı Avrupa ülkelerindeki kontrgerilla örgütlerini kurdu ve yönetti. Toplantılarına CIA ve ABD Avrupa komutanlığı görevlileri de düzenli olarak katılıyorlardı. Kısaca NATO ülkeleri kontrgerilla örgütleri, bu ülkelerin NATO'daki askeri yöneticilerine bağlıydılar, bağımsız değillerdi.

Tabii NATO ülkeleri dışında da başta ABD emperyalizmine bağımlı ülklerdeki askeri darbeleri gerçekleştiren güçler olmak üzere derin devlet güçleri vardı.

ABD'ye geçmişte bağımlı olmayan Hindistan'da da RSS adlı kontrgerila örgütlenmesi vardı. Legal alana çıkmasına izin verilince BJP'yi kurdu. Şimdi aynı partinin lideri Modi'ye bağlı olarak Hindutva faşizminin pogromlarını yönetiyor.

90'lı yıllarda, komünist devrim tehlikesinin çok gerilediği konjönktürde, NATO ülkelerinin bir kısmında örneğin İtalya'da deşifre olmasına bağlı olarak Gladio feshedildi. Belki bir iki ülkede daha fesh edildiler. Ama diğerlerinde dokunulmadı, devam ediyorlar. Örneğin Almanya'da 90'lı yıllardan bu yana NSU ve diğer faşist çetelerin zaman zaman devam eden göçmen öldürme saldırılarını bizzat BND içinden şefler yönetiyordu. Bu durum açığa çıkmasına rağmen Alman kontrgerillası tasfiye edilmedi.

Yine NATO'daki kontrgerilla örgütlerini yöneten CPC ve ACC adlı üst komiteler aynı veya değişik adla devam etti. Muhtemelen 2014 Maidan darbesini düzenleyen militanları da bu komiteler yönetti. Çünkü CPC ve ACC, kontrgerilla militanlarını CIA ve MI6 vasıtasıyla eğitiyordu. Maidan darbesini hazırladıklarını açıklayan ABD dışişleri yetkilisi V.Noland olduğuna ve Ukrayna ordusunu eğiten İngiliz SAS komandoları olduklarına göre, kesine yakın ihtimalle bu komiteler görevlerine devam ediyorlar ve Maidan darbesini de bu komiteler yönetti.

Kontrgerilla veya derin devlet tabii ki varoldu. Bu örgütler emperyalist ve işbirlikçi burjuva devletlerin asıl karar alıcı çekirdeğinin yönetimi tarafından örgütlenip kullanılan illegal iç örgütlenmelerdir.

Burjuvazi demokrasisini uyguladığında bile "iç kabine" olarak isimlendirilen çekirdek kabine asıl karar verici organdır, kabinenin diğer üyeleri vitrinlik yöneticilerdir.

ABD'de, başkan, Ulusal Güvenlik Konseyi, Pentagon ve tekellerin bakan olan temsilcileri asıl karar vericilerdir.

Stay Behind, derin devlet, diğer kontrgerilla örgütleri, iktidar bileşiminden bir veya ikisinin doğrudan yönetiminde/güdümünde hareket etmek zorundadır. İktidar bileşiminden bağımsız veya ona hakim konumda olamazlar. Dahası da var. Doğrudan bağlı oldukları yönetici klik dolayımıyla da burjuvaziye/burjuvazinin çıkarına bağlıdırlar.

Türkiye'deki adıyla Seferberlik Tetkik Kurulu, değişiklikle Özel Harp Dairesi; Özel Kuvvetler Komutanlığı, MİT, polis, jandarma şeflerinden unsurları da içine alarak kontgerilla örgütleri olarak örgütlendiler. Fakat elbette MGK'ya/generallere bağlıydılar. Ve MGK aracılığıyla da burjuvazinin çıkarlarına bağlıydılar.

Bu nedenle de kontrgerilla örgütleri bağımsız ve iktidarı üstten denetleyen örgütler değillerdi.

Erdoğan-Gülen çeteleri, devlet bileşiminde ağırlığı ele geçirince, Avrasyacı generalleri -MHP'li generaller hariç- kendisine itaat etmeyen ABD'ci genarelleri de tasfiye etmeye başladı. 15 Temmuz darbe girişimiyle de, yeniden göreve atadığı bazı Avrasyacı generallerle işbirliği içinde, Gülenci subayları ve itaat etmedikleri bu yolla açığa çıkarılan generaller ve subayları tasfiye etti. Dolayısıyla kontrgerila örgütünün yönetimini elinde bulunduran generaller ve MGK tasfiye olunca, deriniyle de görünen kurumlarıyla da devlet, Erdoğan'ın AKP'si ile ortağı MHP'nin eline geçti.

