22 Eylül 2024 Pazar

Ulusoy: KKÖ'nün konferansı kadınlara güven verdi

Sosyalist Kadın Dergisi Yazarı Sultan Ulusoy, Komünist Kadın Örgütü'nün 3. konferansının, kadınlara yönelik erkek egemen sistemin saldırılarının cins savaşına dönüştüğü bir süreçte gerçekleştiğini söyledi, "Bu konferans, örgütsel sürekliliğinin bir göstergesi ve yenilenme iddiasıdır. Konferans kadınlara güven vermiştir" dedi.

Komünist Kadın Örgütü (KKÖ), 8-17 Mayıs tarihleri arasında "Yaşasın kadın devrimi yaşasın sosyalizm", "Özgürlük için toplumsallık, özneleşme için örgütlülük, kadın devrimi için adanmışlık" şiarıyla 3. Konferansını topladı.

Sosyalist Kadın dergisi yazarı Sultan Ulusoy, Özgür TV'de katıldığı programda, konferansın ideolojik, politik ve örgütsel anlamı, kadın özgürlük mücadelesinin durumu, gelişim sorunları, erkek egemenliğine karşı mücadelede erkek komünistlerin görev ve sorumlulukları üzerine Serpil Arslan'ın sorularını yanıtladı.

KKÖ 3. Konferansı'nın saldırıların yoğunlaştığı, kadın kazanımlarının tek tek geriletilmek istendiği bir dönemde toplanması nasıl bir anlam ifade ediyor?
Kadınlar dünyanın pek çok köşesinde düzeyi her geçen gün artan bir şiddetle karşı karşıya kalıyor. Kadın katliamları bir cins savaşımına dönüşmüş durumda.

Faşist şeflik rejimi erkek egemenliğinin en gerici en faşist koalisyonunu oluşturdu. Bu koalisyon aracılığıyla en başta kadınlara LGBTİ+'lara yönelik kapsamlı saldırılar gerçekleştiriyor. Toplumu politik islamcı temelde yeniden dizayn etmeye çalışıyor, kadınları "makbul" olarak tarif ederek, erkeğin ihtiyaçlarına göre tanımlayıp nesneleştiriyor, kadını tamamen ev kölesi haline getirmeye çalışıyorlar.

Erkek şiddetine itiraz eden, sokağa çıkan, mücadele eden kadınları gözaltı ve tutuklama terörü ile yıldırmaya çalışıyorlar. 25 Kasım eylemlerinde, Onur Yürüyüşlerinde, 8 Martlarda bu saldırganlığın varabileceği düzeyi gördük.

KKÖ Konferansı'nın faşist şeflik rejiminin kadın özgürlük mücadelesini çok değişik araçlarla, saldırılarla engellemeye çalıştığı bir dönemde gerçekleştirilmesi hakikaten çok önemli.

BU KONFERANS BİR YENİLENME İDDİASIDIR
Kadın özgürlük mücadelesinin demokratik zeminde dahi kendini ifade edebilmesinin koşullarının alabildiğine sınırlandığı, bütün bu yasal sınırların aşılarak bir komünist kadın konferansı toplama başarısını gösteren iradeyi selamlamak gerekiyor. Açık ki bu konferans, örgütsel sürekliliğin göstergesi ve bir yenilenme iddiasıdır. Yüreği komünist kadınlarla atan tüm kadınlar adına son derece sevindiricidir.

Bu konferans, kadınların, erkek egemen faşist şeflik rejimiyle ile dişe diş savaşımının adeta ortasında gerçekleşmiştir. Bu anlamıyla kadın hareketine öncülük iddiasında olan komünist kadınların kararlılık ve iddiasını gösteriyor. KKÖ Konferansı duyurusunda, "Böyle bir dönemde mücadele kararlılığı ve devrimci amaçlarımızdan geri adım atmayacağız" deniyordu. Eminim ki KKÖ Konferansı yüreği devrim ve sosyalizmden yana atan tüm kadınlara ilham kaynağı olacaktır. 2024 yılında mücadelenin büyütülmesinde önemli rol oynayacaktır.

Açıklamada, dünyada, Türkiye'de ve Kürdistan'daki kadın hareketine ilişkin değerlendirmeler de yer alıyordu. Kadın hareketini nasıl görüyorsunuz?
Yayınlanan duyuru metni ve sosyal medyada yayınlanan "Özgür Kadın" dergisindeki değerlendirmelere baktığımızda, son derece isabetli saptamalar olduğunu görüyoruz.

Kadınlar gerek dünyada gerekse de Türkiye ve Kürdistan'da son derece canlı bir pratik ortaya koydu. Bunu hep birlikte izledik. Rojhilat'ta cins çelişkisiyle başlayan hareket bir ayaklanmaya dönüştü ve tüm dünyada gündem oldu.

