26 Eylül 2024 Perşembe

Güney Işıkara-Muhsin Yorulmaz yazdı | ABD'nin ihtiyacı: Devrimci politik alternatif örgütlenme

Seçimi kazanan Trump da olsa, Biden da olsa (ki Trump'ın yenilgiyi kabul etmeme olasılığına dair verdiği ipuçları bu sürecin uzun olabileceğine, sokakların karışabileceğine işaret ediyor) kendi ürettiği sefalet ve hoşnutsuzluğu faşizm dışı koşullarda idare etmekte giderek zorlanan bir kapitalist düzen ile karşı karşıyayız. ABD'de gerçek bir devrimci politik alternatifin örgütlenmesi sorunu aciliyet taşıyor.

Bütün dünyanın sonuçlarına odaklandığı ABD başkanlık seçimi 3 Kasım Salı günü gerçekleşecek. Erken oy verme süreci başlayalı ise haftalar oldu. Şimdiye kadar yaklaşık 60 milyonun üzerinde seçmen oy kullandı. Tahminlere göre bu seçime katılım oranı yüzde 62'yi geçebilir ve böylelikle Obama'nın yüzde 61,6 katılım oranıyla başkan seçildiği 2008 seçimini geride bırakarak son 60 yılın en yüksek katılımlı seçimi olabilir.

Aslında ABD'de seçmenler doğrudan başkanı ve yardımcısını değil, onu seçecek olan seçiciler kurulu delegelerine oy veriyor. Bunun sonucunda en çok oyu alan aday değil, toplam 538 delegenin salt çoğunluğunu kazanan aday başkan seçilmiş oluyor. Dolayısıyla delege sayısı yüksek olan eyaletler kilit rol oynuyor, örneğin California (55), Teksas (38), Florida (29), New York (29), Pennsylvania (20), Illinois (20) gibi.

Bu eyaletlerden bazılarına 'salıncak eyalet' yakıştırması yapılıyor çünkü buralarda hangi adayın kazanacağı diğer eyaletlere göre büyük belirsizlik içeriyor. Teksas (38 delege), Florida (29), Pennsylvania (20), North Carolina (15), Georgia (16), Ohio (18), Michigan (16), Wisconsin (10), Arizona (11) bu eyaletlerden bazıları. Anketler bu eyaletlerin çoğunda Biden'ın önde olduğunu gösteriyor. Ancak öngörülen fark, ufak bir sapmanın sonucu kolaylıkla değiştirebileceği kadar küçük. Ayrıca 2016'da çoğu ulusal anketin Clinton'un zaferine kesin gözüyle baktığını unutmamak gerekir.

Peki ön seçim ve kampanya süreçlerinde neler yaşandı? Adaylar hangi toplumsal güçleri temsil ediyor? Seçim sonrası ABD'yi hangi olası senaryolar bekliyor?

BİDEN VE SANDERS
Kendini "demokratik sosyalist" olarak tanımlayan, hasımları tarafından "komünist" olarak nitelendirilen, gerçekteyse sosyal demokratik bir program öneren Bernie Sanders, Demokratik Parti içindeki önseçimlerde ilk üç eyaleti kazanarak daha önce hiçbir aday adayın yapamadığını yaptı. Bunun üzerine, ücretsiz eğitim ve sağlık gibi neoliberal kapitalizm ile bağdaşmayan vaatlerini bir de zenginler aleyhine geliştirilecek bir vergi reformuyla destekleyen Sanders'a karşı Demokratik Parti'nin içindeki bütün yerleşik güçler harekete geçti. Perde arkasında Barack Obama'nın yürüttüğü koordinasyon neticesinde Elizabeth Warren dışındaki hemen hemenbütün adaylar Biden lehine yarıştan çekildi ve Sanders'in önü kesilmiş oldu.

Sanders'in yürüttüğü seçim kampanyası, bir mıknatıs gibi etrafında birleştirdiği toplumsal hareketler gözetildiğinde kendi sosyal demokrat vizyonunun ötesinde bir potansiyel taşıyordu. Burjuva medyada yansıtılanın aksine Sanders, eşzamanlı olarak Hispanik seçmenlerin, Mississippi'deki otomobil işçilerinin ve Chokwe Antar Lumumba'nın siyah-milliyetçi idaresinin desteğini almayı başarabilmişti. Gençlik, işçiler, kadınlar, çevre hareketi, sosyalistler - kısacası statükoya meydan okuyanlar daha önce seçim bağlamında ana akım siyasetin merkezine bu şekilde hiç oturmamıştı. Ancak parti içi yarışı kaybedeceği belli olduğunda Sanders, statükonun bayrağını yarım yüzyıldır elinden bir an olsun düşürmemiş olan Biden'ı "ABD tarihindeki en tehlikeli başkan" olarak nitelendirdiği Trump'a karşı canla başla desteklemeye başladı. Biden ve Sanders iklim, ekonomi, eğitim, sağlık, göç ve adalet olmak üzere altı başlıkta ortak program ve çalışma grupları oluşturdu. Trump'a karşı yarışta Sanders'in göz ardı edilemeyecek seçmen tabanına ihtiyaç duyan Biden açısından bunun taktiksel bir hamle olduğunu görmek zor değil. Nitekim Biden ile karşı karşıya geldiği her iki münazarada da Trump, "Sosyalist Sanders"i sahiplenip sahiplenmediğini sorgulayarak Biden'ı defalarca köşeye sıkıştırdı. Biden ise amatörce hem nalına hem mıhına vurmaya çalıştı ve çoğu kez ikircikli, zayıf bir profil çizdi.

