23 Eylül 2024 Pazartesi

Silah ticaretinin gölgesinde demokrasi simsarlığı - Savaş Demir

Emperyalist tekellerin, işgal, talan ve sömürgeleştirme politikasının dolaysız aracı olan savaş siyaseti yüzünden bugün ülkeleri talan edilmiş yüzbinlerce insan göç yollarına düşerek, yollarda yaşamını yitirmektedir. İşgal ve savaşlardan kaçmak isteyen yüzlerce insan toplu halde denizlerde boğulmaktadır.
Tarihte ünlü Alman general Carl von Clausewitz, "Savaş, politikanın başka araçlarla devamıdır" der. Burjuvazinin yayılmacı siyasetini uygulabilinir hale getirmek amacıyla her daim savaşları devreye koymuştur. Bugün 1 ve 2. Dünya Paylaşım Savaşları, Latin Amerika'dan Ortadoğu'ya, Kafkasya'dan Balkanlara uzanan coğrafyalarda bölgesel savaşların sömürgeleştirme politikasının bir aracı olduğunu insanlık tarihi görmektedir.
 
Esasen bölgesel savaş diye adlandırabileceğimiz ve zamana yayılan Ortadoğuda'ki işgal ve savaş, dünya emperyalist burjuvazinin bölgeyi yeniden dizayn etme politikasını uygulama alanıdır.
 
Ancak bu kez temel argüman‚ özgürlükler götürme, demokrasinin uygulanması' olarak devreye konulan bir savaş politikası var. İnsan hakları, savaş kuralları, demokrasinin temel prensipleri, sivillerin yaşamı gibi bir çok argümanın savaş siyasetinin de bir başka araçları olmaktadır.
 
Peki, madem insan haklarının, yada demokrasi ve özgürlükler meselesinin kendileri açısından çok önemli olduğunu politik söylemlerinde belirten emperyalistlerin, bu söylemlerinin pratik karşılığı var mıdır, ya da nedir?
 
Bu soruya yanıt aramak, sanırız sadece silah sanayisindeki gelişmelere bakmakla yeterli olacaktır. Öyle ya, nispi demokratik kazanımlar ancak nispi barış koşullarında, savaşsız ortamlarda olur. Çünkü, "emperyalizm demokrasinin inkarı" demektir.
 
Uluslararası silah ticaretini araştırma kurumu olan SİPRİ, yayınladığı raporlarda savaş sanayisinin ve silah ticaretinin gelişimine ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulundu.
 
ABD, İngiltere, Fransa, Almanya gibi emperyalist devletlerin silah ticaret hacmini son 10 yılda devasa büyüttüklerinin altını çizen SİPRİ, en fazla ticaretin yapıldığı yerin de Ortadoğu olduğunu belirtti.
 
Yani bugün "Özgürlükler" götürüldüğü Irak, "demokratikleştirileceği" ilan edilen Kürdistan, Suriye, Yemen, Afganistan ve benzer Ortadoğu coğrafyasının kan deryasına dönüşmesinin nedenleri daha da açığa çıkmış oldu. Mesele özgürlükler meselesi olmadığı Irak'ın işgal edilmesiyle zaten anlaşılmıştı, dünya halkları nezdinde. Ancak, bugün halen kendi iç siyasetinde temel argüman olarak insan hakları, demokrasi ve özgürlükleri dillerinden düşürmeyen emperyalist devletlerin, özgürlüklerin ve demokrasinin kırıntısı bile olmayan Türkiye, Suudi Arabistan vb gibi ülkeler ile silah ticaretini aksatmaksızın sürdürmesinin bu sahte demokratlıklarını da gün yüzüne çıkarıyor.
 
SİPRİ tarafından yayınlanan raporda, en fazla silah ve askeri hizmet satan ülkelerin başında, ilk 100'de 38 şirketle yer alan ABD bulunuyor. ABD'li şirketlerin küresel çaptaki silah satışlarındaki payının yüzde 57,9 olduğu belirtildi. Yani Suriye savaşından bu yana silah ticaretindeki büyümeye işaret ediyor. Buna göre ABD'li silah şirketlerin satışları 2016'da yüzde 4'lük artış kaydederek 217.2 milyar dolara ulaştı.
 
Bugün bu oran yüzde 4 daha artmıştır. Buna göre en fazla satış yapan ABD'li şirketin, dünyanın da en büyük silah şirketi konumundaki Lockheed Martin olduğu belirtildi. 1995 yılında birleşmeden sonra Lockheed Martin adını alan savaş sanayisinin bir numaralı tekeli, bugün karının  yüzde 80'ini ordudan sağlamaktadır. Bugün ABD'nin üretilen silahların 47'si Ortadoğu'ya satılmaktadır. En iyi müşterileri Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Türkiye.
 
