24 Eylül 2024 Salı

Almanya'da yeniden sosyalizm tartışması üzerine - Deniz Boran

Almanya yine sosyalizmi tartışıyor. Sosyaldemokrat Partisi (SPD) Gençlik Başkanı Kevin Kühnert'ın konutların kamulaştırılması talebiyle başlattığı tartışma ülke gündemine oluşturdu.
Almanya Sosyal Demokrat Parti'nin gençlik örgütü Genç Sosyalistler (Juso) yöneticisi Kevin Kühnert, konut sorunu bağlamında verdiği röportajı ile Avrupa Sosyal Demokrasisi içinde sınıf siyasetini yeniden gündemleştirdi ve Avrupa seçimlerinin arifesinde sosyalizm tartışmalarını alevlendirdi.
 
Kühnert daha önce de partisi içinde Almanya Parlamentosu seçimleri sonrası Hıristiyan Demokrat Parti ile oluşturulan Büyük Koalisyona karşı çıkmış, SPD'yi 'yeni bir sosyal demokrat başlangıç' yapmaya çağırmıştı. Nitekim bu çağrı SPD tabanının büyük bir bölümü tarafından sahiplenince, Kühnert SPD'nin son yıllardaki sağa kayışına karşı bir sembole dönüştü.
 
Alman Haftalık Gazete Die Zeit'ın 'Siz devletleştirmeyi değil, BMW gibi şirketleri kolektifleştirmeyi mi savunuyorsunuz?' sorusunu Kühnert şöyle cevapladı: "Evet, demokratik yolla. Benim için sonuçta BMW'nin devlete ait otomobil şirketi mi, yoksa anonim şirket mi ya da kolektif mi olduğu önemli değil. BMW'nin şimdiki biçimde olmasına gerek yok. Her şeyden önce elde ettiği kârın demokratik şekilde kontrol edilmesi gerekiyor. Böyle bir işletmenin kapitalist bir sahibinin olmasına da gerek yok. Değeri yaratan on binlerce insan neden bağımlılık nedeniyle pazarlık yaptıkları ücretle yetinsinler?"
 
İlk bakışta böylesi bir cevabın sosyalizm iddialı bir gençlik örgütünün başkanı için olağan olduğu düşünülebilir. Cevaba karşı açığa çıkan kamuoyuna bakınca ama meselenin daha farklı boyutları olduğu anlaşılacaktır.
 
KONUT SORUNU
 
'Kolektifleştirme' tartışmaları Almanya'da konut sorunu bağlamında yeniden gündeme geldi. Son yıllarda konut ve kira fiyatlarının artması ve dolayısıyla 'yaşanılabilecek alanların' daralması sonucu sosyal sorun giderek bu mesele etrafında gelişti. Başta Berlin, Stuttgart ve Hamburg gelmek üzere Almanya'nın birçok kentinde boş duran daireler 'yaşanmak' üzere işgal edilince 'Konut Darlığı' [Wohnungsnot] sorunu sınıf mücadelesinin başına geçti.
 
Almanya'da nüfusun yarısı ve büyük kentlerde yaşayanların yüzde 70'inin kiracı olduğu düşünüldüğünde 2008'den sonra son on yıl içinde kiraların ortalama yüzde 15, başkent Berlin'de yüzde 104, Münih'de yüzde 61, Hamburg'da ve Frankfurt'ta ise yüzde 50'lere yakın oranlarla yükselmesi, konut sorunun emperyalist merkezlerdeki yoksullaşmanın temel bir nedeni olduğu anlaşılacaktır.
 
Konut sorununu, Almanya İçişleri Bakanı Seehofer 2008'de 'dönemimizin sosyal sorusu', Başbakan Merkel ise 'birliğimizi belirleyecek bir toplumsal soru' olarak nitelendirirken, toplam sınıf mücadeleleri açısından 'tehlikeliliğe' işaret etmiş oldular.
 
Nitekim birçok kurumdan ve bireyden oluşan 'Deutsche Wohnen & Co. enteignen' [Deutsche Wohnen vb. kamulaştıralım] inisiyatifi, konut spekülasyoncu tekellerin elindeki konutların kamulaştırılması talebiyle kitlesel eylemler düzenledi. İnsanların en temel ihtiyaçları arasında yer alan konutun mali spekülasyona tabi olmasını kabul etmeyen inisiyatif başta 'Deutsche Wohnen' tekeli gelmek üzere Berlin'de spekülasyoncuların elinde olan 3.000'in üzerinde dairenin kamulaştırılmasını talep ediyor.
 
KAPİTALİZMİN YAPISAL KRİZİ VE SOSYAL DEMOKRASİ
 
Başını Hür Demokrat Parti'nin (FDP) çektiği neoliberal blok, bu toplumsal saflaşmada Avrupa Seçimleri öncesi 'Neoliberal Canlanma Programıyla' karşı saldırıya geçti. FDP öncülüğündeki Avrupa'lı Hür Demokratlar dönem siyaseti olarak 'devletçi sosyalizm' korkusunu canlandırarak, 'bağımsız pazar ve birey ekonomisini' yüceltiyor.
 