Erdoğan'ın devlette ağırlığı ele geçirmesi, salt onun gücünden gelmediği gibi esasen de ABD, AB ve sermaye oligarşisinin genarallerin iktidar bileşimindeki ağırlığını atma politikasının sonucu olarak gerçekleşti.

Bu üçlü, generallerin NATO'nun 2. büyük orudusunu savaştırmalarına rağmen Kürt ulusal özgürlük güçlerini bitirememesinin yarattığı saygınlık yitiminden yararlanarak, generallerin iktidar hakimiyetini tasfiye etti. Fakat bu durumun yarattığı olanağı kullanmak, yürütmeyi elinde tutan Erdoğan/AKP'ye nasip oldu. Erdoğan ise fırsatı kullanarak, üçlünün istediğinden farklı biçimde başkanlık rejimi ve içeriği İslamcı hakimiyette, İslamcı-Türkçü ideolojiye dayanan faşizmi inşa etti.

Sermaye oligarşisinin iktisadi çıkarlarını en saldırgan tarzda güden, bu nedenle de onun tarafından da desteklenen Erdoğan, devlet aygıtını AKP ve MHP'nin hakim olduğu tarzda yeniden örgütledi. Fakat karar alma yetkisini kendi Saray bürokrasisinin elinde tuttu. Bunun bir parçası olarak gerektiğinde MHP'nin en üst konuma geçeceği yerlerde tırpanla biçmeyi MHP'ye de dayatacağı biçimde kararlar da aldı. Örneğin 1. ordunun MHP'li komutanı Ümit Dündar'ın genelkurmaybaşkanlığı yolunu tıkamak için Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na geçmeden onu emekli etti. Yerine KK komutanı olarak İslamcı Avseven'i atadı. Diğer bir örnek, MHP'ye eğilimli Soylu'yu iç savaş bakanlığından alarak Erdoğan'nın kendisine bağlı olan Yerlikaya'yı atadı. MİT'te Fidan'dan boşalan yere Kalın'ı atayarak kendi hakimiyetini bu yolla korumayı güttü.

Bütün bu ayrıntılara girmemizin nedeni, kontrgerillanın hakim olan generaller kliğinin en etkili bölümünü, önüne gelmiş fırsattan yararlanarak hapse de atan veya tasfiye olmasından yararlanan Erdoğan'ın, vurucu güç olan bölümünün/kontrgerillanın emrine girmesi eşyanın tabiatına aykırıdır. Tam tersine yönetimini dağıtan Erdoğan'ın emrine kontrgerilla girmiştir. Yani derin devlet, Erdoğan'ın ve Saray çetesinin emrine girmiştir. Erdoğan'ın atamalarıyla MGK'da hakim olması da bu durumu biçimsel resmiyet açısından da yansıtıyor.

Dolayısıyla Erdoğan derin devletin emrine değil, derin devlet Erdoğan'ın emrine girmiştir. Ayrıca derin devlete İslamcı kadroları ve İslamcı SADAT'ı katarak, eklentisi olarak İslamcı ÖSO çetelerini vererek, derin devlette kendi yönetiminin nüfuzunu ve kadrolarını artırmıştır. Devletin ordu, polis, yargı gibi temel kurumlarında MHP'yle ortak egemendir. Ama güç olarak ve özellikle yönetmede karar sahibi olarak Erdoğan/Saray/AKP kesin ağırlıktadır.

Emekçi solun kimi bileşenlerinin ve kalemlerin liberal "otoriter iktidar" teorisine karşı tutumu devrimci rol oynuyor ve son derece değerli.

Fakat Erdoğan ile genaraller arasındaki çatışmayı -tabii ki sermaye oligarşisine bağlı olarak ele aldıkları- kontrgerillanın krizi ve çatışması olarak analiz etmeleri, yukarıda eleştirdiğimiz yanılgıya benzer bir yanlış. Çünkü kontrgerillayı, güdümleyen/himaye eden iktidar bileşeni temel güçten bağımsız, hatta üstünde bir güç olarak gösteriyor. 

Sonuçta Erdoğan devleti ele geçirdi, devlet Erdoğan'ı değil. İşçi sınıfı ve ezilenlerin mücadelesinin zaferini amaçlayan bütün güçler, faşizme karşı ne yapacaklarsa Erdoğan'ın MHP'yi de ortağı yaptığı ve hakimiyetindeki şimdiki devlete, içindeki yeniden örgütlenmiş olan derin aparat da dahil, Erdoğan faşizminin devletine karşı yapmalıdır.