22 Eylül 2024 Pazar

Şahin: Sömürgecilik altında yaşayan halkların ortak sesi olmak zorundayız

İsrail'in Filistin topraklarında, o toprakların gerçek sahibi olan Filistin halkını sürerek kendini genişletmek istediğine işaret eden DEM Parti MYK üyesi Semiha Şahin, Ortadoğu'da emperyalistlerin ve bölge işbirlikçilerinin işgal politikalarına karşı ezilen halkların ortak sesini yükseltme çağrısı yaptı.

Filistinli direniş gruplarının 7 Ekim'de başlattığı Aksa Tufanı hamlesinin ardından siyonist İsrail'in Gazze Şeridi başta olmak üzere Filistin'e dönük soykırım saldırıları sürüyor. 3 ayı geçen savaşta 23 bini aşkın Filistinli katledildi, Gazze'deki sivil altyapı yok edildi, on binlerce kişi yaralandı, pek çok nokta yaşanamaz hale getirildi. İşgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te ise İsrail askerlerinin baskınları ve katliamları giderek derinleşen bir biçimde devam ediyor.

İsrail'in soykırım politikaları karşısında Filistinli direniş güçleri eylemlerine devam ediyor. İsrail, emperyalistlerin desteğiyle Gazze'nin geleceğine dair yerleşim planları yaparken, ortak bir direniş hattında ısrar eden Filistinli örgütler, Gazze'nin geleceğine Filistin halkının karar vereceği ve ulusal birlik çağrılarında bulunuyor.

Türk devleti ise Filistin davasının yanında olduğunu iddia etmesine rağmen İsrail'le ticarete devam ediyor. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyesi Semiha Şahin, İsrail'in soykırım politikalarını, Filistinli direniş güçlerinin ulusal birlik perspektifini ve Filistin halkının sesine ses olmak için yapılması gerekenlere ilişkin Özgür Haber'de Arzu Demir'in sorularını yanıtladı.

Siyonist İsrail, 7 Ekim'den bu yana Gazze'de bir soykırım politikasını hayata geçiriyor. Kural tanımaz bir şekilde savaş suçları işliyor. Gazze'nin yanı sıra Batı Şeria da hedefte. İsrail'in hem Gazze hem de Batı Şeria için stratejik planlarını hatırlayarak başlayalım.
İlk önce şunu söyleyelim: İsrail 7 Ekim'deki Aksa Tufanı hamlesini gerekçe göstererek kurulduğu dönemden bu yana izlediği stratejik planları hayata geçiriyor. Nedir bu stratejik planlar? Filistinlilere ait tüm toprakların İsrail devleti olarak tanımlanması, İsrail devletine dönüştürülmesi. O toprakların gerçek sahibi olan Filistin halkını o topraklardan sürmek.

Üç buçuk aydır süren işgal saldırısı Gazze ile başladı. Son birkaç haftadır Batı Şeria, aynı zamanda Doğu Kudüs bölgelerine de yayılmış durumda. Sadece bununla da sınırlı değil. İsrail'in, savaşın, işgalin bir an önce durdurulması, ateşkes çağrısı yapanlara verdiği yanıt "Hamas'ın tüm kuvvetleri devre dışı bırakılana kadar bu savaş, bu işgal sürecek" oldu. Yani aslında savaş sadece Gazze'yle, Batı Şeria'yla veya Doğu Kudüs'le sınırla olmayacak. Geçtiğimiz hafta çeşitli örneklerde gördüğümüz gibi farklı ülkelerde yaşayan Filistinlileri de hedefleyen saldırılar veya Filistin davasını destekleyen güçlere karşı saldırılar, suikast biçimi, hava saldırısı biçimiyle devam etti.

Burada hedeflenen, kendilerinin de ifade ettiği gibi Filistin halkına yeni bir nakba yaşatmak. 1948'de İsrail devleti kurulduğunda, Filistinliler bunu büyük felaket olarak tanımlamışlardı. Şu anda da İsrailli birçok yetkili, Filistinlilerin 1948 nakbasından çok daha büyük, yeni bir nakba ile karşı karşıya kalacağını söylüyor. İsrail'in şu anki amacını Filistin halkının olmadığı topraklarda bir İsrail devleti inşa etmek olarak özetleyebiliriz.

İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamada, "direniş bittikten sonra nasıl bir Gazze olacak" sorusuna yanıt vererek planlarını deşifre etti. Buna göre İsrail Gazze'nin genel güvenliğini elinde tutacak. İsrail'in saldırıları nedeniyle oluşan yıkımın ardından, bölgenin yeniden inşasını çok uluslu bir güç üstlenecek. Bu plan ne anlama geliyor?
Kendilerine destek veren emperyalist güçleri de yanlarına çekebilmek için, sanki ortaklaşılmış bir plan gibi ifade ediyorlar. Bu savaşı Hamas'a yönelik yaptıklarını söylemeleri bile başlı başına bir manipülasyondan ibaret.

İsrail yaklaşık 80 yıllık varlığında, kurulduğu dönemden bu yana izlemiş olduğu siyasette "benim varlık hakkım var", "Yahudi toplumunun varlık hakkı var" yalanının arkasına sığınıyor. Deniyor ki; "biz bu bölgede Hamas güçlerine karşı savaşıyoruz. Tek bir Hamas üyesi kalmayana kadar biz bu savaşı sürdüreceğiz. Ardından biz buraya yerel aşiretlerden gelen bir güç tasnif edeceğiz." Ve bunun görev alanını nasıl tarif ediyor? "Sivil işlere bakacak ve yerel güçlerle birlikte oranın günlük işlerine müdahil olacak" şeklinde ifade ediyor.

İsrail devleti, kurulduğu günden bu zamana hükümette hangi parti olursa olsun, uluslararası hiçbir anlaşmaya, sözleşmeye uymadı, verdiği hiçbir sözü yerine getirmedi. 1948 döneminde de iki ayrı toplum, iki ayrı devlet varlığı kabul edilmişti. Hatta toprakların yüzde ellisinden fazlası, yüzde 33'lük bir nüfusu olan Yahudilere verilmişti. Yüzde 43'lük bir toprak parçası da nüfusun yüzde 67'si olan Araplara verilmişti. Ama ilerleyen süreç içerisinde hem Gazze hem Batı Şeria'da İsrail işgal politikalarını, siyonist Yahudi yerleşimciler aracılığıyla hayata geçirdi. Şöyle tarif edebiliriz, yerleşimci sömürgeci sistemini İsrail Filistin üzerinde uyguluyor. Yani Birleşmiş Milletlerin kabul ettiği bir devlet İsrail, ama sınır hatları belli olamayan bir devlet gerçekliğini de ortaya koyalım.

Hem 1967'de savaştan sonra yapılan anlaşmalarda veya Oslo sürecinde yapılan anlaşmalarda dile getirilen Filistin devletini tanıma meselesinin böyle olmadığını gördük. Uzun zamandan beri, Oslo Anlaşmalarından beri Filistin, Filistin olarak da tanımlanmıyor. Dikkat ederseniz ana akım söyle tarif eder: Batı Şeria, Şeria'nın başkenti Ramallah, Gazze Şeridi veya Doğu Kudüs. Öyle bir noktaya gelmiş ki ana akımda bu manipülasyon hali, Filistin adının bile unutturulmaya çalışıldığı bir gerçekle karşı karşıyayız.

Gazze Şeridine aşiretler yerleştirilecek deniliyor. Bu tabii ki İsrail yönetiminin talebi. ABD burada bir uzlaşma yapmak istiyor. Blinken'ın da yapmış olduğu açıklamalar, Gazze küçülmeyecek, aslında bizim isteğimiz Filistin özerk yönetimi benzeri, Gazze ve Batı Şeria'nın ortak bir şekilde yönetilecek bir pozisyona getirilmesi şeklinde bir anlaşma var. Sanki taraflar ABD ve İsrail'miş gibi. Çözüme dair yaptıkları tartışma, süreç nasıl tamamlanacak meselesinde, Filistinliler yok, halk yok. Batı Şeria için de geçerli, Gazze için de geçerli. Nasıl bir çözüm olacağı, aslında işin özneleri, orada topraksız bırakılan bir ulusun talepleri görmezden gelinerek yapılıyor. ABD ile İsrail arasında çözüm tartışmaları devam ediyor.

Siyonist İsrail'in işgal politikalarına karşı 7 Ekim'de başlatılan Aksa Tufanı hamlesinden bu yana ortak bir şekilde direnişi sürdüren Hamas, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC), İslami Cihad Hareketi, Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi (FDKC) ve FHKC-Genel Komutanlık liderleri, Lübnan'ın başkenti Beyrut'ta bir araya gelip, süreci değerlendirmişti. Ardından da ortak açıklama yapıldı. Bu toplantının önemi nedir ve nasıl mesajlar öne çıktı? Özellikle Gazze'nin geleceğine dönük emperyalist/siyonist projeler, olası bir ateşkesin önkoşullarına dair değerlendirmeler ve Filistinli politik aktörlere ulusal birlik çağrısı ne anlama geliyor?
Filistin'de uzun zamandan beri ulusal birlik çağrıları var, değişik örgütler bu anlamıyla değişik zamanlarda bir araya geliyorlar. Yani her ne kadar Aksa Tufanını başlatan Hamas olsa da, sonuçta çok sayıda değişik, ideolojik fikirlere sahip örgütün katılmış olduğu bir direniş cephesi oluşmuş durumda. Ama tabii bunun içerisinde dünyanın meşru olarak tanıdığı Mahmut Abbas yönetimindeki Filistin Kurtuluş Örgütü yok, El Fetih'in siyasi kanadı bu direniş cephesi içinde değil.