TRUMP VE SAĞ
Birinci dönemini dolduran Donald Trump ise ilk dört yılından pek farklı bir şey vaat etmiyor. Seçim kampanyasında öne çıkanlar bile hemen hemen aynı: bu sefer ticaret konusunda değil, koronavirüsün ortaya çıkışı ve yayılması bağlamında Çin'e yöneltilen suçlamalar; solun, sokak eylemlerinin ve bir örgüt olduğunu zannettiği antifaşist tutumun gayrimilli bir iç mihrak olarak lanetlenmesi; ekonomik gidişata dair içi boş böbürlenmeler; lideri olduğunu düşündüğü 'milli unsurlara' seçimi kaybetmesi durumunda ortaya çıkacak kaos ile ilgili yaptığı uyarılar...

İçi boş gibi görünen bu tespit ve vaatlerin altındaysa on yıllardır fakirleştirilmiş, güvencesizleştirilmiş, rekabet koşullarında her an öfkeye dönüşebilecek bir kaygı ve tedirginlikle yaşayan milyonları; 2008 krizinden beri kendini sokaklarda, meydanlarda farklı şekillerde gösteren dip dalgasını dizginleme, sistemin iç dehlizlerinde uslandırma siyaseti yatıyor.

Mevcut kampanyası ve politik kariyeri arasında büyük çelişkiler bulunan, aynı zamanda sağlık sorunları nedeniyle hayli silik bir profil çizen Biden karşısında Trump'ın görece rahat bir seçim geçirmesi beklenebilirdi. Ancak 230 binden fazla insanın canını alan koronavirüs sürecinde takındığı inkârcı, ihmalkar, umursamaz tutum Trump'ın popülerliğini fazlasıyla aşındırdı.

Benzer şekilde, 2020 yazı boyunca ABD'de bütün eyaletlerde sokakları zapteden ırkçılık karşıtı hareket karşısında beyaz üstünlükçü tavrını bir an olsun gizlemeyen Trump, bu tutumuyla Afro Amerikalılar ve göçmenler kadar ırkçılık ve faşizm karşıtı beyazları da normal koşullarda olacağından daha yüksek bir oranda sandığa sevk etti.

Son olarak, çevre hareketinin ve solun çabalarına koşut olarak ekolojik yıkımın kendini ABD coğrafyasında gitgide daha fazla hissettirmesiyle beraber politik gündemin merkezine yerleşen küresel ısınma Trump'ın elini zayıflatan etmenlerden biri olarak öne çıkıyor. Dünyanın düz olduğu savındakine benzer bir inançla küresel ısınmayı reddeden Trump, görece zayıf da olsa bir iklim eylem planı ortaya koyan Biden karşısında bu bağlamda zemin kaybediyor.

HOŞNUTSUZLAR, SOKAKLAR VE SOL
ABD'deki yapısal ırkçılığa ve onun mevcut politik ifadesi Donald Trump'a karşı biriken muazzam öfke en açık şekilde Black Lives Matter hareketi özelinde yazın sokaklarda görünürleşti. Demokratlar yine de Trump'a karşı muhalefet ederken sokak ve "anarşi" ile aralarına özenle bir mesafe koymayı seçtiler.

Örneğin, Trump sokaklardaki kitlesel eylemlerin anarşist fiili yetki alanları doğurduğunu ve bu yüzden kolluk güçleri ya da faşist milisler tarafından ezilmesi gerektiğini öne sürerken, Biden da bu "anarşistlerin" tutuklanmasını salık verdi ve (yağmacıları kastederek) "çapulcuları" lanetledi.

Trump, tüm şiddetin kaynağının sol olduğu söylemini ısrarla kullanıyor ve buna karşı devlet ve milis şiddetini meşru olarak gösteriyor. Biden ise Trump'tan kısmen bağımsız olarak serpilip gelişen faşist milislerin eylemlerine dair - sanki bunlar Biden başkan seçilirse kendiliğinden çözülecekmiş gibi - tek bir söz etmeyi bile aklından geçirmedi. Polisin eylemcilere ateş açması bağlamında ise gövde veya kafa yerine bacakların hedef alınması gerektiğini vurgulamakla yetindi. Trump'ın faşizan söylemi kolluk güçlerinin yüceltilmesine ve açık bir şovenizme dayanırken, Biden ve sabık bir bölge başsavcısı olan yardımcısı Kamala Harris'in kampanyasında asayiş söylemi öne çıkıyor.

