22 Eylül 2024 Pazar

Suriye, Rojava, antiemperyalizm - Haydar Özkan

Türkiye'de kimin gerçekten anti-emperyalist olup olmadığını belirleyecek olan, bu kritik anda, Türk yayılmacılığına, Erdoğan'ın İmparatorluk siyasetine kimin itiraz edeceğidir. Tersinden, sözde anti emperyalizm adına, Türk sömürgeciliğinin Rojava'ya yönelik işgal siyasetini destekleyenler, birer sosyal-şoven olarak anılmayı hak edeceklerdir.
ABD Başkanı Donald Trump'ın ani ve beklenmedik biçimde Suriye'den çekilme kararı alması, bölge ve dünya siyasetinde önemli bir sarsıntı yarattı. Rojava'daki Kürt halkı, Türk sömürgeciliğinin muhtemel işgal saldırısı karşısında duyduğu tedirginlikle, Kobanê'deki ABD üssü önünde bir gösteri yaparak, Trump'ın bu kararına itiraz etti. Bunun üzerine pek çoğu kendisini solda sayan Türk milliyetçileri, şoven ve sosyal-şovenler tarafından "Böyle bir Amerikancılık görülmemiştir" türünden mesajlarla sosyal medyada Kürt halkına yönelik bir eleştiri furyası başlatıldı. Anti-emperyalizm nedir, Rojava Devrimi nerede durur gibi konularda kimi hatırlatmalar yapmak elzem oldu.
 
İLK ANTİ EMPERYALİST BİRLİK
 
İlk "Anti Emperyalist Birlik" 1898'de Filipinler Savaşı'na itiraz eden aydınlar tarafından ABD'de kuruldu. ABD emperyalist bir devlet olmaya yöneldiği için, buna itiraz eden Andrew Carnegie, Mark Twain, William James, David Starr Jordan gibi aydınlar bir bildirge yayınlayarak kendi devletlerine itiraz ettiler. Bu gelenek, sonrasında ABD Komünist Partisi tarafından da 1925'te kurulan Tüm-Amerika Anti-Emperyalist Birliği tarafından sürdürüldü.
 
Türkiye emperyalist bir devlet değildir. Ancak, bir imparatorluk geçmişi vardır ve bugün de emperyalist bir devlet olma hevesi ve  yönelimindedir. Türk tekelci kapitalizminin ulaştığı aşama, bölgesel bir yayılmacılık eğilimi doğurmakta, ancak bu yönelimin önü, hali hazırda suyun başını tutmuş diğer emperyalist devletler tarafından (ABD, Rusya, İngiltere, Almanya, Fransa vd.) kesilmektedir.
 
Herhalde Türkiyeli "anti emperyalistlerin" birinci görevi, kendi devletlerinin emperyalist yönelimine karşı durmaktır. Oysa bizdeki anti-emperyalist görünümlü şovenler Türkiye'nin emperyalist olmasını istiyor, arzuluyor. Emperyalist devletleri Türkiye'nin işgal, yağma, talan girişimlerine karşı durdukları için ve bu gerekçeyle eleştiriyorlar! Henüz emperyalist bir devlet düzeyine erişmemiş olması, Türk burjuva devletinin İmparatorluk (Osmanlıcılık) siyasetinin emperyalist bir karakter taşıdığı gerçeğini değiştirmez.
 
TÜRK YAYILMACILIĞI VE İMPARATORLUK SİYASETİ
 
Örneğin, bu isimlerin pek çoğunun Afrin'e yönelik sömürgeci işgal karşısında sesi çıkmamıştır. Afrin bir kere işgal edildikten sonra, yerli Kürt nüfusun zorla göçertilmesi, varlıklarının yağmalanması, bu şehre dünyanın pek çok ülkesinden getirilen vahşi ÖSO çetelerinin yerleştirilmesi, kadınlara tecavüz edilmesi, çocukların kaçırılıp ailelerden fidye istenmesi karşısında da sesleri çıkmamıştır. Hatta aralarında açıktan Afrin işgalini destekleyenler de olmuştur.
 
Bu sözde anti-emperyalistler, Türk burjuvazisinin Bab, Cerablus, Azez ve Mare'deki işgaline, bu işgalin giderek fiili bir ilhaka dönüştürülmesine, bu Suriye şehirlerinde Türk bayrağının asılmasına, bir KHK ile devlet memurlarının bu şehirlere gönderilmesine, posta hizmetlerinin PTT, eğitim hizmetlerinin MEB, belediye hizmetlerinin Antep Büyükşehir Belediyesi tarafından verilmesine itirazları da olmamıştır.
 
