23 Eylül 2024 Pazartesi

Sema Uçar yazdı | Ne yapmalı?

OHAL Komisyonu'nun bir yıl daha uzatılması, aynı zamanda umutsuzluğu örgütlemeye hizmet ederken; tüm umudumuzu komisyon kararına mı bağlayacağız, yoksa "Başka bir dünya mümkün"ün umudunu mu örgütleyeceğiz? Sadece sosyal ölü ilan edildiğimiz tarihlerde hatırlamak ve hatırlanmak mı yoksa güvencesizliğe karşı yan yana tüm biçimler dahilinde mücadele etmek mi? Bu sorular tüm muhataplarınadır.

Olağanüstü hal kapsamında OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu kurulması; olağanüstü hal kapsamında Anayasanın 121. maddesi ile 25 Ekim 1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanununun 4. maddesine göre, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunca 02 Ocak 2017 tarihinde kararlaştırılmış olup 23 Ocak 2017 tarihli Resmi Gazete'de Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.

Komisyonun görev süresi, üyelerin güvenceleri ve hakları, bilgi ve belge talep etme yetkisi, gizlilik, başvurularda usul ve süre, ön inceleme, inceleme ve karar, kararların uygulanması, yargı denetimi, sekretarya, usul ve esaslar, geçiş hükümleri, yürürlük ve yürütme maddeleri incelendiğinde; komisyonun işlevinin bir oyalama olduğu tespitini ilk günden dile getirenlerin -komisyonun kendi çalışma performansı bile göz önüne alındığında incelemesi devam eden yaklaşık son beş bin dosya, üç ay gibi bir sürede karara bağlanabilecekken komisyonun çalışma süresinin üçüncü kez bir yıl daha uzatılması- ne kadar haklı olduklarının bir ispatı oldu.

KHK'ler -hukuksuzluk içermesinin dışında- nicelik olarak cemaat yapılanmasına yönelik bir uygulama gibi görünse de kamu alanında fiili meşru mücadelenin öncüsü olan KESK ve üyelerini de -örgütlü ve birleşik mücadeleyi bölmek, muhalif her anlayışı apolitize etmek ve deyim yerindeyse sokaktan ayağını kesmek suretiyle- hedefine almıştır. Ret ve iade kararlarının hangi kriterlere göre alındığının belirsizliği bir yana ortaya konulan gerekçelerin kamuoyunda yarattığı "suçlu-suçsuz" algısı, KESK üyelerine yönelik bütüncül saldırının da bir amacı haline dönüşmüştür. Komisyonun inceleme kriterlerinin bilinmezliği ise kara mizahın konu sıkıntısı yaşamayacağı evreye ulaşmış, çeşitli espri bahislerine söz konusu olmuş, en son başvurucuların annelerinin evlenmeden önceki soy isimlerinin alfabetik sıralamasına göre inceleme tezi de bizzat komisyonun verdiği kararlar sonucu çürütülmüştür.

Komisyonun verdiği ret veya iade kararlarına, çoğunlukla da cuma günleri ancak bireysel başvuru sayfasından yapılan sorgulama biçimi ile ulaşabilmek; kararı açıklanan kişinin kendisi paylaşmazsa -özellikle de ret kararını- başka kimsenin öğrenemeyeceği bir mekanizma maalesef. Özellikle de sol-sosyalist-yurtsever kamu emekçileri olarak yayınlanan her KHK listesinde, gerek kendi adımızı gerekse de tanıdığımız-bildiğimiz yol arkadaşlarımızın adını gördüğümüzde veya bireysel başvurularımızı toplu bir şekilde yaptığımızda yalnız olmadığımız hissinin verdiği gücü, umudunu sadece bu mekanizmaya bağlayan bir anlayış, ne kadar koruyabilir ya da koruyabildi? Listeler halindeki toplu ihraçların yarattığı öfkenin cuma günleri telefon ekranında nefeslerin tutulduğu an'lara dönüşmesi… Aynı gün iade kararı alan bir arkadaşımızın sevinci ile ret alan başka bir arkadaşımızın hüznü arasındaki durumumuz… Elbette komisyondan iade kararı çıkmış olan arkadaşlarımızın yaşadıkları mahcup ve yarım mutluluktan daha fazlasını diğerlerinin hissetmesi bir tesadüf değil, yan yana ve omuzdaş olmaya denk düşen bir duygudur. Hiçbir şey kendiliğinden oluşmadığı gibi bu duyguyu da yaratan şeylerin kesişim noktası haklılığımız ve bu haklılığımızı paylaştığımız alanlardı. Bazen bir slogan, bazen bir gözaltı aracı, bazen bir yolculuk, bazen adliye koridorları, bazen de sokak simidi…

Yaşanan tüm hukuksuz uygulamalar gibi KHK'lere karşı hukuksal tüm süreçlere dahil olmak, bu uygulamalara karşı yürütülecek mücadele biçimlerinden bir tanesidir. Fakat bunu tek mücadele biçimine dönüştürmek, kendi hukukunu bile tanımayan bir iktidar karşısında nasıl bir kazanıma ve örgütlenme aracına dönüşebilir ki… Örgütlü bir saldırı karşısında örgütlü mücadele biçimleri ve yeni biçimler geliştirip onları denemeden kamu alanındaki tüm saldırılara nasıl direneceğiz? Mücadelenin sokak ayağı, biçimi üstüne kafa yorarak ve bu ayağın olmazsa olmaz perspektifi dahilinde geliştirilemez mi? Sokakta olmanın, kolektif düşünme ve hareket etmenin bu gadre uğramış bizleri nasıl güçlendirdiğini, sokaktan uzaklaştıktan sonraki atıl durumlarımızdan sebep, daha net gözlemleyebiliyoruz. Bunun dışında işyerlerindeki eylemliliklerin de hakkını vermek gerek. Kadın kamu çalışanların pantolon eylemi. Hala da yürürlükte olan bir sivil itaatsizlik eylemi; serbest kıyafet. Okullardaki nöbet görevinin ücretlendirilmesi eylemleri...

Bazılarının konuşma kürsülerinden bazılarının da kapalı kapıların ardında biz KHK'liler için sarf ettiği, "Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir" sözüne gönül mü koyacağız yoksa "Yol öğretir, beraber yürüyelim" mi diyeceğiz? Tıpkı KHK'ler gibi bir gece yarısı açıklanan, tam da sona geldiği düşünülen OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu'nun çalışma süresinin bir yıl daha uzatılması, aynı zamanda umutsuzluğu örgütlemeye hizmet ederken; tüm umudumuzu komisyon kararına mı bağlayacağız, yoksa "Başka bir dünya mümkün"ün umudunu mu örgütleyeceğiz? OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu sayfasındaki bir raporda sayısal veri olmak mı yoksa KHK'ler ve 'Öğretmenlik Meslek Kanunu Tasarısı' ile güvencesizlik saldırısına karşı öğretmenler odasının gündemi olmak mı? Sadece sosyal ölü ilan edildiğimiz tarihlerde hatırlamak ve hatırlanmak mı yoksa güvencesizliğe karşı yan yana tüm biçimler dahilinde mücadele etmek mi?

Bu sorular tüm muhataplarınadır.