ABD'den sonra en fazla bu alanda kar yapan diğer devletlerden İngiltere yüzde 2'yi aşan karla en fazla silah satışı yapan ülke. Ardından Fransa ve Almanya gelmektedir. Silah ticaretindeki büyüme oranıyla savaşlarda insanların ölümü, insan hakları ihlalleri, demokrasi ve özgürlüklerin yok edilmesi, savaş suçlarının işlenmesi oranının büyüme açısından birbirine parallelik göstermektedir.
 
Özellikle üretilen silahların savaşan tarafların elinde bulunması, sozkonusu üretici devletlerin Ortadoğu'daki ülkelere satışı savaşın kuralsız sürdürülmesine ve halkların boğazlanmasına yol açmaktadır.
 
ABD ve AB'den en fazla silah ticareti yapan Suudi Arabistan, başta Yemen'deki savaşı sürdürürken, aynı zamanda bölgede gericiliğin de merkezi olma yolunda yürüyor. Türkiye, Suriye başta gelmek üzere IŞİD, El Bukra, Şii Husiler, El Kaide gibi devletler ve gerici örgütlerin silah temininde ABD, AB, Rusya, İsrail gibi silah üreten ülkelerin mevcut rolleri daha da açığa çıkarken, bu ülkelerin silah ticaretindeki büyümeleri uluslararası düzeyde kurulan ve bu ticareti kontrol etmeyi amaçlayan BM gibi kurumları de biçimsel hale getirmektedir.
 
Oysaki BM tarafından 1949 Cenevre Sözleşmeleri'ni imzalayan bu ülkeler, bugün bu imzaladıkları anlaşmaların yanından bile geçmemektedirler. Artık bugün, geçmişte imzalanan bu anlaşmalarının bir hükmünün olmadığını devlet temsilcilerinin yaptığı açıklamlarından ve ya devasa büyüyen silah ticaretinden ve sonuçlarından anlayabiliyoruz.
 
"Cenevre sözleşmesi gereği ağır ihlâllerde, sivillere karşı saldırılarda veya tarafı bulunduğu uluslararası antlaşmalarla tanımlanan diğer savaş suçlarında kullanılabileceğine dair bilgisinin olması halinde konvansiyonel silah veya parçalarının herhangi bir şekilde transferine izin veremez" maddesinin gelinen noktada bir hükmünün kalmadığını Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaşın sahibi Türkiye'nin kullandığı silahların ABD, Almanya, Fransa ve İngiliz menşeli olmasında gördük.
 
Yine Kaşıkçı cinayetinde rolü açığa çıkan Suudi Arabistan'a göstermelik yaptırımlar sırasında Almanya ve Fransa'nın silah satışına devam etmesi, Mısır'da halka karşı kullandığı silahları satmakla suçlanan Fransa'nın Savunma Bakanı Florence Parly'in, ülkesinin silahları orduya sattığını, Mısır yönetiminin bunları ne amaçla kullandığının kendi sorumlulukları olmadığını belirtmesi emperyalist barbarlığın sahtekar yüzünü bir kez daha ele vermektedir.
 
Yugoslavya'nın parçalanması, Irak-iran savaşında, Suriye'nin, Libya'nın işgal edilmesinde özgürlük ve demokrasi götürme adına parçalanmış insan hayatlarının ve talan edilmiş ülkelerdeki insanlık dramının sorumlusu bu emperyalist devletler, şimdi de göç eden yüzbinlerce mülteci üzerine pazarlıklar yapmaktadırlar. İşgal, talan ve göç ile süren savaş siyaseti, bugün Türkiye'den AB'ye uzanan ırkçı politikaları ile devam etmektedir.
 
Emperyalist tekellerin, işgal, talan ve sömürgeleştirme politikasının dolaysız aracı olan savaş siyaseti yüzünden bugün ülkeleri talan edilmiş yüzbinlerce insan göç yollarına düşerek, yollarda yaşamını yitirmektedir. İşgal ve savaşlardan kaçmak isteyen yüzlerce insan toplu halde denizlerde boğulmaktadır.
 
Savaş tekellerinin yarattığı bu manzaralar bunlarla sınırlı değil elbet. Ortadoğuda IŞİD barbarlığının yeniden ortaya çıkardığı ve halen Libya, Suriye, Türkiye, Yemen gibi ülkelerde yapılan köle ticaretinin sorumlusu da silah tekelleridir. Bir taraftan insan haklarından dem vuran savaş tekelleri diğer taraftan savaşlarda halklara karşı kullanılan silahların satışına devam etmektedirler.
 
Yeryüzünü kana bulayan bu emperyalist savaş tekelleri, demokrasicilik oyunu ile dünya halklarının gözüne perde çekmek istiyor olsalar da, halkların direnişi emperyalistlerin iki yüzlülüğünü bir kez daha açığa çıkarmaktadır. Silahların gölgesinde, demokrasi oyununun tutmayacağı, halkların mücadelesiyle barış, özgürlük ve umudun daha da büyüdüğü Rojava'da ortaya çıktı.