9 Ekim 2024 Çarşamba

Serhed Herekol yazdı | Direniş kazanacak Demokratik Ortadoğu Federasyonu kurulacak

Direniş ekseni ya da Çin-Rusya karşısında konumlanan ve her adımını bunlara bağlı olarak atan ABD ve kader birliği yaptığı İngiltere-AB, ilk andan itibaren Filistin direnişi karşısında konumlandı. Filistin'i destekleyen kitle eylemlerine karşı devlet terörü kullanmaktan geri durmadı. Filistin davasını ikiyüzlüce satan, tapularını emperyalistlerden almış olan gerici kukla Arap rejimleri, Filistin'i umursamadıklarını açıktan ilan etti.

Siyonist İsrail devletinin dokunulmazlığı mitini yerle bir eden, Filistin halkının kurtuluş iradesini cisimleştiren şanlı Aksa Tufanı hamlesinin birinci yılını geride bırakıyoruz. 7 Ekim'e tarihlenmiş olan Aksa Tufanı hamlesi, batı emperyalizminin bölgedeki ileri karakolu olan siyonist İsrail'e karşı öylesine önemli psikolojik ve askeri bir darbeydi ki, dünyanın gözleri önünde ve "demokrasinin ve insan haklarının beşiği" AB-İngiltere-ABD'nin desteğiyle Gazze'de bir soykırım yapılmasının gerekçesi haline getirildi. Fakat geçen bir yılda 50 bine yakın şehit vermesine rağmen Filistin halkı teslim olmadı, direniş iradesinden geri adım atmadı, siyonizme ve emperyalizme karşı özgürlük savaşımını sürdürdü. Hepimizin bildiği üzere savaş Filistin topraklarıyla sınırlı kalmadı ve savaşın tarafları dünyasal ölçekte kutuplaşmaya başladı.

Özü itibariyle her iki kutbun da iskeleti eski düşmanlıklara ve rekabetlere dayanıyor. Savaşın ana kışkırtıcısı ve hazır-örgütlü tarafı olarak NATO ve işbirlikçisi Arap devletleri, buna karşı bir kısmı Sovyetler döneminden miras kalmış olan doğu ittifakı. Daha başlarken her iki kampın da emperyalist olduğunu, ne Çin-Rusya-İran'ın ne de ABD-İngiltere-İsrail'in demokrasi ve halkların özgürlüğünü esas almadığının altını çizmek gerekir. Fakat tarafların birbirlerine karşı kendi çıkarlarına en yakın gördükleri hareketleri, örgütleri veya devletleri destekledikleri olgusu onların konumunu, parçada objektif olarak farklılaştırmaktadır.

Burada Filistin direnişinin Ortadoğu'da antiamerikancı ve antisiyonist temelde saflaştırdığı İran'ın nesnel durumunu analiz etmek gerekir. Daha bu analizin başında İran ekseninin Rusya ve Çin tarafından da desteklendiğini söyleyelim. İran ekseninin kökenini "İran İslam devrimine" kadar götürmek mümkün. Zaten öncesinde devam eden bir Filistin direnişi ve Humeynicilerin de eğitim sahası olarak kullandığı Suriye gibi hazır ittifakların yanı sıra Hizbullah ve sonrasında Iraklı Şii grupları ve Ensarullah hareketi bu ittifak tablosunu tamamladı. Hizbullah bilhassa 2006'da İsrail karşısındaki direnişi ve zaferi ile Filistin direnişinin ve direnişçi örgütlerin ittifak gücü olarak siyasi ve askeri ağırlık kazandı. Keza İran'ın Filistin mücadelesiyle kurduğu politik askeri ilişkilerin de düzeyi geçen zamanda ilerledi. Her ne kadar farklı kulvarlarda olsak da bu hareketler (Baasçısından Hizbullahına) birer siyasi iradedir. Antisiyonizm ve antiamerikancılık temelinde bu örgüt ve devletleri saflaştıran, bir arada tutan dinamik doğrudan doğruya Filistin direnişi ve direniş kuvvetleridir.

Bununla birlikte Hasan Nasrallah'ın bu ittifak içerisindeki konumu da ittifakın niteliğini gösteren bir yerde durur. Hasan Nasrallah'ın katledilmesi sonrasında tüm 'stratejik sabrı'na rağmen İran'ın İsrail'e 500 füzeyle cevap vermesi bu anlamda değerlendirilebilir. Tekrarlamak pahasına, Çin-Rusya-İran'a rağmen, direniş ekseni ve Aksa Tufanı iradesi, siyonizme ve emperyalizme karşı haklı bir savaş vermektedir. Filistin ve Lübnan halklarının ulusal özgürlük savaşımı desteklenmeli, bu savaşımın öznesi olan FHKC, FDKC gibi devrimci-ilerici özneler sahiplenilmelidir.

