1 Ekim 2024 Salı

Sultan Gülsün yazdı | Doğal afet değil plansız kentleşme 

Yöneticiler "doğal afet" gibi algılatmak ve sorumluluklarını unutturmak gayreti içindeler tabi ki. Doğa olaylarının doğal afetlere dönüşmesi takdir-i ilahi değildir. Bilimin gereği olarak yapılan iklim krizi tespitlerine, önerilerine kulak vererek rant odaklı yapılaşmadan derhal vazgeçmeli; dere yatakları, fay hattı geçen bölgeler ve baraj havzaları imara hiçbir koşulda açılmamalıdır. 

Nemli ve ılıman bir iklime sahip olan Karadeniz kıyılarında Ağustos ayı uzun süreli ve sağanak şeklindeki yağışlarla bilinir ve "Çürük Ayı" olarak adlandırılır. Bölgede Ağustos ayı için "yeterli önlemler alındı mı?", sorusuna cevap verir nitelikte viran olmuş bir kent görmekteyiz ne yazık ki. Bilimi esas almak yerine yalnızca ranta dayalı yapılaşma politikaları bugün yaşadığımız felaketleri doğurmaktadır. Bu sebeple sellerin gerçek nedeni yere düşen yağış miktarından ziyade, düşen yağışın büyük bir bölümünün toprağa geçmemesi sonucunda yüzey akışına geçmesidir. Yani, sel felaketi doğal afet değil plansız kentleşme sonucudur. İnşaat ve enerji yatırımlarına dayalı bölgesel kalkınma politikaları ile yandaşlara her türlü kapıyı açan çıkar ve rant ilişkilerine dayalı yönetim terk edilerek, halk ve doğa merkezli yerleşim politikaları hayata geçirilmedikçe bu felaketleri yaşamaya devam edeceğiz.

Tirebolu-Doğankent yolu üzerinde menfezin çöktüğü bölgede yaşamını yitirenlerin sayısı 8'e yükseldi, 8 kişi ise kayıp. Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, kentte Ağustos ayı yağış ortalamasının 1,5 mislinin 1 günde yağdığını belirtti. Pakdemirli, "Gerçekten şehrin tamamen silüeti değişmiş durumda. 2 metre, 3 metre belki şu an toprağa basıyoruz. İlk defa böyle bir afet görüyorum" diyerek, dere yatağına ev yapan, inşaat yapan yurttaşı suçlu ilan etti.

İklim krizi etkileri ile çalışmalarda Karadeniz'deki deniz seviyesinin zaten 3,5 ile 4,5 milimetre arasında yükselme tespit edilmişti. Elbette deniz sularının yükselmesi suyun daha içeri gireceğini işaret etmekte ve bu durum Karadeniz'i daha fazla riskli hale getirmektedir. Dünya üzerindeki birçok yerde denizlerdeki bu yükselmeler düşünülerek kıyı kesimlerine kara yolu ve benzeri yapıların yapılmaması kararı alınırken Türkiye'de tersi tutum sergilendi. Deniz suyu sıcaklığının son 40 yılın en yüksek seviyesinde gözlenmesi, buna bağlı olarak yağışların artması, bölgenin engebeli yapısı nedeniyle afet riskinin artması, can ve mal kaybı yaşanmasından dolayı öncelik Karadeniz Bölgesi'ne verilmişti. Hatırlanacağı üzere 12 Temmuz 2019 tarihinde 15 maddelik "Karadeniz Bölgesi İklim Değişikliği Eylem Planı" açıklanmıştı. Eylem planında, "Trabzon, Rize, Ordu, Giresun, Artvin ve Samsun illeri öncelikli olmak üzere dere yataklarında yer alan binalar tespit edilecek ve uygun alanlar için kamulaştırma ve taşıma süreci planlanacaktır" maddesi yer alıyorken devam eden HES inşaatları nedeniyle geçtiğimiz aylarda Artvin'de HES şantiyesinde taşkın meydana gelmişti. Bugün sel felaketi yaşanan Giresun'da 38 adet faal ve toplamda 72 adet HES projesi planlanmış durumda. Bu durum zaten felaket için koşulların hazır olduğunu görmemize yetecek bir veridir. Ayrıca, Karadeniz Sahil Yolu kapsamında yapılan deniz kıyı dolgularının ve dere yataklarının etrafına yapılan istinat duvarlarının yüzey sularının denize akış rejimini bozduğunu, bunun da taşkınlara ve heyelanlara neden olacağı en baştan ifade edilmişti.