Tabii ki, belirtmeye dahi gerek yok ki, yarın diktatör Erdoğan'ın tehditleri gerçeğe dönüşüp Türk burjuva ordusu "Fırat'ın Doğusu"na yönelik bir işgal başlatsa, sözde solcu, özde milliyetçi unsurların hiçbirisi açıktan ve yüksek sesle bu işgale de karşı çıkmayacak, içlerinden ya da yüksek sesle "İleri/ İleri/ Haydi alalım bizim eski yerleri" marşını söyleyeceklerdir.
 
Bu unsurların birçoğu, lafta Erdoğan'a muhaliftir. Erdoğan'ın üzerinde yükseldiği vahşi baskı rejiminin, biriktirdiği olağanüstü çelişkiler ve yarattığı muazzam sorunlarla sürdürülemez olduğunu yer yer ifade de ediyorlar. Ekonomik krizin iktidarı sarstığını saptayabiliyorlar. Ancak, Erdoğan'ın bu rejimi ayakta tutmasının yegâne yolunun "İmparatorluk" siyaseti olduğunu asla görmüyor ve söylemiyorlar. Erdoğan'ın bu doğrultuda attığı her adım onun iktidarını ve rejimini sağlamlaştıracaktır.
 
Yeni-Osmanlı siyaseti, işgal, yayılma ve talan siyasetidir. Erdoğan'ın Lozan Anlaşması'na itirazı ve Türkiye'nin devlet sınırlarını kast ederek sarf ettiği "Büyümeliyiz, büyümezsek küçülürüz, ben büyümeden yanayım" sözleri bölgesel yayılmacılık, fetihçilik, işgal, ilhak siyasetini açıkça ortaya koymaktadır. Hiç kuşkusuz, bu yayılma siyasetinin alanı bütün Osmanlı hinterlandıdır; öncelikli hedefi ise Kürdistan'ın Batı (Rojava) ve Güney (Başur) parçalarıdır.
 
Bu siyaset; Afrin'de, Cerablus-Bab-Azez'de, Başika'da gördüğümüz gibi, kimi zaman doğrudan askeri işgal yoluyla yürütülür. Kimi zaman; SİHA, tank, jet uçağı, panzer imalatındaki "yerli ve milli" yönelimde gördüğümüz gibi militarizmin, askeri sanayinin geliştirilmesi bu siyasetin aracı olur – silahları hiçbir devletten parça almadan tamamen kendimiz yapalım ki, istediğimiz yeri işgal edebilelim. Kimi zaman ise; TİKA ve Diyanet örneğinde gördüğümüz gibi eski Osmanlı coğrafyasında kültürel yayılma araçlarıyla yürütülür. Ancak AKP iktidarı Arap Baharı döneminde büyük bir fiyaskoyla sonuçlanan ilk Osmanlıcı atağın ardından, kesinlikle bu politikadan vazgeçmemiştir. Bu kez, fetih ve yayılmaya aç Kemalistlerin de aktif desteğini alarak Suriye'de bu politikasını sürdürmektedir.
 
ROJAVA DEVRİMİ VE ABD
 
Rojava Devrimi, ABD'nin Suriye'de bambaşka bir politika izlediği koşullarda, Temmuz 2012'da başlamıştır. Tümüyle Kürt halkının özgücüne dayanan bir devrim olarak gerçekleşmiş, halk kendi yaşamını ellerine almıştır. Ancak uluslararası bir düzeyde gerçekleşen 6-7 Ekim Serhildanı'ndan sonra, ABD'nin Kobanê bölgesindeki IŞİD unsurlarını havadan vurmasıyla birlikte ABD ile Rojava arasında taktik bir işbirliği doğmuştur. Amerikan emperyalizmi, hali hazırda zaten Suriye'de yenilmişti. Üzerine büyük yatırımlar yaptığı cihatçı güçler tam bir iflas yaşamış, sahada erimişti. IŞİD ve El Nusra ise halkların katili iki çete olarak uluslararası düzeyde teşhir olmuştu. Dolayısıyla ABD'nin sahada ayağını basabileceği yegâne alan olarak Rojava kalmıştı.
 
