23 Eylül 2024 Pazartesi

Sevda Kızıldere yazdı | Halil'in ayak izlerine basarak

O bağ çok somut ve canlı bir bağ. Onların uğruna öldükleri mücadele ile bizim varlığımız arasında bir devamlılık ilişkisi var. Onlardan geriye uzak ya da yakın anılar kalır ama o anılar boşlukta bir yerde durmazlar. Anılar bir bağdır ve ölümsüzlerimizi yaşatır. Tümü de bugünkü eylemimizin, devrim mücadelesinin içinde varlıklarını sürdürürler. İşte çalışmamızın yıllardır olmadığı, aile ile ilişkilerimizin mevcut atmosferde giderek kısıtlandığı yerde yıllar sonra şehidimize yaslanarak bir çalışmayı başlatmış olduk.

2 Mart, depremin üzerinden 1 ay geçmiş homurtular uğultulara, uğultular da çığlıklara dönüşmüş giderek; fısıltılar ve yakınma sözcükleri isyan haykırışlarına doğru evriliyor. Halil'imizin, Arap Alevi halkımızın yiğit evladının topraklarına, Antakya'ya varmışım. 1 ay boyunca canhıraş dayanışmayı ören genç yoldaşların "Halil'in yoldaşlarıyız" diyerek açtıkları yollardan bazı işleri devralmaya gelmiştim. Durum sosyal mecralarda yansıtılandan daha vahim. Hızlıca işe koyuluyor, 8 Mart yaklaşırken daha da özgün bir biçimde Antakyalı kadınların yaralarını saracak adımlar atmaya girişiyoruz. Burası Karyer Mahallesi. Halil'imizin doğup, büyüdüğü yer. Ona kucak açan, sahiplenen.

Yoldaşlar coşkuyla işleri örgütlerken, grup grup şehidimizin mezar başına geçiyoruz. Bir çoğumuzun Antakya'ya ilk adım atışı. Ve en çokta ilerleyen günlerde farkına varıyoruz. Bu yolun her adımı, yitirdiğimiz yoldaşların anılarıyla dolu. Şenol Sağaltıcı'nın, Emre Arslan'ın, Yasemin Çiftçi'nin, Okan Pirinç'in… Gittiğimiz her çadırda, ihtiyaçların karşılanması için konumlandığımız yere gelenlerde, araçlarla gittiğimiz uzak köylerde, karşılaştığımız her kişiyle beraber kendimize sorduğumuz soruların yanıtları oluyor. Eylemin kendi doğasından gelen bir duygu ve bilinçle devrimci aklımızı bütünlüyoruz. "Halil'in yoldaşları" olduğumuzu duyanlardan onu dinliyoruz, cenaze töreninin o muazzam kalabalıklığını, yapılan eylem ve etkinlerdeki büyük emekleri, bazen kusursuz işçiliğini bazen mütevazi kişiliğini…

"Devrim şehitleri ölümsüzdür!" Ölümsüzlük nedir? Kavgada yaşamak ve yaşatılmak nasıl somutlanıyor? Devrimci bir bilinç,manevi ve ruhsal birlik yıllarca nasıl korunabilmektedir? İşte bu sefer yanıtı burada, biz veriyoruz. Eylemimizle, pratiğimizle. Ölüm ne bizim için? Bu soğuk ifadenin devrimcilerin yaşamında fiziksel bir yok oluş dışında nasıl bir anlamı olabilir ki? Yoldaşlar, ne çok isterdik pürüzsüz, dümdüz bir yolda yürümeyi. Tek kayıp vermeksizin o muhteşem sona ulaşmayı. Ama biliriz ki, bizim istediğimiz toplumsal yapıda üç beş değişiklik değil; dünyanın kökten değiştirilmesidir, toplumsal düzenin alt üst edilmesi sürecidir. Şimdi sorumuza geri dönelim.