Joe Biden, sosyal demokratlar ve liberaller açısından dahi Trump'a karşı sunulabilecek en zayıf alternatifti. ABD toplumunu ve Trump'ı iktidara taşıyan, faşist milislerin giderek yaygınlaşmasına ortam hazırlayan korku, nefret ve kriz iklimini dişe dokunur bir şekilde değiştirmek için reformist bir programa dahi sahip değil. Aksine, Biden, başkan seçilirse tam da hiçbir esaslı değişikliğin gerçekleşmeyeceğinin teminatı.

Statükonun gece ve gündüz bekçilerinin bir tiyatro sergilediği böyle bir ortamda bütün enerjisini kendisini bertaraf eden Demokratik Parti'nin seçim kampanyasına ayıran Sanders'in politik sessizliği hayal kırıklığı yaratıyor. ABD'deki ilerici güçlerin onları toparlayacak, bir eylem ve direniş cephesinde birleştirecek, Trump ve faşist milislerin yükselişine ortam hazırlayan statükoya cepheden saldıracak bir önderliğe ihtiyaçları var. Fakat Sanders, Demokratik Parti'deki arkadaşlarını eleştirerek hizip konumuna düşmekten fazlasıyla çekiniyor ve dolayısıyla böyle bir misyonu üstlenmekten aciz kalıyor.

Bahsettiğimiz önderlik sorunu giderek daha yakıcı bir hale geliyor. Covid-19 ve ekolojik yıkımın yarattığı boşlukta büyüyen umutsuzluk, kitlelerde bireysel ölçekte kıyamete hazırlanma güdüsünü koşulluyor. Bu korku ve endişe iklimi, silah satışlarında patlamaya neden oldu. Elbette faşist milislerin (bildik neonazilerin yanı sıra Ku Klax Klan (KKK) ve maço milliyetçi Gururlu Çocuklar (Proud Boys) gibi diğer beyaz üstünlükçüler, ırk savaşlarını savunan Boogaloo hareketi, vs.) hızla artan görünürlüğünün rolü de yadsınamaz.

Irk meselesine doğrudan temas etmeyen, daha kaba ve maço bir gericiliği bayrak edinen Gururlu Çocuklar mevcut tarihsel fırsatı en iyi değerlendirenler arasında. Başkan adayları arasındaki birinci münazarada moderatör ve Biden, Trump'tan bu hareketi kınamasını ve lanetlemesini istedi. Trump'ın cevabı ise çıkarları arasındaki örtüşmeyi açık eder nitelikteydi: "Gururlu Çocuklar, geride durun, hazır bekleyin". Seçimde olası bir mağlubiyeti kabul etmeme ihtimalini dillendiren Trump'ın bu sözleri halk kitleleri ve sol nezdinde bir huzursuzluk doğurdu.

Seattle gibi anarşistlerin güçlü olduğu tekil bölgeler dışında ve ötesinde, ABD toplumunun tümüne hitap eden, faşist milislere karşı mücadeleyi örgütleyebilecek bir sol yapıdan söz edilebilir mi? Burada ezilen halk hareketlerinden, özellikle de ezilen ulus niteliğindeki Afro Amerikalılardan bahsedebiliriz. Ülkenin güneyindeki (yasal olarak) silahlanan birçok grup, ihtiyaç halinde beyaz faşistlere karşı halklarını savunmanın hazırlığını yapıyor.

Seçimlerin öncesinde olduğu gibi sonrasında da silahlı çatışmaların artma olasılığının ötesinde ABD siyasetinde daha genel bir değişim gerçekleşiyor. Siyasi yelpazenin merkezi günden güne çökerken hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler giderek sağa kayıyor. Yıllardır Demokratik Parti'ye sızma ve onu içeriden değiştirme sevdasıyla hareket eden ABD soluysa Sanders örneğinde şunu görmüş oldu: en ufak bir kazanım bile parti içindeki müesses nizam tarafından sabote edilecek, tersine çevrilecektir. Cumhuriyetçi Parti'deyse faşist grupların etkisinin arttığını söylemek mümkün. Cumhuriyetçiler KKK tarzı aleni beyaz üstünlükçü söylemle flört etmekten artık çekinmiyor.

Seçimi kazanan Trump da olsa, Biden da olsa (ki Trump'ın yenilgiyi kabul etmeme olasılığına dair verdiği ipuçları bu sürecin uzun olabileceğine, sokakların karışabileceğine işaret ediyor) kendi ürettiği sefalet ve hoşnutsuzluğu faşizm dışı koşullarda idare etmekte giderek zorlanan bir kapitalist düzen ile karşı karşıyayız. ABD'de gerçek bir devrimci politik alternatifin örgütlenmesi sorunu aciliyet taşıyor. Gerek ülkenin emperyalist dünya düzeni içerisindeki kritik rolü, gerek de faşizmin sesinin ana akım içinde bu denli gür çıkmasına zemin hazırlayan baskıcı ve sömürücü düzen bunu şart koşuyor. Ne nüveleri giderek yaygınlaşan faşizm ve polis zorbalığını sokakta yenmenin ne de bu eğilimlerin yaşam koşullarını ortadan kaldırıp, halkçı bir pozitif politik aklı örgütlemenin başka bir yolu var.