Dere yataklarında, taşkın alanlarında yapılaşmaya izin vermek, Kıyı Kanunu'nu ihlal ettiği gibi, bu ihlâlin göz göre göre gelebilecek felaketlere yol açması da kaçınılmazdı. Buna rağmen iktidar imar affı çıkararak bu felakete çanak tutmuştur. HES projeleri alanlarında orman tahribatına bağlı olarak da taban suyu ve yeraltı su seviyelerinde de değişiklikler yaşanmaktadır. Bu durum ise bölgenin jeolojik yapısını bozmaktadır. HES inşaatlarının ekolojiye bir diğer olumsuz etkisi ise yamaçların doğal dengesini bozarak yamaçlardaki bitki örtüsünü tahrip etmesi ve bu yolla toprak erozyonunu artırmasıdır. Oysa ki dere yataklarının kenarlarında oluşan sucul bitkiler fazlasıyla ekolojik öneme sahiptirler. Çevre tarım alanlarından gelen pestisit yüklerinin tutulmasında, şev aşınımının önlenmesinde, yüksek oranda karbon depolayarak küresel iklim krizi etkilerini azaltmada, yüzeysel akışla gelen sedimentlerin depolanmasında rol oynarlar.

Ayrıca kentlerimizde bulunan birleşik kanalizasyon sistemleri aşırı yağışlarda yetersiz kalmaktadır. Tüm yerleşim birimlerinde ayrık sistem kanalizasyon altyapısının oluşturulması için yerel yönetimlere yeterli kaynak ayrılmalıdır. Yok edilen her yeşil alan sel ve taşkınlarda bakılan yerler halini alır.

Yöneticiler "doğal afet" gibi algılatmak ve sorumluluklarını unutturmak gayreti içindeler tabi ki. Doğa olaylarının doğal afetlere dönüşmesi takdir-i ilahi değildir. Bilimin gereği olarak yapılan iklim krizi tespitlerine, önerilerine kulak vererek rant odaklı yapılaşmadan derhal vazgeçmeli; dere yatakları, fay hattı geçen bölgeler ve baraj havzaları imara hiçbir koşulda açılmamalıdır. Dere yataklarındaki bütün istinat duvarları ve dere yatağına yapılan bütün yapılar kaldırılmalıdır. Bölgedeki kıyı dolgusu yapılarak inşa edilen havaalanı, hastane, otel gibi inşaatlar durdurulmalı ve dolgu alanları rehabilite edilmelidir. Bu dolgu alanları için açılan taş ocakları derhal kapatılmalıdır. Karadeniz vadilerini bozan bütün HES projeleri derhal iptal edilmelidir. Danıştay'ın verdiği Yeşil Yol Projesi iptal kararını iktidar ve yerel yönetimler kati bir şekilde uygulamalıdır. Proje kapsamındaki yapılaşmalar kaldırılmalıdır. Bütün bu uygulamalardan zarar gören yurttaşlara devlet tazminat ödemelidir.

Yıllardır bu projelere karşı çıktıkları için haklarında dava açılan, ceza verilen, toplum nezdinde "çevreci tipler" denerek marjinalleştirilmek istenen doğa ve yaşam savunucularına açılan davalar iptal edilmeli, uğradıkları hak kayıpları maddi ve manevi olarak tazmin edilmelidir.

* Polen Ekoloji