16 Eylül 2024 Pazartesi

Yaren Tuncer yazdı | Yoksulluk cinsiyetsiz midir?

Yoksulluk; salt sınıfsal bir sorun değil; cinsiyetlidir. Cinsiyetli bir yoksullukla cinsiyetsiz, genel bir mücadele düşünemeyiz. Kadın cinsi; toplumsal cinsiyet düzeni gereğince yoksuldur. Kadınların yoksulluğu genel bir yoksulluk potasında değerlendirilemez, çünkü kadınların yoksulluğu; kökeni, nedenleri, mücadele koşulları ve sonuçlarıyla özgündür. Nasıl ki toplumsal şiddet sorunu ve kadına yönelik erkek şiddeti sorunu aynı potaya konamaz ise kadının yoksulluğu da özgün bir analizi ve özgün bir mücadele hattını hak ediyor.

Yoksulluk; guruldayan karınlar, yırtık ayakkabılar, montsuz geçen kara kış, kömür kokusu sinmiş evler, besinsiz kalmış cılız bedenler, çocuğuna defter alamayan baba ve dahası. Kuşkusuz tüm bu saydıklarım da bu topraklardaki yoksulluk hallerine dahil ve pek de az rastlanılan örnekler değil. Ancak yoksulluğun sınırı ve tanımı da bu örneklerle açıklanamaz. Sadakacı siyasal islamcısı ya da yardımsever/duyarlı seküleri; liberallerin katı bir şekilde stereotipleştirdiği (tek tipleştirdiği) yoksulluk olgusuna marksist yaklaşım daha derin olmalıdır.

Görünenin ardına bakan ve toplumsal olguları diyalektik yöntemle analiz eden marksist için yoksulluk sınıflı toplumun sonuçlarından ve kapitalizmin kaçınılmaz olarak derinleştirdiği ve genişlettiği bir gerçektir. Marksiste göre yoksulluk; şanssız insanların kaderi ya da belası değil toplumsal bir sorundur. Çöplerde yemek arayan yaşlılardan; artık dışarıda bira içmeye para ayıramayacak beyaz yakalıya kadar yoksullaşma toplumsal bir süreçtir. Yoksulluk; bir bütün olarak sınıfın gerçeği, sermayedarların mülksüzleştirdiği yığınların sorunudur. Peki; yoksulluk salt bir sınıf meselesi mi, kadın-erkek ayırmadan sınıfın ortak acısı mı? Özetle şöyle soralım: Yoksulluk; cinsiyetsiz midir?

Kadın ve erkek toplumsal cinsiyetine göre şekillenmiş bir düzende yaşıyoruz ve kadın cinsin köleliği üzerine kurulmuş bir dünyadayız. Toplumsal cinsiyet düzeninde hiçbir olgu cinsiyetsiz değildir. Hele ki yoksulluk; toplum tarafından kadının "fıtrat"ı olarak bellenmiş bir olgudur. Kadın cinsi tüm dünyada ikincil bir cins; özcesi ikincil insandır. Erkek kişi insan olandır; Adem'in oğludur. Kadın ise insanın "farklı" olanıdır. Erkeklerin bilimi de kültürü de insanı erkek olarak bellemiştir. Kadın, ataerkinin tarihi boyunca erkek için varlıktır; mülk ya da köle olarak var olabilir. Toplumsal üretim, emeğin yeniden üretimi, bilim, hukuk, kültür, dil, toplumsal yasalar, din, sanat, felsefe ve gündelik yaşamın düzenlenmesine kadar her davranış, yaklaşım ve norm, toplumsal cinsiyet düzenine/kadının ikincilliğine göre yeniden düzenlenir. Ataerkil düzende her gelişme kadının tasarrufsuzluğuyla uyumludur ya da uyumlaşma eğilimi gösterir.

Bugün somut olarak kadınlar bu toplumsal statü gereği eğitim, üretim, hukuk, bilim, sanat ve kültürel anlamda geride bırakılmıştır. Kadının işe, toprağa, mülke ve hatta kendi emeğine sahipliği erkeğin çok gerisindedir. Kadın erkeğe göre daha yoksuldur ve bu yoksulluk genelde anne karnında başlar. Kız çocuğuna gebe olanla oğlan çocuğuna gebe olan kadının gebelik süreci farklı koşullarda gelişir. Kız çocuğu oğlan çocuğu kadar sağlıklı beslenemez ve eşit eğitim fırsatlarına sahip değildir. Kız çocuğu, ev içi işlerle küçük yaşta tanışır ve daha çok baskıyla büyütülür. Kız çocuğunun gördüğü değer daha düşüktür.

Eğitim sürecinde maddi ve manevi olarak desteklenmemek, akademik başarı beklentisinin düşük olması ve akademide taciz, şiddet, ayrımcılık gibi etkenler kız çocukları ve genç kadınların eğitim-kültür düzeylerini düşürür.

