24 Eylül 2024 Salı

Metin Göçer yazdı | Demoklesin kılıcını kırmak

İstanbul Valiliğinin 1 Mayıs öncesi yasakları adı konulmamış bir sıkıyönetim uygulaması. Yasakların temelinde işçi sınıfı ve ezilenlerin biriken öfkesinin önüne geçmek duruyor. 1 Mayıs çarpışması bu öfkenin sınanacağı an olacaktır. Yasakları reddetmek, sokağa çıkarak faşizme karşı mücadele etmek meşrudur. Yasakları tanımamak, politik ajitasyonun çeşitli biçimleriyle kitleleri yasakları tanımamaya çağırmak görevi ile karşı karşıyayız.

1 Mayıs ne takvimsel bir gün, ne de duvarda asılı olan takvimde koparılmayı bekleyen bir yapraktan ibarettir. 1 Mayıs işçi sınıfının burjuvaziyle çarpışma günüdür. AKP-MHP faşist iktidarı bunun gayet bilincinde. 1 Mayıs yaklaşırken bu bilince uygun olarak konumlanan faşist iktidar işçi sınıfı ve ezilenlerin iradesini kırmak için elinden geleni ardına koymuyor. Faşist şefin 12 Nisan'da açıkladığı pandemi yasaklarıyla beraber İstanbul başta olmak üzere birçok kentte 1 Mayıs çalışmaları, yani 1 Mayıs'ın kendisi valilik ve kaymakamlıklar eliyle yasaklandı. Yasakların açıklanmasının ardından işçi direnişlerine polis saldırısının gecikmemesi 1 Mayıs etrafında şekillenen irade savaşının düzeyini gösteriyor.

İstanbul Valiliğinin "Meydan, cadde, sokak, yol, park gibi tüm umuma açık alanlarda, miting, açık yer toplantıları, gösteri yürüyüşleri, oturma eylemi, protesto eylemi, yürüyüş ve toplanmalar basın açıklamaları, stant açma, imza toplama, imza kampanyası, kamu kurum ve kuruluşları hariç olmak üzere anma toplantısı, anma töreni düzenleme, ticari kimliği bulunan tüzel kişiliklerin ticari faaliyetleri hariç olmak üzere el ilanı, bildiri, broşür dağıtma, afiş, poster asma, sticker yapıştırma ve benzeri türdeki her türlü eylemler"in yapılamayacağı açıklaması faşist iktidarın amacını gizleme gereği bir yana, onun sınıfsal tutumunu açıkça ilan ediyor. 'Kapitalizmin çarkını döndürmek serbest, hak aramak yasak' deniyor.

Uygulanan yasaklarla adı konulmamış bir sıkıyönetim uygulanıyor. Covid-19 salgını bu sıkıyönetim uygulamalarının gerekçesi haline getirilerek faşist saray rejimi tarafından araçsallaştırılıyor. Bu yasakların 1 seneyi aşkındır dünyanın gündeminde olan korona salgınının çözümü için konulmadığı aşikar.

Burjuvazi sınıfsal karakteri gereği salgını çözülmesi gereken bir halk sağlığı sorunu olarak değil, bir kar sorunu olarak ele alıyor. Şimdiye kadar uygulamaya konulan politikaların hepsi 'ölen ölür, kalan sağlar bizimdir' şeklinde özetlenebilir. Ancak faşist iktidar sorunu bu politikalarla çözemeyeceğini biliyor. Yasakların temelinde işçi sınıfı ve ezilenlerin biriken öfkesinin önüne geçmek duruyor.

İşçi sınıfı ve ezilenler halihazırda ekonomik krizin yükünü taşımak zorunda bırakılırken, salgın koşullarıyla beraber tablo daha da ağırlaşmış durumda. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisinin açıkladığı raporlara göre salgının birinci yılında en az 861 işçi sadece Covid-19 nedeniyle iş cinayetinde hayatını kaybetti.

2020 yılında Kod-29 saldırısıyla 17 bin işçi işten atıldı. Yani yeterince 'şanslıysanız' henüz ölmemiş, sadece işten atılmışsınızdır. TÜİK verilerini temel aldığımızda şu an işçi ve emekçilerin yüzde 40'ının işsiz olduğunu görüyoruz. İşsizlik, açlık ve yoksulluk kol geziyor. Bir işe sahip milyonlar ise çalışabildikleri için 'şükreder' durumda.

İşçi ve emekçilerin yarısı işsiz ve borç batağı içerisinde, en temel ihtiyaçları bile karşılanmaksızın evlere hapsedilirken, işi olanlar salgın koşullarında hiçbir önlem alınmaksızın çalışmak zorunda bırakılıyor. Topluma sürü bağışıklığı politikası uygulanıyor. İşçilere, 'sabah işe gidecek, akşam evden çıkmayacaksınız' deniyor. Yani çalışma kampına dönüştürülen ülkede patronları zenginleştirmek serbest iken yaşamak yasaklanıyor.

Bu koşullar işçi sınıfı ve ezilenlerin bağrında öfkeyi biriktiriyor. Zevki sefa içinde yüzen faşist diktatörlüğün törenlerle karşıladığı patates çuvallarını halka reva görmesi bu öfkeyi daha da arttırıyor. Hal böyle iken AKP-MHP iktidarının bu öfkeyi bastırmak için elinde faşist baskı ve zoru arttırmak ve pandeminin sıkıyönetim uygulamak için bir araç olarak kullanılmasının dışında bir şey kalmıyor.

İşçi sınıfı ve ezilenlerin faşizme olan öfkesi soyut veya içe dönük biriken değil, tersine kendini her fırsatta dışa vuran bir öfke olarak karşımızda duruyor. Bu öfkeyi Kod-29 saldırısına karşı yasakları tanımayarak mücadele eden işçilerinin direnişinde görüyoruz. Bu öfkeyi kadın cinayetlerine ve İstanbul Sözleşmesi'nin feshine karşı yaşamı savunan kadınların isyanında görüyoruz. Bu öfkeyi gençliğin Boğaziçi'nde kayyuma karşı direnişinde görüyoruz. Bu öfkeyi sömürgeciliğe karşı mücadele eden Kürt halkının Garê zaferinin moraliyle Newroz alanlarını doldurmasında görüyoruz.

1 Mayıs çarpışması bu öfkenin sınanacağı an olacaktır. Kitlelerin biriken öfkesi kendine akacak bir kanal arıyor. Bu kanalı açacak olan hat fiili meşru mücadele hattıdır. Faşist iktidarın yasakları burjuvazinin çıkarınadır. Yasakları reddetmek, sokağa çıkarak faşizme karşı mücadele etmek meşrudur. Dolayısıyla 1 Mayıs'ın ön gününde işçi sınıfı ve ezilenleri faşist iktidarla yürütülen irade savaşında özneleştirmek, devrimci sosyalistlerin safında örgütlemek için yasakları tanımamak, politik ajitasyonun çeşitli biçimleriyle kitleleri yasakları tanımamaya çağırmak görevi ile karşı karşıyayız.

Zaman faşizme karşı 1 Mayıs iradesini kuşanarak tepemizde sallandırılan demoklesin kılıcını kırma zamanı.