Direniş ekseni ya da Çin-Rusya karşısında konumlanan ve her adımını bunlara bağlı olarak atan ABD ve kader birliği yaptığı İngiltere-AB, ilk andan itibaren Filistin direnişi karşısında konumlandı. İsrail'e ticari, askeri ve siyasal destekte sınırları zorlayan bu emperyalist NATO ülkeleri, Filistin'i destekleyen kitle eylemlerine karşı devlet terörü kullanmaktan da geri durmadı. Filistin davasını ikiyüzlüce satan, tapularını emperyalistlerden almış olan gerici kukla Arap rejimleri, Filistin'i umursamadıklarını açıktan ilan etti. Başta Ürdün ve Suudi Arabistan olmak üzere burjuva Arap devletleri askeri olarak da İsrail'i destekleme pozisyonundan geri durmadı. Gerek hava sahalarını İsrail-ABD uçaklarına açarak direniş ekseni güçlerinin vurulmasında, gerekse de İran'ın İsrail'e attığı füzeleri önleyerek koruma görevine soyunmasıyla bu iki Arap devleti, işbirlikçilikte ön plana çıktı.

Bunların yanı sıra körfez devletleri de NATO'nun Ortadoğu'daki gayriresmi üyeleri olarak konumlandı, olası savaş durumunda topraklarında üsleri bulunan NATO-ABD ile hareket edeceklerini gösterdiler. Göbekten ABD emperyalizmine bağlı olmakla birlikte, Şii-İran karşıtlığı da bu devletlerin İsrail'in arkasında toplanmasının ideolojik mayasıdır. Yine de vurgulayalım ki, işbirlikçi Arap devletleri, halklarının Filistin davasını "umursadığını" da unutamıyor.

Bunlara ek olarak, Azerbaycan da İsrail'le ikili askeri, ekonomik ve siyasal ilişkilerini açıktan geliştiren bölge ülkelerinden biri. Azerbaycan'ın Dağlık Karabağ'ın ardından İran ve Doğu Kürdistan toprakları üzerinde hak iddia ettiği gerçeğini, İran'ın olası bir darbe yemesi durumuna hazırlandığını bir kenara not düşelim.

Faşist sömürgeci burjuva Türk devleti her ne kadar NATO'nun bir üyesi olsa da, bir süre daha ikili pozisyonunu koruyarak manevra alanını arttırmaya çalışacak gibi görünüyor. Son ana kadar Rojava şahsında Kürdistan devrimine karşı Rusya'nın desteğini almaya çalışacak. Kuşkusuz S-400'ler "Kürdistan hava kuvvetlerine karşı" yüksek bir öngörüyle alınmadı. İsrail-Kıbrıs-Yunanistan ittifakına karşı bir tedbir... Doğu Akdeniz ve Ege'de çıkarları Yunan-İsrail burjuvazisiyle çelişen Türk burjuvazisinin dar ölçekli bir savaşı göze alması ihtimal dahilindedir. Ama Türkiye, Ukrayna savaşında da görüldüğü gibi siyaseten ne dediği bir tarafa, askeri olarak NATO stratejilerine göre hareket etmeye devam edecektir. Yeni Osmanlıcı hayallerle yanıp tutuşan Türk burjuvazisi, Kürdistan işgalini tamamlamak kadar; adaları almayı, Doğu Akdeniz'den yakıt çıkarmayı da hedefliyor. Bunun için pozisyonunu korumaya, kürsülerden antisiyonizm naraları atarken, İsrail'le başta silah olmak üzere ticari ilişkilerini sürdürmeye devam ediyor. Zaten İsrail tarafından zayıflatılmış bir İran'ın ne rakip olarak bölgesel güç ne de bölgedeki politik islamcı örgütler üzerinden bir nüfus gücü olamayacağını var sayarak ellerini ovuşturuyor.

En nihayetinde sömürgeci faşist burjuva Türk devleti ve onun faşist şefi Erdoğan, siyonist muadili olan Netanyahu ile paralel olarak Ortadoğu halklarına işgal ve ölümden başka hiçbir şey vaat etmiyor. BM kürsüsündeki haritalı işgal pozlarından tampon bölge söylemlerine, her şeyleriyle aynılaşan bu iki figür NATO'nun ve Amerikancı siyasetin Ortadoğu'daki 'başkanları' olarak karşımıza çıkıyor.

Kürt demokratik ulusal hareketi, Filistin halkıyla kader birliğini görmezden gelmek pahasına sessizliğe gömülmeyi tercih ediyor. Daha önce birlikte hareket ettiği Filistinli direniş örgütlerinin Aksa Tufanı'ndaki pozisyonunu reddederek, Hamas karşıtlığı üzerinden bir siyaset üretmeye çalıştığı bir yıllık süreçte, Kürdistan halkının (politik islamcı Hamaslaştırma propagandalarının ve KDP'nin doğrudan İsrail propagandalarının da etkisiyle) İsrail'i destekler bir pozisyona gerilediği görülüyor. Bu 'üçüncü yol' ve 'yeni paradigma' siyaseti adı altında yapılsa da, Ortadoğu'da ittifaklaşmak zorunda olan iki ezilen halkın mücadele birliğini baltalıyor. Ezilen halkların eşit-özgür birlikteliğine dayanan, Kürdistan ve Filistin'iyle Demokratik Ortadoğu Federasyonu kurmayı amaçlıyorsak önümüzde görev olarak ezilenlerin ve ezilen halkların antiemperyalist, antifaşist, antisiyonist, antisömürgeci direniş cephesiyle kutuplaşma ve emperyalist savaşa karşı harekete geçmek duruyor.