Ev temizliği, yemek hazırlığı, çocuk bakımı, yaşlı bakımı gibi kadın olarak doğmanın getirdiği "doğal" görevler, toplumsal hayata katılım önünde engeldir. Kadın cinsi; yığınlar halinde hiçbir karşılık almadan ev içi işleri üstlenir; ev içinde kadının emek ve zaman tükettiği bu işler gerçek bir iş sayılmaz. Oysa ki kadınlar toplumsal üretime dahil olan işçileri doğurur, besler ve büyütürler. Yine kadınlar; erkek işçilerin ertesi gün işe gitmesi ve 8-16 saat çalışabilmeleri için bakımlarını üstlenirler, hatta artık çalışamayıp devletin başına bela olacak yaşlılara da karşılıksız bakarlar. Annelik, gelinlik ve ev işleri kadınların "fıtrat"ıdır. Artan yoksulluk nedeniyle çalışmaları gerektiğinde ise birçok kadın geçici, günlük, evde parça başı işler ile güvencesiz ve esnek biçimde düşük ücretlerle sömürüye maruz bırakılır.

Toplumsal üretime dahil olan kadınlar ise erkeklerle eşit işe eşit ücret alamamaktadır. İşçi kadınlar, erkeklerle eşit sendikal temsiliyet ve eşit pazarlık hakkına sahip değildir. Kadınlar genel olarak erkeklerden daha güvencesiz ve kötü koşullarda; çok daha düşük ücretlere çalışır. İşe alımlarda, işten çıkarmalarda cinsiyete dayalı ayrımcılık vardır. İşyerinde cinsel taciz ve mobbing ya da başka bir ifadeyle işyerinde erkek baskısı; kadınlar için iş ortamında ve ailelerinde ağır sorunlar yaratmaktadır.

Devletler ise nüfus politikalarını kadın cinselliği üzerinden şekillendirerek, kürtaj ve doğum kontrol yasakları, aile politikaları ile kadının ev içi iş ve güvencesiz düşük ücretli iş girdabında boğulmasına sebep olmaktadır.

Toplumun maddi yaşam biçimi ve kadının iş ve eğitim koşullarının, cinsiyetçi iş bölümünün yanı sıra kadının yoksulluğu aynı zamanda geleneksel bir olgu. Aynı hane/aile içindeki kadın ve erkek oldukça eşitsiz ekonomik koşullara sahiptir. Genellikle kadınların aileye ait olan mülk üzerinde söz hakkı dahi olmaz. Hatta kadının kendine ait olan ziynet eşyasının yahut kendi emeğini satarak kazandığı maaşın erkek tarafından kullanıldığı, kadınların tamamen kendine ait olan para üzerinde tasarruf hakkı olmadığı ailenin gerçeğidir. Aynı yoksul yer sofrasında oturduğu erkek kardeşi, eşi ya da babası kadar çok yemek yemeye ya da yemeğin etinden yemeye hakkı yoktur. Erkeğin sigara, alkol ve eğlence masrafının hesabının sorulamadığı hanede kadın, market parasından arttırıp aldığı bir parça kıyafeti gizlemek zorunda kalabilir. Özcesi geleneksel olarak kadınlar mülk ve para üstünde hak ve söz sahibi değildir. Kadınlar erkek egemen geleneklere göre çalışıp çalışmamak konusunda, nasıl bir işte çalışacakları konusunda, çalışıyorlarsa maaşlarının kontrolü konusunda tasarruf sahibi değildirler.

Göçmen ve mülteciler arasında en ağır yoksulluk koşullarını kadınlar yaşıyor. Deprem ve benzeri afetlerden sonra kadınların yoksulluğu erkekten çok daha katmanlı bir hal alıyor. Ekonomik sorunlar hane içinde kadın üzerinde şiddet ve baskıyı arttırıyor. Yine kadınlar, yoksulluk nedeniyle cinsel sömürüye ve cinsel istismara karşı çok daha savunmasız bir konuma geliyor. Yoksullaşmayla doğru orantılı olarak cinsel sömürüye dayalı seks endüstrisi genişliyor.

Özetlemek gerekirse yoksulluk; mülksüzlerin yaşam koşulu, toplumun en mülksüzleri ise kadınlardır. Her hafta rakı sofrası kurulan evlerin çarşıda bir çay içmeye parası olmayan kadınlarının yoksulluğu ile erkeğin yoksulluk zemini, koşulları ve sonuçları farklıdır. Bu nedenle kadın özgürlük mücadelesi öznelerinin, kadın yoksulluğu üzerine daha derin tartışması ve "kadın yoksulluğu" üzerine özgün bir mücadele hattı geliştirmesi ihtiyacı yakıcıdır.

Yoksulluk; salt sınıfsal bir sorun değil; cinsiyetlidir. Cinsiyetli bir yoksullukla cinsiyetsiz, genel bir mücadele düşünemeyiz. Kadın cinsi; toplumsal cinsiyet düzeni gereğince yoksuldur. Kadınlar, kadın oldukları için, erkekten "farklı" oldukları için yoksuldur. Kadınların yoksulluğu genel bir yoksulluk potasında değerlendirilemez, çünkü kadınların yoksulluğu; kökeni, nedenleri, mücadele koşulları ve sonuçlarıyla özgündür. Nasıl ki toplumsal şiddet sorunu ve kadına yönelik erkek şiddeti sorunu aynı potaya konamaz ise kadının yoksulluğu da özgün bir analizi ve özgün bir mücadele hattını hak ediyor. Toplumsal kolektif özne olarak kadın cinsi; kadın yoksulluğuyla mücadelede kendi örgütlerinde ve platformlarında bir yöntem geliştirmeye ihtiyaç duyuyor. Sermayedarların ve erkeklerin bizden çaldıklarını geri almak için kadın dayanışması ve kadın özgürlük mücadelesini yükseltmek zorundayız.