Yitirdiğimiz yoldaşlarla bizim aramızdaki bağ nedir? O günlerde ardı sıra operasyonlar yapılmış, buralarda başından beri olan bazı temel yoldaşların çalışmanın dışına çıkması gerekmişti. İlk baştaki yoldaş kalabalığı ise, bir aydan sonra yavaş yavaş azalmaya başlamıştı. Giden herkes Antakya'yı arıyor, buradaki büyük dayanışmayı özlüyordu. Mahallemiz Antakya merkeze göre daha iyi bir durumdaydı. Yavaş yavaş toparlanıyor, çadırları evlerin bahçesine doğru taşıyorduk. Liselilerle, gençlerle, kadınlarla tanışıyorduk. Tüm bu süreçte artık hepimiz Arap Alevi halkı için birer "minnina"ydık. Özellikle mahallede sırtımızı güvenle yasladığımız yoldaş bir ailemizde vardı. Halil'in ailesi. İşte sorunun cevabı burada. O bağ çok somut ve canlı bir bağ. Onların uğruna öldükleri mücadele ile bizim varlığımız arasında bir devamlılık ilişkisi var. Onlardan geriye uzak ya da yakın anılar kalır ama o anılar boşlukta bir yerde durmazlar. Anılar bir bağdır ve ölümsüzlerimizi yaşatır. Tümü de bugünkü eylemimizin, devrim mücadelesinin içinde varlıklarını sürdürürler. İşte çalışmamızın yıllardır olmadığı, aile ile ilişkilerimizin mevcut atmosferde giderek kısıtlandığı yerde yıllar sonra şehidimize yaslanarak bir çalışmayı başlatmış olduk. Aksakalların evi birçok şehit yoldaşı ağırlamış bir ev. Aile bireylerinden yoldaşları sık sık dinleme imkanı buluyorduk. Hiçbirini kişisel olarak tanımasam da onlarla yüz yüze bir ilişkimiz olmamış olsa da, hemen şuracıkta olsalar muazzam bir yoldaşlık duygusu ile kaynaşıp gideceğimizi de biliyordum.

Seçim yaklaşmış, birçok kente startlar verilmişti. Bizde Antakya'da deprem bölgesinin kendi özgünlüğünde bir seçim çalışması yapma kararı almıştık. Aksakal ailesinden Semih yoldaşı aday olması için ikna etmiştik. Yoğun bir sürece tekrar adım atmış, bu sefer Defne'den Samandağ'a Antakya'nın birçok noktasına gitme, insanlarla tanışma imkanı bulmuştuk. Seçim ziyaretlerinin birinde bir abi ile tanıştım. Uzunca politik atmosferi değerlendirme imkanı bulduk, çok umutlu değildi. Sohbet derinleştikten sonra kardeşinin 70'li yıllarda Filistin'de şehit düştüğünden bahsetti. Bende Semih yoldaşın kardeşinin de Rojava'da IŞİD'e karşı savaşarak ölümsüzleştiğinden bizlerin de onun yoldaşları olduğundan bahsettim. Gözleri doldu, uzun uzun sarıldı. Kapısının her zaman bizlere açık olduğunu söyledi. Umut ve umutsuzluk; tarihin çeşitli dönemeçlerinde birbirine olağanüstü düzeyde yakınlaşır. Kriz ve çözümsüzlüğün derinleştiği, çıkış isteğinin olağanüstü yoğunlaştığı anlardır bunlar... Umudu somutlayacak olan işte biraz burada gizlidir. Filistin'den, Rojava'ya uzanan şehitlerimizin o büyük ufuk, büyük bilinç, yoğunlaşmış iradelerinde.

Şimdi Kasım Ölümsüzler Ayı'ndayız. Onlarla beraber yürüdüğümüzü daha da canlı hissettiğimiz o aydayız. Halil yoldaşın aile evine gelenler yoldaşın odasına mutlaka bir göz atmıştır. Hapishanede Halil'i tanıyan yoldaşlar ile sohbet ederken onun savaşçı özellikleri bir yana bir de odasından çok bahsettiğini söylerlerdi. Odasına girince ilk fark ettiğin şey kütüphanesinde ki dolap kapaklarına kendi el yazısı ile yazıp yapıştırdığı notlar oluyor genelde. İbrahim Kaypakkaya'dan, Kutsiye Bozoklar'dan, Engels'den, Lenin'den bazı alıntılar bir de 2000'lerin başında ölümsüzleşen Parti şehitlerinin toplu bir resmi ve altında "Onlar devrim mücadelesinin öncü neferleridir" yazısı. Kuşaklar birbirine ekleniyor, birbirini besliyor, tamamlıyor. Bir kuşaktan geriye kalan her şey, yeni bir başka kuşağın zeminini oluşturuyor. İşte Antakya'da yürürken kendi ayak izlerimizin onlarınkine karıştığına şahit olduk.

Şimdi tekrar Halil'in mezarı başındayız. Bir kez de onun huzurunda sözlerimizi yineliyoruz. Yarım bırakılan tamamlanacak, unutulan anımsanacak... Ve söz veriyoruz: Devrimden azına razı değiliz. Ne yapacağımızı biliyoruz. Nasıl yapacağımızı da biliyoruz. Bilmediğimizi de hayattan öğreniyoruz ve öğreneceğiz. Yürüyüşümüz daima ileri sürecek yoldaş. Daima!