Rojava Devrimi başından itibaren halkçı, özgürlükçü ve bağımsız çizgide gelişti. Ancak özellikle kuzeyde Türk burjuvazisi gibi vahşi bir düşmanın varlığı, henüz düzenli bir orduya, hava kuvvetlerine, silah fabrikalarına vb. sahip olmayan Kuzey Suriye Federasyonu'nu Rusya ve ABD ile ilişkilere mecbur etti. Rojava Devrimcileri hem ABD hem de Rusya ile görüşerek nefes alabilecekleri, devrimin ezilmeyeceği belli bir dengeyi sağlamaya çalıştılar. Böylece Türk burjuvazisinin işgal, soykırım, talan saldırılarından sakınmaya çalıştılar. Ama bir yandan da öz örgütlenmelerini sürekli geliştirdiler. Bağımsız bir güç olarak kalmaya özen gösterdiler. Ne Amerikancı ne de Rusyacı oldular, ama her iki süper güçle de zorunlu bir ilişki sürdürdüler.
 
MEĞER ABD KÜRDİSTAN KURMAK İSTEMİYORMUŞ!
 
Trump'ın aldığı geri çekilme kararı, Amerikan egemen sınıflarının bir kanadının bu iradesi, dört şeyi kesin olarak göstermiştir:
 
1) Suriye Kürtleri ve onların siyasi temsilcileri hiçbir zaman "Amerikan uşağı" (!) olmadılar, onun politikalarını değil kendi bağımsız politikalarını izlediler.
 
2) Tersinden, Rojava Devrimi de hiçbir aşamasında bir Amerikan projesi değildi. Kemalistlerin döne döne tekrarladığı "ABD Kürdistan kurmak istiyor" tezi, Güney Kürdistan referandumunun ardından bir kez daha pratikte yanlışlanmıştır.
 
3) ABD'nin Suriye politikaları iflas etmiştir, bu yenilgiyi telafi etmek adına Kuzey Suriye Federasyonu ile kurdukları taktik ve geçici ittifak da bugün itibariyle son bulmuştur.
 
4) Trump yönetimi, Suriye'deki rolünü Türkiye'ye devretmiştir, her iki devlet başkanının ifade ettiği gibi, burada artık bir "ortak müdahale" söz konusudur. ABD Başkanı, Suriye'de Türk yayılmacılığına engel çıkartmayacağını açıkça ilan etmiştir, zira Türkiye'nin işgal ettiği her santimetrekare toprağı, zaten kendi toprağı olarak görmektedir. 
 
YENİ ULUSLARARASI KOMPLOYA KARŞI MÜCADELE
 
Bize göre; ABD'nin Suriye'den çekilmesinde hiçbir sorun yoktur, defolup gidebilir, zaten onu oraya Rojava Devrimcileri çağırmamıştı. Ancak burada Trump-Erdoğan ikilisi tarafından geliştirilen yeni bir uluslararası komplonun varlığını görmemek, saptamamak da körlük olur. Trump, tivitleriyle adeta Türk ordusuna vazife vermekte, ABD'nin boşalttığı yerleri Türk ordusunun dolduracağından bahsetmektedir. İşte devasa bir sorun olduğu yerde durmaktadır: Erdoğan liderliğindeki Türk burjuvazisinin işgal, soykırım, talan saldırısı ihtimali. Rojava'da tarihin görebileceği en büyük soykırımlardan birisi yaşanabilir.
 
Bu ihtimale karşı uluslararası bir mücadelenin, dayanışma hareketinin ve çok yönlü diplomasinin devreye sokulması kaçınılmazdır. Nitekim KNK, Birleşmiş Milletler'e çağrı yaparak Kuzey Suriye'nin uçuşa yasak bölge ilan edilmesini bunun için istemiştir. Türkiyeli gerçek anti emperyalistlerin de böyle bir anda çabalarını, bizzat kendi devletlerinin Rojava'ya ve Suriye'ye dönük bir işgal, soykırım, talan hareketini engellemeye odaklamaları beklenir. Türkiye'de kimin gerçekten anti-emperyalist olup olmadığını belirleyecek olan, bu kritik anda, Türk yayılmacılığına, Erdoğan'ın İmparatorluk siyasetine kimin itiraz edeceğidir. Tersinden, sözde anti emperyalizm adına, Türk sömürgeciliğinin Rojava'ya yönelik işgal siyasetini destekleyenler, birer sosyal-şoven olarak anılmayı hak edeceklerdir.