Bu örgütler uzun zamandan beri birlik çağrısı yapıyorlar. Oslo Anlaşması, gerçekten Filistin direniş tarihinin en kötü anlaşmalarından bir tanesi. Belki Filistin özerk yönetimi kuruldu, belki orada resmi devlet kuruldu ama... Birleşmiş Milletlere dahil olması, uluslararası bir tanınırlığı olmakla birlikte, birçok ulusal sorunda gördüğümüz gibi bir direnişi ya da ulusal bir meseleyi bölen bir yaklaşımdı. Ve esasta da bu anlaşmayla birlikte böyle bir amaca da ulaşmış oldular. 

Ve şimdi Mahmut Abbas böyle bir ulusal birliği sağlama bakımından bu taraflar içerisinde yer almıyor. Buna dair İsrail'in şöyle bir yaklaşımı var; Netanyahu şart koşuyor, eğer Abbas bu sürecin içerisine girmeye çalışacaksa -Gazze'ye çözüm olarak da söylüyor bunu- "hiçbir şekilde iki devlet çözümlü.. -Oslo Anlaşmasının bile gerisine düşen- bir talebi dahi dile getiremezsiniz, bundan vazgeçeceksiniz" diyor. Bu şu anlama geliyor; "İsrail devletine bağlı yapılar olarak, kontrolünüz bizde olacak" diyor. Siz ancak burada sivil bir-iki işlere dahil olursunuz, sivil hayatı düzenlemekle yetinebilirsiniz diyor.

Yani 2018'de Knesset'te kabul edilen bir yasa vardı; -Kudüs'ün de başkent ilan edildiği- "Yahudilerin tek devleti vardır, İsrail. İsrail, Yahudilerin ulus devletidir." Şimdi, bir ulusu yok ederek yeni bir ulus inşası söz konusu. O anlamıyla değişik örgütler olarak tarif edilen bu örgütlerin yapmak istediği, en temel meselesi, ulus olma, ulus bütünlüğünü sağlama bakımından anlamlı olduğunu görmek lazım bu ulusal çağrının.

6 milyondan fazla Filistinli mülteci dünyanın dört bir yanına yayılmış durumda, çoğu Filistinli aynı zamanda Lübnan'da, Suriye'de, Ürdün'de mülteci kamplarında. Şu anda da Gazze'den sürgün edilen Filistinliler var, Batı Şeria ve Doğu Kudüs'teki Filistinliler var.. Aynı zamanda 1 milyona yakın da 1948 toprakları denilen İsrail içerisinde kalan yerli Filistinliler var. Ama artık İsrail, bunların hiçbirini istemiyor. Bu nedenle, bu direniş örgütlerinin en büyük talebi, bu kadar farklı yapıların, farklı ideolojik çizgideki hareketlerin bir araya gelip bu çağrıyı yapmasını, Filistin ulusal birliğinin ve Filistin davasının en önemli ideolojik gıdasını oluşturmak, bu zemini korumak çağrısı olarak görmek lazım. Aynı zamanda bu kadar yoğun saldırıya, katliama, soykırıma rağmen Filistinli örgütler, en azından direniş hattında ortaklaştıklarını da ilan etmiş durumdalar.

Mahmud Abbas hükümetinin Filistin meselesindeki güncel pozisyonu nedir?
Mevzu Filistin olunca şunu söylemek lazım: Tüm hareketler, Filistin solu ya da direniş cephesinin çağrısı, hala Mahmud Abbas'ın safını netleştirmesini istiyor. Mahmud Abbas kendi varlığını, yönetim varlığını kaybetmek istemiyor. Sonuçta sınıfsal bir karakter de söz konusu. Uzun süren direnişler, uzun süren savaşlar, elbette başka bir yozlaşma, bürokratikleşme, aynı zamanda bu süreçte İsrail bakımından ilişkiler, ticari ilişkiler, oradaki yaşam.. bir sınıfsal değişime de sahip bir pozisyona girmiş oluyor. Mahmud Abbas'ın buradaki rolünü, -elbetteki işbirlikçilik tanımlaması yapmıyorum ama- bir seyircilik halinde olduğunu görmek lazım. Ama sonuçta bu örgütlerin çağrısı, bir umudun olduğunu göstermesi, İsrail siyonizminin saldırılarına karşın birleşik bir ulusal davayı ortaklaştırmak bakımından bir çaba olması açısından önemli. Bunun yanıtını aslında, Mahmud Abbas'ın durduğu yerde, -elbette ki bu direniş belli bir noktaya da gelecektir- Filistinlilerin vereceği bir karşılık da değerli bir anlam bulacaktır. Buradan, şöyle pozisyon alıyor, böyle pozisyon alıyor demeyi çok doğru bulmuyorum.