Kitle hareketinin alabildiğine gerilediği bir dönemde kadınlar sokakları terk etmeyerek genel kitle hareketine de moral taşıdı, güç verdi. Bu hareketin en gelişkin en ileri yanıydı. Ancak erkek egemen sistemin saldırıları öylesine kapsamlı, öylesine yoğundu ki kadın hareketinin mücadele araç ve biçimleri bütün bu saldırıları püskürtmede yetersiz kaldı.

Geride kalan dönemde kadın hareketinde birkaç yan öne çıktı. Biri; hareketin canlılığını ve dinamizmini koruması, direnişçi bir hatta duruşuydu. Bu canlılığı, dinamizmi ve yaygınlığını MeToo hareketinde görmüştük hep birlikte. Hareketin ikinci gerçeği ise, kadın örgütlerinin pandemi döneminde başarılı bir sınav verememeleridir. Bu dönemde önemli oranda bir eve kapatılma süreci yaşadık. Direngen bir hat geliştirilmeliydi, sokağa işaret edilmeliydi. Fakat ne yazık ki bu tam olarak böyle olmadı. Bir diğeri ise, dünya çapında kadın grevi dalgasında bir geri çekilme yaşandı.

Gelişen saldırganlığı püskürtecek bir yanıt verememek harekette tıkanmaya yol açtı. Buna bağlı olarak hareket patinaj yaptı. Özellikle 8 Mart öngünlerinde çok değişik bölünmeler, parçalanmalar yaşandı. Bu bölünmelerin ne kadarının doğal ne kadarının yapay olduğu tartışmaya muhtaçtır.

Bir başka önemli nokta postmodern yaklaşımlar, bireysellik eksenindeki kimi tartışmalardır. Bu tartışmalar kadın hareketinde dağılmalara, ayrışmalara yol açtı.

KADIN HAREKETİ DAYANDIĞI EŞİĞİ AŞAMADI

Bu tablo neyi gösteriyor peki? Komünist kadınlara ne söylüyor?
Açık ki bu tablo, komünist kadınları sadece Türkiye ve Kürdistan'da değil dünya çapında önemli görevler düştüğünü gösteriyor ve devrimci rollerini daha etkin oynamak üzere sahneye davet ediyor. Bu devrimci rolün kuşkusuz bir yanı eylemselliktir, pratik politikadır; ama diğer yandan özellikle postmodern yaklaşımlara ve değişik ideolojik savrulmalara karşı önemli bir ideolojik mücadele görevi de koyuyor komünist kadınların önüne.

KKÖ'nün duyuru ve çağrısında bu konulara, ideolojik mücadele konusuna değindiğini görüyoruz. Yine Özgür Kadın dergisinde, "Kadın hareketinin yönü ve komünistlerin görevleri" başlığında bu konulara özel vurgular yapılıyor.

Bu dönemde Türkiye ve Bakur'da da kadın hareketi sokaktaydı, önemli bir direngenlik gösterdi, kitle hareketinin en dinamik bölüğü oldu. Tüm saldırılara rağmen geri adım atmadı. Bir irade kırılması yaşamadı. Bu çok önemliydi.

Fakat sıkıntı şu ki; gelip dayandığı eşiği aşamadı. Mesela İstanbul Sözleşmesi'nin gasbı sürecini değerlendirelim. Bu süreç birçok yönüyle değerlendirilebilirdi ama kadın hareketinin sınırlarını göstermesi bakımından çok çarpıcıydı.

Ne olabilirdi?
Faşist şeflik rejiminin sokak eylemlerine azgınca saldırısı, karşı bir saldırıyla, kitle şiddetinin örgütlenmesiyle püskürtülebilirdi. Ama ne yazık ki hareketin böyle bir bakış açısına ve iradeye sahip olmadığını gördük.

TASFİYECİLİĞE KARŞI MÜCADELE ERKEK EGEMENLİĞİNE KARŞI MÜCADELEDİR

Faşist şeflik rejiminin son 8 yılda yoğunlaştırdığı tasfiyeci saldırganlık dalgası, kadın hareketini nasıl etkiledi?
Öncelikle kadın hareketinin, faşist şeflik rejiminin tasfiyecilik saldırısından en az etkilenen kesim olduğunun altını çizmek gerekiyor. Neden böyle? Kadın hareketi bütün dönem boyunca faşist saldırganlığın çok yönlü gelişmesine ve artmasına rağmen sokakları terk etmedi, sokakların en dinamik kesimlerinden oldu. Baş eğmezliği ve dinamizmiyle kitle hareketine moral taşıdı. Fakat buna rağmen bazı etkilenmeler oldu kuşkusuz. Yasal devrimcilik eğilimleri baş göstermeye başladı, düzeniçilik ortaya çıktı ve bir umut kırılması yaşandı. Belki de kadın hareketinin dayandığı eşiği aşamamasında yasal devrimcilik sınırları içinde kalması önemli etkenlerden biridir. Ayrıca, tasfiyeciliğin erkek egemenliğinin güçlenmesi gibi sonuçlar yarattığını da söylemek gerekir.

