24 Eylül 2024 Salı

Deniz Aytaç yazdı | Tarihsel rol ve misyon üzerine

Tarih bize önemli bir fırsat sunuyor. Devrim, eğer bir hayal değil de bu mevcut düzenin çürümüşlüğü kadar gerçek ise hele de bizim devrimimiz koca kıtaları sarsacak kadar gerçek ise ve yine bizim 21. yüzyılın komünist öncüsüne sahip olduğumuz gerçek ise; o zaman bizim adanmışlar ordumuzun neferleri olarak dünyada yeri yerinden oynatabilecek potansiyel güce sahip olduğumuz da gerçektir. Unutmayalım: Değişim, potansiyelin aktifleştirilmesidir!

Marx ve Engels, komün günlerinde kendileriyle çok yakın çalışan Elisareta Tomanovskaya gibi Rus göçmen gençlerinden çok etkilenir. Hatta Engels, Bakunin ile aralarına mesafe koyan bu gençlerden, "Yetenek ve karakter söz konusu olduğunda bazıları kesinlikle bizim camia içindeki en iyiler arasında yer alır" diye bahseder ve sahip oldukları üç temel özelliği "heyecan verici" olarak niteleyip vurgular: Metanet, güçlü karakter ve teoriyi kavrayış gücü.

Böylesi niteliklere sahip olan Rus gençlerinin arasından daha sonra Lenin gibi bir önderin çıkması elbette tesadüf değildi. Ama daha az tesadüf olan, uluslararası komünist hareket içerisinde Rus gençlerin ayırt edilecek biçimde sivrilmesidir. Bu durum, o dönem nesnel koşullar kadar, bu nesnel koşulları doğru kavrayıp yönetebilen öznellik tarafından belirlenmesiyle de alakalıdır. Denilebilir ki, Rus devriminin motor gücünü, nesnellik ve öznellik arasındaki bu diyalektik ilişki oluşturmuştur.

Çarlık rejiminin bölge halkları üzerinde baskı kurması kadar Avrupa ve Asya'da karşı devrimci gericiliğin payandası olması, güçlü bir devrimci kültür ve gelenekten gelen Rus devrimcilerinin motivasyon kaynağını oluşturmuştur. Olası bir Rus devriminin sadece Rusya'yı ve bölge halklarını değil, Asya ve Avrupa'yı da derin bir biçimde etkileyeceği açıktı. Ne var ki Doğu'dan beklenen bir devrim, Marx ve Engels tarafından henüz sadece sezgisel olarak algılanabiliyordu. Gerçi, 27 Eylül 1877'de A. Sorge'ye yazdığı mektupta Marx, Rusya'yı kastederek, "Devrim bu kez, karşı-devrimin şimdiye dek alışılmamış siperi ve yedek ordusu olan Doğuda başlıyor" diyerek, bu sezgiyi daha ileri taşımıştı. Rusya'da giderek olgunlaşan devrimci duruma stratejik yaklaşım daha sonra Lenin ve onun önderliğindeki Bolşevikler tarafından sergilenecekti.

Lenin'i ve Bolşevikleri şekillendiren motivasyon kaynağı aynıydı. Onların ortaya koyduğu ufkun ve vizyonun sınırları bir ülkeyi, bir bölgeyi, bir coğrafyayı aşacak düzeydeydi. Buna sadece inanmadılar, bu somut ve nesnel gerçekliği teorik tüm temelleriyle ortaya koydular. Motivasyon kaynaklarını besleyen, devrimci politikalarını derinleştiren tam da buydu. Boş inanç, hamasi nutuklar değil, nesnel durumun bilimsel-teorik ve yakıcı gerçekliği. Nitekim sonuçta tarih onlara, onlar da tarihe sosyalist bir devrim armağan etti.

Coğrafyamıza gelecek olursak. Coğrafyamızın devrimcileri zamane Rus devrimcileriyle aynı tarihsel sorumluluğa ve sorumluluk bilincine salip olması gerektiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Aynı tarihsel rol ve misyon bugün coğrafyamızın devrimcilerinin omuzlarındadır ve aynı motivasyon kaynağı bizim de kaynağımız olmalıdır.

Günümüzde Türkiye devleti Çarlık Rusya'sı kadar güçlü olmayıp bölgesel ve evrensel düzlemde gericiliğin kalesi olmasa da izlediği iç politikanın uzantısı olarak bölgesel çapta da devrimci dinamizmi boğmaya çalışan bir güçtür. Bölge gerici devletleri ve emperyalist ülkelerle yer yer çıkar çatışması ve sürtüşmesi yaşasa da esas olarak yaptığı pazarlıklar sonucu amacına ulaşmanın yollarını açabilmektedir. Birleşik devrimin kazanımlarını, yapılarını ve kadrolarını hedef almaktadır. Bu yönüyle sadece birleşik devrimin değil bölgesel devrimin de önünde ciddi bir tehlike olarak durmaktadır.