Dünyanın emperyalist devletleri, bu soykırım suçunda İsrail'in yanında. Biden yönetiminin İsrail'e desteği biliniyor. ABD ile İsrail arasında Gazze konusunda her konuda bir görüş birliği var mı?
Uyum veya uyumsuzluk meselesi olarak görmemek lazım. Çıkar ilişkileri nereye kadar kaldırılabilir ya da İsrail'in bu işgal saldırılarını nereye kadar kaldırabilir kaldıramaz meselesi. Sonuçta ABD de şunu söylüyor, "Gazze küçülmeyecek" diyor ama her gün bir genişleme hali, yerleşimcileri yerleştirme hali var. "Başka işgal olmayacak" veya "Batı Şeria ile Gazze ortak bir yönetim olabilir" diyor. Netanyahu başka bir açıklama yapıyor. Yani ABD'nin bölgedeki varlık ve uluslararası ilişkilerde tuttuğu yerle, İsrail'in uluslararası ilişkilerde tuttuğu yeri aynı görmemek lazım. İsrail açık bir şekilde Gazze'nin tümünü Sina çölüne sürmek istiyor. Batı Şeria ve Doğu Kudüs'teki Filistinlileri de Ürdün'e sürmek istiyor.

Uluslararası gelinen boyutta artık 23 bin insanın katledilmesinden, Gazze'nin yerle bir edilmesinden bahsediyoruz. İsrail savaşı daha geniş bir cepheye yaymak istiyor. ABD ile en anlaşamadıkları yer olarak bunu söyleyebiliriz. ABD, "Savaşı daha fazla yaymayın", "İran'a, Lübnan'a veya Suriye'ye saldırı yapma" diyor. Bir sınır çiziyor. ABD'nin şu andaki farklı yaklaşımlarının sebebinin bu olduğunu düşünüyorum.

İsrail'in tüm politikalarının arkasında ABD'nin olduğunu görmek gerekiyor. Elbette İsrail yönetimi içerisinde ABD'ye kafa tutar olarak görülen açıklamalar var. Yanılmıyorsam Ulusal Güvenlik Bakanı "Bizi ABD'nin yıldızlarından gibi görmeyin" diye bir açıklama yapıyor ama sonuçta ABD'nin Ortadoğu'daki rekabet gücünün birinci jandarmalığını üstlendiği yer İsrail. Elbette bu noktalarda farklılıklar olabilir ama çıkarlarının ortak olduğunu bilmek gerekli. Trump için de geçerli, Biden için de geçerli bu.

İslamcı örgütler, geçtiğimiz günlerde İstanbul'da çok kitlesel bir miting de yaptı. Ancak diğer yandan israil ile ilişkiler de sürüyor. Aralık ayında ihracak artış örneğin. İslamcıların Filistin mitingini nasıl değerlendirmek gerek?
Birkaç açıdan değerlendirmek lazım. 1 Ocak'ta yapılmasını politik İslamcı güçlerin Noel ve yılbaşı tartışmasında ideolojik bir duruş olarak görmek lazım. Yani "Yılbaşı kutluyorsunuz ama bakın biz Filistin halkının acılarını paylaşıyoruz." Burada farklı bir mesaj olduğunu görmek gerekir.

İkinci bir sebep; aslında AKP-MHP yönetimi "Gazze bizim, Kudüs bizim, Mescidi Aksa kutsalımızdır" diyor ama aslında başka bir şey de açığa çıktı bu süreçte; gemiler vızır vızır Kızıldeniz'e sefer düzenliyor. BDS Türkiye'nin de açıklamasında vardı; AKP iktidarındaki 20 yılda İsrail ile yapılan ticari anlaşmalar yüzde 532 oranında yükselmiş. Erdoğan'ın one minute çıkışından tutalım, Mavi Marmara meselesinde de bunu gördüğümüz gibi, hamaset nutukları atılıyor ama ticaret gayet güzel işliyor. Şu anda yapılan açıklamalar Mecliste birçok noktada tartışılmıştı. Bunun verileri de açığa çıkarılmıştı, bizim vekillerimiz de çok sayıda soru önergesi verdi. Mecliste konuşmalar da yapıldı. 