Örneğin, pandemi döneminde, kadın örgütlerinin sokağı işaret etmek yerine, "evde nasıl zaman geçirileceği" tartışmaları ve önermeleri, kadının evde, dört duvar arasında kalışını güçlendiren bir rol oynadı. Oysa kadının eve kapatılmasına karşı tutum alınmalıydı. Kadının evsel köleliğinin derinleşmesine alan açan bu tutumlara karşı koyulması, sokağın işaret edilmesi gerekiyordu. Çünkü kadın evde dört duvar arasında kaldığı müddetçe erkek egemenliği daha fazla gelişecekti, güçlenecekti.

Diğer yandan bu ideolojik-siyasi tasfiyeciliğin emekçi sol harekete de nasıl yansıdığına bakmak gerekir. Çünkü bütün tasfiyecilik dönemleri aynı zamanda erkek egemenliğinin yükseldiği dönemlerdir. Dolayısıyla kadın örgütleri, kadın yapıları ideolojik-siyasi tasfiyeciliğe karşı mücadelenin aynı zamanda erkek egemenliğine karşı mücadele anlamına geldiğini, bunun ikisinin iç içe geçmesi gerektiğini görmeli, bunun mutlaka farkında olmalıdır. Önümüzdeki dönem bakımından da ideolojik-siyasi tasfiyeciliğe, düzeniçiliğe, kendini yasallıkla, yasal devrimcilikle sınırlamaya karşı durmak ve bunlara karşı mücadele etmek aynı zamanda erkek egemenliğine karşı mücadele etmek anlamına gelecektir.

İKTİDARIN SAFLAŞTIRMA PLANINI BOZMALIYIZ

Politik islamcı faşist rejim, LGBTİ+'lara düşmanlık üzerinden gerici bir propaganda yaparak İstanbul Sözleşmesi'ni gasp etti. Politik islamcı rejimin toplumu saflaştırması konferans duyurusunda nasıl ele alınıyor?
Cins çelişkisi adeta bir sınıf savaşımına dönüştürülmüş durumda. Faşist şeflik rejimi hem kadınları "makbul kadın" ve "makbul olmayan kadın" olarak ikiye ayırmaya çalıştı hem de işçi emekçi erkekleri kadın özgürlük mücadelesine karşı saflaştırma yolunu izledi. Bütün bunları yaparken de İstanbul Sözleşmesi gibi kadınlar bakımından çok önemli bir mevziiyi gasp etti. Erkek şiddetinin bu kadar arttığı bir dönemde cezasızlık politikasını öne çıkardı ve erkek şiddetini artırdı. Dolayısıyla da bu saflaştırma çabasını hem kadınlar hem de erkek işçiler ve emekçiler bakımından gerçekleştirmeye çalıştı. Sınıfsal olarak ezilen erkekleri, erkek işçileri ve yine bazı kadın gruplarını kendisine yedeklemeye çalıştı. Özellikle İstanbul Sözleşmesi söz konusu olduğunda geleneksel aileyi merkezine alarak LGBTİ+'lara dönük saldırganlık gerçekleştirdi ve "aileyi koruma" adı altında yine ezilen sınıflardan erkekleri de etrafında saflaştırmaya çalıştı.

Peki kadın hareketi ne yapabilirdi?
Birincisi; bu saflaşmayı kadın hareketinin lehine bozabilmeliydik, bunu başarabilmeliydik. 
İkincisi; sokaktaki saldırganlığa karşı kitle şiddetini örgütleyebilmeliydik. Çünkü bu düzeydeki saldırılar, ancak cepheden karşı koyuşla göğüslenebilirdi. Demek ki önümüzdeki dönemde bu saflaşma denklemini bozmalı ve tüm ezilenleri, işçi ve emekçileri faşist şeflik rejimine karşı kadınların yanında saf tutmaya çağırmalıyız. Faşist şeflik rejimi ile derdi olan bütün ezilenleri, işçileri, emekçileri, inanç topluluklarını, aydınları, sanatçıları, erkekleri, kadın özgürlük mücadelesine yedeklemeyi başarabilmeliyiz.