SPD'nin tek tek temsilcileri 'kamulaştırmaya' olumsuz baktıklarını açıklasalar da, parti olarak 'Parti İçi tartışma süreci' içinde olduklarından resmiyette tutumsuzluğu tercih ediyorlar. Başta Almanya Sol Parti gelmek üzere emekçi sol saflardaki parlamenter burjuva sol, 'Yaşam alanlarının toplumsallaşmasını' Avrupa Seçim Programlarına alsalar da pratik olarak tutumsuzluğu tercih etmekteler. Nitekim aynı zamanda Sol Parti'li olan Thüringen Eyaleti Başbakanı Ramelow da, tartışmayı 'tamamen gereksiz' bulduğunu belirtti.
 
Anlaşılacağı üzere başta Almanya gelmek üzere Avrupa Sosyal Demokrasisinin söz konusu 'parti içi tartışma süreçleri' sadece konut sorunuyla ilgili değil. Kühnert'in röportajıyla yeniden alevlenen ve kamuoyuna yansıyan parti içi kriz, 2008 Dünya ekonomik krizi ve onun dışa vurduğu yapısal krizin Sosyal Demokrasi içinde yarattığı genel bir bunalımın, yani kriz ve gerginlik silsilesinin bir halkası. Britanya Labour Party'nin Brexit konulu iç bunalımı, Hollande başkanlığındaki Fransa Sosyalist Parti'nin çözülüşü ve benzeri 'iç bunalımlar' çeşitli biçimlerde Avrupa Sosyal Demokrasisi içinde süreklilik kazandı.
 
Sosyal Demokrasi, İkinci Enternasyonal partilerinin Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı'nda sınıf işbirlikçi çizgiye girmeleriyle birlikte devrimci niteliğini kaybederken, en son İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası Sovyetler'e karşı konumlanışıyla tamı tamına bir burjuva düzen akımı oldu.
 
SPD öncülüğündeki Avrupa sosyal demokrasisi bugün geleneksel bir burjuva parti olduğu gibi tekelci burjuvazinin bir bölümünün siyasal temsilcisidir. Kapitalizmin politik bunalımının yol açtığı geleneksel burjuva partilere güven yitimi ve 'eski halk partilerin' tabanının erimesi merkez sağ olduğu kadar merkez sol olarak sosyal demokrasiyi de kapsıyor. Dolayısıyla sosyal demokrasi bir tarafta ezilenlerin 'aşırı sol ve sağa' kaymaması için kendini olağan dışı bir program ve söylemle yeniden üretmesi gerekirken, yapısal kriz içindeki kapitalizmi korumak için de tekelci sermayenin çıkarlarını her zamandan fazla savunması gerekiyor. Sosyal demokrasinin kapitalizmin yapısal krizi koşullarındaki bu çelişkili varoluşu, 'sürekli bir aşırılıklar ve savunmalar süreci yaratıyor'. Dolayısıyla sosyal demokrasi, yapısal olan hiçbir siyasal konu hakkında 'Yön Birliği' oluşturamıyor, atomize oluyor.
 
DÜZEN DIŞI TALEPLER
 
En son 'konut kriziyle' açığa çıktığı tarzda, ama daha önce de öğrencilerin öncülüğündeki 'iklim mücadelesi' ve Sarı Yeleklilerin 'yaşam koşullarının iyileştirilmesi mücadelesinde' de dışa vurduğu gibi alevlenen kitle hareketlerinde talepler 'savunucu' değil. Aksine hareketler ve saflaşmalar, daha önceki durumdan daha iyi bir pozisyon yaratmayı hedefleyen hareketler olarak gelişiyorlar.
 
Kuşku yok ki özellikle de Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesi kamuoyundaki tartışmaların 'toplumsallaşma ve tekelleşme' etrafında cereyan etmesi tesadüf değil. Kitlelerin hoşnutsuzluğu düzenin sınırlarını her zamankinden çok belirginleştirirken, sürekli daha fazla insanın ve hareketin düzen dışı düşünmesini, yani burjuva düşünüş ufkunu aşmalarını sağlıyor. Kendiliğinden oluşan kitle hareketlerinin mücadele talepleri giderek berraklaşırken, neoliberal saldırı programını yükseltemeyenler 'tutumsuzluk ve bulanıklık' üretiyorlar. Sonuçta Kühnert'in çözüm olarak sunduğu 'tam nasıl olur bilemem, ama demokratik sosyalizm' de SPD'nin programında zaten yazılı olarak duran bir lafızdan da ileri değil.
 
Emperyalist küreselleşme düzeni spekülasyonun çürümüşlüğü ile karakterize olurken, burjuvazinin ve onun partilerinin, konut sorununu bu düzen sınırları içinde aşamayacağı ortada. Spekülatif sermaye düzeni, sürekli tekelleşmeyle karakterize olur. 'Kamulaşma' ve 'Toplumsallaşma' ise sosyalizmin kategorileridirler. Emperyalist merkezlerde yoksullaşan halkın bağrında yükselen ve bugün konut sorununda somutlaşan, yarın ama daha fazla gündemle birleşecek 'toplumsallaştırma' eğilimli talepler karşısında Sosyal Demokrasi giderek çözümsüzlüğe batıp atomize olurken, sosyalizmin yolu açılacaktır.