22 Eylül 2024 Pazar

Bahoz Herekol yazdı | 'Yol' yok

Kürtleri, kadınları, Alevileri, gençliği, LGBTİ+'ları, işçi ve emekçileri toplumsal maddi kimliklerinden yalıtmak suretiyle inkar ve imha siyasetinize yol vermeyeceğiz. Bize asla yeniden "Tanımıyrem" dedirtemeyeceksiniz. Şehitlerimize de tutsaklarımıza da yoldaşlarımıza ve mücadelemize de daima zafere dek sahip çıkacağız.

Yol filmi, 1982 yılında Yılmaz Güney tarafından yapıldı. Film birçok konuda analize açık, değerlendirmeyi hak eden devrimci-sosyalist bir kadraja sahip. Yılmaz Güney, dönemin sömürgeci Türk burjuva devlet yapısını ve Kuzey Kürdistan'daki toplumsal maddi gerçekliği güçlü bir eleştiriye tabi tutmuş. Ancak biz burada bir bütün film değerlendirmesi yapmayacağız; yalnızca bir sahnenin güncelle bağlantısını kurup çağrışımlarına cevap olmak istiyoruz.

Yol filminin yaklaşık son on beş dakikasına denk gelen sahnede; bir önceki sahnedeki çatışmada katledilen dağdaki Kürt yurtseverleri (herhangi bir örgüt çağırışımı yok) jandarmalar tarafından bir traktör römorkunda köy meydanına getirilir. Burada köylülere yaşamını yitirenlerin kimlik tespitinin yapılamadığı, tespit edilen cenazelerin ailelerine teslim edileceği söylenir. Ancak öldürülenlerden biri kendi köylüleri olmasına rağmen ve kendi ailesi dahil "köyün erkekleri" cesetleri tanımadığını söyler. Her ne kadar jandarma cenazeleri ailelerine teslim edeceğini söylese de hemen ardından "tanıyıp da söylemeyen de ceza alacak" der. Yani bu, o dönemde Kuzey Kürdistan'da şu demektir: Halkı için savaşan da bu savaşçıyı yetiştiren de buna karşı sömürgecilerle işbirliği yapmayan da kısacası Kürtlüğünün ve Kürt olarak varlığının farkında olan da sömürgeci devlet ve onun işgalci ordusu nezdinde suçludur.

Bu, dönem gerçeğinin sinema perdesine gayet gerçekçi bir aktarımıdır ve en ufak bir abartı yoktur. Zira binlerce faili meçhulü yaratan gerçeklik de budur. Sosyalist yurtseverlerin, marksist leninist komünistlerin, demokratik Kürt ulusal hareketinin ve devrimcilerin gözaltında kayıplara karşı mücadelesinin bir kazanımı, Cumartesi Anneleri mevzisinin bir sonucu olarak bu durum önemli oranda aşılmıştır. Öncesinde tam da filmde yer aldığı gibi başta Kürt halkı ve Kuzey Kürdistan olmak üzere ezilenler, her yerde kimliklerini saklama, gerçekliklerinden kaçmak zorunda bırakılmıştır. Ki zaten 90'lara değin Kuzey Kürdistan'daki sömürgeci zulmün haddi hesabı da yoktur. Devrimci mücadelenin açığa çıkardığı haklılık ve meşruiyet bilinci kitleselleşmiş ve Kürtler, Aleviler, kadınlar, işçi-emekçiler ve gençler kimliklerine, kendileri ve toplumsal hakları, kurtuluşları için mücadele eden evlatlarına, devrimcilere sahip çıkmıştır.

Sömürgeci, inkarcı, işgalci faşist saray rejimi, Pirsûs (Suruç) katliamının ardından geliştirdiği inkar-imha konseptiyle yeniden "Muhayyel Kürdistan (ve muhayyel demokratik Türkiye) burada meftundur" diyerek, devrimci mücadelemizin ve kitle hareketinin üzerine betondan mezar kurmak istiyor. Bunun ilk adımı yine kitleleri devrimci, yurtsever şehit cenazelerinden yalıtmak ve şehitlerin sahiplenilmesini zora dayalı olarak da olsa önlemeye çalışmak oldu. Bugün ise bunun için devrimci avukatları müvekkilleriyle özdeşleştirerek tutukluyor; devrimcileri, sosyalist kadınları tutsaklarla dayanışmada bulundukları, görüşe gittikleri, temel ihtiyaçlarını karşılamaları için para yatırdıkları gerekçesiyle işkenceyle tutukluyor.

Aynı gerekçelerle, işçi hareketi önderlerini, sosyalistleri meşru faaliyetleri, faşist saray rejiminin zulmünü protesto ettikleri gerekçesiyle işkenceci saldırılarda bulunuyor; her gün toplantılara katılan, televizyon programlarına çıkan, sokaklarda partilerinin çalışmalarını yürüten devrimcileri (Sıtkı Güngör örneğinde olduğu gibi) "aranan terörist" diye lanse ediyor...

Bununla kitlelere verilen mesaj açıktır; devrimciler, sosyalistler, devrimci tutsaklarla dayanışma içinde olan, onları sahiplenen herkes onlarla aynı muameleyi görecektir.

Bizler de faşist şeflik rejimine şunu hatırlatmak istiyoruz: Faşist Türk burjuvazisine ve onun uzantısı olduğu küresel emperyalizme karşı devrimci meşruiyet bilinci kazanılmış mevzimizdir ve buradan bir adım dahi geri adım atmıyoruz. Mücadelemiz haklı ve meşrudur. Faşist şeflik rejiminin ve emperyalistlerin yaşatmak istediği çürümüş, kokuşmuş kapitalizmin ve erkek egemen sistemin en ufak bir varlık gerekçesi kalmamıştır. Bizim ise varlık nedenimiz; insanlığa yaşanılacak adil ve eşit, ezenin ve ezilenin olmadığı bir dünya yaratmaktır. Faşist sömürgeci işgalci Türk burjuvazisini ve onun tüm devlet aygıtlarını Kürdistan'ın her karış toprağından söküp atana kadar durmayacağız.

Erkek egemen kapitalist devletinizi ve onun üzerine kurulduğu gerici toplumsal yapıları yıkıp, kadınların ve tüm cinsel kimliklerin eşit, özgür varlık hakkını kazanıncaya dek durmayacağız.

Ortadoğu ve dünyada tüm emperyalist varlığınıza el koyup sizi tarihin çöp sepetine atana kadar durmayacağız.

Kürtleri, kadınları, Alevileri, gençliği, LGBTİ+'ları, işçi ve emekçileri toplumsal maddi kimliklerinden yalıtmak suretiyle inkar ve imha siyasetinize yol vermeyeceğiz.

Bize asla yeniden "Tanımıyrem" dedirtemeyeceksiniz. Şehitlerimize de tutsaklarımıza da yoldaşlarımıza ve mücadelemize de daima zafere dek sahip çıkacağız.