ERKEK KOMÜNİSTLER TOPLUMSAL ÇÜRÜMEYE KARŞI MÜCADELE ETMELİ

Bu gerici saflaşmayı bozmak için erkek komünistler ne yapmalı?
Günümüzde kadınlara, LGBTİ+'lara, çocuklara dönük saldırılar, cinsel saldırılar öyle bir düzeye ulaştı ki, bunu, "toplumsal çürüme" olarak tarif etmek gerekiyor. Bunun altını kalın bir şekilde çizmemiz gerekiyor. Toplumsal erkekliğin yansıdığı her anda erkek komünistler kadın komünistlerden çok daha inisiyatifli davranmalıdırlar. Yani bunu kadın komünistlerin işi gibi görmek ya da bu anlama gelebilecek bir davranış içine girmek erkek komünistlerin yapabileceği en geri davranış olsa gerek.

Böylesi bir toplumsal çürümeye karşı toplumsal yüzleşme yoluna gidebilmeli. Ezilen sınıf ve tabakalardan erkeklere bu toplumsal çürümenin karşısında durma çağrısı yapabilmeli. Kadınlar böyle bir çağrının öncülüğünü yapabilirler. Ama aynı zamanda kendi cinslerine dönük olarak komünist erkekler de böyle bir çağrının öncüsü olabilmeli. Faşist şeflik rejimine karşı ezilenlere yapılacak çağrı saflaştırmaya hizmet edecektir, ama aynı zamanda bu çürümeye "dur" demenin ve yüzleşmenin yolunu açacaktır.

Komünist erkekler, ezilen sınıf ve tabakalardan erkeklere toplumsal çürümenin karşısında durmak için "Erkekliğimizle yüzleşiyoruz. Eğer kadına, çocuğa, LGBTİ+'lara yönelik şiddet erkeklik ise biz erkek değiliz" diyebilirler. Sınıfsal sömürüye maruz kalan erkeklerin bulunduğu her alanda bunun çalışmasını yapabilirler. Somut bazı eylemlere, etkinliklere girişmek zorunlu hale geldi.

GENİŞ KADIN KİTLELERİNİ, LGBTİ+'LARI ÖRGÜTLEMEK ZORUNDAYIZ

Peki geniş kadın kitlelerin örgütlenmesi, harekete geçmesi, faşist şeflik rejiminin karşısına dikilmesi için ne yapılmalı?
Bu konu kritik bir yerde duruyor. Gerçekten de faşist şeflik rejiminin saldırılarını püskürtme iddiasında olan kesimleri genişletmek, sokaktaki kuvvetleri büyütmek gerekiyor. Sonuçta kadın özgürlük mücadelesinin değişik kazanımlarına karşı büyük bir saldırganlık içinde olan faşist şeflik rejimini çok yönlü olarak geriletmek zorundayız.

Geniş kadın kitlelerine ulaşmak, örgütlemek, sokağa dökmek, faşist şeflik rejiminin karşısına dikmekle mümkün. O anlamıyla konferansın duyuru metninde kitle çalışması acil görev olarak tarif ediliyor. Konferans bu anlamıyla çok isabetli bir tespitte bulunmuştur. Nihayetinde geniş kadın kitlelerine ulaşmaz, örgütleyemez, onları kendi talepleri doğrultusunda sokağa çıkaramazsak faşist şeflik rejiminin saldırganlığı devam edecektir. Bu anlamıyla kadın komünistler olarak en başta işçi kadınlar olmak üzere emekçi kadınlara, genç kadınlara, LGBTİ+'lara ulaşmak ve mutlaka örgütleme başarısı ve iradesi gösterilmek zorunda. Böyle bir irade ve kararlılık gösterilemezse, ortaya atılan iddiaların hükmü olmayacaktır.

Dönemin ihtiyacı olan birleşik kadın hareketi nasıl geliştirilir?
Geride kalan dönemde gerek dünya gerekse Türkiye ve Kürdistan'da ICOR, Dünya Kadın Konferansı, Kadınların Birleşik Devrim Hareketi, Avrupa Kadın Dayanışması, Kadınlar Birlikte Güçlü gibi birçok birleşik mücadele zeminleri oluşturuldu. Komünist kadınlar da bunların içinde yer aldı. Konferans duyuru açıklamasında bu hattın derinleştirileceği belirtiliyor. Elbette ki bu kararlılık, kadınların birleşik mücadelesinin güçlendirilmesi bakımından oldukça önemli. Çünkü kadınların birleşik mücadelesi yaratılabildiğinde faşist şeflik rejiminin karşısına etkili bir kuvvet olarak çıkabilme olana sağlanacaktır.