Örnek olarak Malezya, ülkesinden çıkan gemilerin İsrail'e gittiğini duyduğu anda gemileri durdurdu. Ama Türkiye hiçbir şekilde böyle bir şeyi engellemedi. Ham madde ihtiyacını hala Türkiye karşılıyor. Şimdi bu durumun İslami kesimler içinde bir rahatsızlık yarattığını da düşünüyorum. Sözde bir tepki var ama medyaya düşen bu ticaretin devam etmesi gibi meseleler bu kesim içerisinde rahatsızlık yaratıyor.

Onun dışında zaten İsrail bakımından da, politik İslamcılar bakımından da bu savaşı bir din, uygarlık, medeniyet savaşına dönüştürme, bu şekilde lanse etme meselesi var. Bu savaşın bir din savaşı olmadığını bizim anlatmamız gerekiyor. Elbette ki emekçi sol hareketin içinden geçtiği durum, Filistin meselesi ile kurduğu ilişkinin zayıflığı veya sadece Filistin davasını Hamas'ta gören yaklaşımlar gibi bir çok konu da eklenebilir. Bu yaklaşımlardan dolayı güçlü bir karşı duruş, dünya ezilen halklarının ortak sesini yükseltme bakımından eksik kaldığımızı kabul etmemiz gerekiyor.

İsrail'in soykırım ve savaş suçlarının durması ve Filistinin kurtuluşu emekçi sol hareket nasıl bir politika izlemeli?
Sol sosyalist hareketlerin tümü bakımından söylüyorum, enternasyonalist bir fikre sahiplerse dünyanın neresinde olursa olsun bir savaşa karşı ezilen halkların yanında durmayı, yürüttüğü mücadelenin sorumluluğu olarak görmek gerekiyor. Ortadoğu'da egemenler bu meseleyi şu şekilde kuruyor; biz halka düşman değil, Hamas'a düşmanız, şu halka düşman değiliz şuna düşmanız gibi ayrıştırıcı bir rol oynuyor.

Halkların, ulusların birlikte mücadelesini, ortak, özgür, adil, onurlu bir yaşam sürme mücadelesini savunuyorsak bunu bozmaya yönelik her türlü yaklaşıma karşı ses yükseltmek gerekir. Evet buralardan belki o savaşı fiilen durduramıyoruz ama en azından İsrail'in yürüttüğü kültürel ve ideolojik anlamda manipülasyon, yanıltma, dezenformasyona alet olmamak gerekiyor.

7 Ekim'den sonra ortaya çıkan tabloyu iyi analiz etmek gerekiyor. Ortadoğu'yu egemenlerin, siyonistlerin, emperyalistlerin yazdıklarından, bize yansıttıklarından, tarihinden değil halkların tarihinden, direnişlerin tarihinden okumak gerekiyor. Bu konuda sokağa çıkmak, direnişi büyütmek gerekiyor elbette evet ama bundan önce o topraklarda ne yaşanıyor neyin mücadelesi veriliyor buranın yeniden okunması gerektiğini düşünüyorum. Buradan bir aydınlatma ve kendimizi de yeniden öğrenmek için farkındalık çalışması yapmak gerekiyor.

Her halkın kendi devletlerine karşı İsrail'e boykot çağrısı yapabilecek düzeye gelmesi gerekiyor. Bu anlamıyla biz DEM Parti olarak 14 Ocak'ta bir miting yapacağız. Filistin halkına İstanbul'dan bir ses olmak istiyoruz. İstanbul'daki tüm halklarımızı da mitinge çağırmak istiyoruz. Ortadoğu gibi bir coğrafyada, bu kadar farklı halkların; emperyalizmin, bölge gericilerinin yönetimi, sömürgecilik altında yaşayan halkların ortak sesi olmak durumundayız. Nasıl bu topraklar içinde demokratik cumhuriyet fikrini savunuyorsak, bunun için mücadele ediyorsak; Ortadoğu halklarının da gönüllü birlik, demokratik bir yaşam içerisinde bir arada olmaları gerekiyor. Bizi ayrıştıran farklılıklarımız değil, bu farklılıkları büyüten, kutuplaştıranlara karşı aslında ne kadar aynı olduğumuzu anlatmakla ve göstermekle başarabileceğimize inanıyorum.