Öte yandan, günümüzde "zayıf halkalar" yani devrim merkezleri çoğalmış olsa da ve buralarda herhangi bir devrim önemli sonuçlar doğuracak olsa da coğrafyamızın müstesna konumu onun stratejik önemini arttırmaktadır. Bu topraklarda gerçekleşecek olan bir devrim hızla -gerek coğrafi gerekse de ekonomik ve tarihsel açıdan bağları bulunduğu- Balkanlara, Kafkaslara, Mağrip'e ve Ortadoğu'ya yayılma ve bunun sonucunda bir dünya devrimini tetikleme potansiyeline sahiptir. Dolayısıyla burada aynı zamanda emperyalizme ve onun küresel kuşatmasına indirilecek en etkili, en öldürücü darbedir de söz konusu ettiğimiz.

Marksist leninist komünistlerin "birleşik" ve "bölgesel" devrim perspektifleri, bu perspektifler doğrultusunda izlediği teorik ve pratik yol tamamıyla bahsi geçen bu devrimci öngörü ve iddianın ürünüdür. Bu iddia kendiliğinden oluşmuş değil, nesnel gerçeklik bu iddianın tezahürünü zorlamıştır. Bu iddianın gerçekleşmesi, hayat bulması artık nesnel olduğu kadar öznel koşullara da bağlıdır. Ve her komünist birey bu iddianın sahibi ve taşıyıcısı olarak konumlanmak zorundadır. Kuşkusuz her devrim önce "ulusal" bir karaktere sahiptir ancak coğrafyamızın Türk, Kürt ve Arap devrimcilerinin yönü ve ufku dar sınırları aşmak zorundadır. Dün partinin kadrosu olmak yeterliyken bugün birleşik devrimin ve hatta dünya devriminin kadrosu olarak konumlanmak ve buna göre kendisini yeniden yapılandırmak her komünist bireyin görevidir. Büyüyen ve devrim iddiası kadar varlık alanı da daha geniş bir coğrafi alana yayılan komünist öncünün bireyleri olarak bu görev tarihsel bir öneme sahiptir.

Bu görev asla başarılamayacak bir görev değildir. Yeter ki moral ve motivasyon kaynağımızı doğru bir biçimde beslemeyi bilelim. Çünkü bu, mücadelenin zor ve çetrefilli olduğu coğrafyalarda daha elzemdir. Örneğin, bugün mücadele yürüttüğümüz koşullar en az Çarlık rejimine karşı mücadele yürüten Rus devrimcileri kadar zordur. O zaman biz de en az onlar kadar özverili, disiplinli ve metanetli olabilmek, güçlü karakterler inşa edebilmeliyiz. Daha da önemlisi teorik kavrayışımızı derinleştirebilmeliyiz.

İçsel bağlantıları doğru konulmuş, tutarlı ve güçlü bir mantığa dayanan teori olmadan ideolojik söylemler boş hamasettir. Örneğin, istediğimiz kadar Ortadoğu'yu değiştireceğiz diyelim, eğer ki marksist leninist komünistlerin birleşik devrimden yola çıkarak bölgesel devrim perspektifine dek ortaya koyduğu siyaset teorisini anlamayıp kavrayamıyorsak, bu teorinin ufkunu göremiyorsak, yine marksist leninist komünistlerin bu uğurda attığı adımların ayak izlerini takip edemiyorsak, söylemlerimizin de gerçek anlamıyla bir kıymeti harbiyesi kalmamaktadır.

Tüm bunlar elbette daha üst bir bilinç düzeyi gerektirmektedir. Kendi bilinç düzeyimizi sürekli yükseltmekle birlikte bulunduğumuz ve çalışma yürüttüğümüz her alanda ezilenlerin de bu bilinç düzeyine kavuşmalarının yol ve yöntemlerini bulabilmeliyiz. Coğrafyamızda bulunan kadınlar, gençler, işçi-e- mekçiler başta olmak üzere tüm ezilen kesimler ne yazık ki nelere haiz olduklarını bilmemektedirler ve hatta kendilerini evrensel düzlemde en umutsuz pozisyonda tahayyül etmektedirler. Tam da bu noktada kitle psikolojisini tersine çevirebilmek, her olay ve olgunun kendi zıddını içinde barındırdığını, görüngüde en "umutsuz" olanın özünde en umutlu durumda olabileceğini göstermek gerekir. Nitekim bu coğrafyanın ezilenleri ayağa kalktığında nasıl bir anda tüm dünyanın ilgi odağı haline gelebileceğini sırf bu son on yılda bile defalarca deneyimledik.

Wilhelm Reich, "Bilgi, insanı 'umut'a götürür, sen bunu anlamıyorsun. Sen umutlu birisi olmak istiyorsun ama başkalarına umut vermiyorsun" der. Demek ki "umut"lu olabilmek, "umut"u milyonlara götürebilmek için önce "umut"u "umut" yapan "bilgi"ye sahip olmak gerekiyor. Zira "devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz" ve teori, bizim zihnimizden süzülerek milyonlara ulaşır ve ancak öyle dönüşebilir maddi güce.

Sonuç olarak tarihsel görev tüm yakıcılığıyla önümüzde durmaktadır. Bu zorlu görevi üstlenecek tüm moral ve motivasyon kaynaklarına sahibiz. Yeter ki "umut"un nerede gizli olduğunu doğru kavrayalım ve geniş yığınlara da bu "umut"u aşılayalım. Tabi tüm bunlar sıradan bir yaşam tarzı, mutat varoluş ve kendimizi var ediş biçimiyle mümkün olmaz.