23 Eylül 2024 Pazartesi

Neva Balkan yazdı | 10 Ekim'in onurunu hatırlamak

10 Ekim'i en ağır acılarla, en derin travmalarla hatırlamamız elbette ki son derece insani bir şey. Ama "insan" olmanın bir başka, hatta daha önemli bir gereği daha var. O da faşist savaşın ve şovenist histerinin azıttığı bugün, o günkü onurumuzu hatırlamak ve bir kez daha kazanmak için safları yeniden sıklaştırmak.

Gelin, bu sefer 10 Ekim'de bize neler yaptıklarını değil, bizim 10 Ekim ile neleri başarabildiğimizi konuşalım. Gelin, bu 10 Ekim Ankara Katliamını değil, 10 Ekim Emek Barış ve Demokrasi Mitingini konuşalım.

Gezi Ayaklanması, Kobanê savunması ile tarihsel bir yükseliş dönemine giren ezilenler cephesi, HDP'nin 7 Haziran 2015 seçim zaferi ile AKP iktidarını sallamayı başarabilmişti. Rejimin buna cevabı çöktürme planının yeni bir boyuta yükseltilmesi oldu. Ezilenler cephesine yönelik topyekun savaş 20 Temmuz 2015 Suruç Katliamı ile başlatıldı.

Bugün bir fiyasko olduğu ortaya çıkan 22 Temmuz Ceylanpınar komplosu gerekçe gösterilerek PKK ile arasındaki ateşkesi bozan Türk burjuva devleti Medya Savunma Alanlarını bombalamaya, Kürdistan kentlerindeki operasyon ve tacizlerini artırmaya başlamıştı.

Kürdistan'da özyönetim ilanları ve direnişleri bu saldırılar altında ortaya çıktı. 10 Ekim Emek Barış ve Demokrasi Mitingi, sömürgecilik tarihinin en yüksek yoğunluklu kent çatışmalarının yaşandığı, şovenizm rüzgarlarının en sert düzeyde estirildiği işte böyle bir dönemde, Türkiye işçi sınıfının devletin bu kirli savaşına karşı cevabı olarak tertip edildi.

Mitingi düzenleyen DİSK-KESK-TMMOB-TTB'nin çağrı metni bugün değme sosyalist partinin kuramayacağı cümleleri kuruyordu. Devletin "baskı ve sömürü düzenlerini sürdürebilmek için savaş çıkarmak dışında başka bir yolunun kalmadığını" cesurca teşhir eden, "Savaş/şiddet odaklı politikalarda ısrarın Kürt sorununu çözemeyeceğini tüm açıklığı ile gösterdiğini" söyleyebilen, "Halklar arasındaki bağları koparmayı, şiddet ve linç kültürünü güçlendirmeyi hedef alan gelişmelere karşı, barış ve kardeşlikten yana olan tüm kesimlerin görev ve sorumluluğunu arttığının" ve "Barış ve kardeşlik talebini daha ısrarlı bir şekilde sahiplenmek, tüm baskılara rağmen savaşa karşı barışı daha cesurca dile getirmekten başka çıkar yol olmadığının" bilincinde olan, "Keskin nişancıları ile ablukaya aldıkları bir kentte katlettikleri üç aylık bebeğin cansız bedenini de derin dondurucuya koyanlara" seslenerek, devletin savaş suçlarını göstermekten dahi çekinmeyen, "Bu savaş kimin savaşı" diye sorup, cevabını "işçilerin, emekçilerin, ezilen, yoksullaştırılan on milyonların savaşı değil …

Otoriter faşizan rejimini ilelebet sürdürmeyi planlayan AKP'nin ve 7 Haziran seçimlerinden umduğunu bulamayıp kaos için düğmeye basan Saray'ın savaşıdır" şeklinde verebilen ve "Barış ve kardeşlik köprüsünü kurmak için doğusuyla, batısıyla kuzeyi ile güneyi ile ellerimizi birbirine uzatalım" diyebilen bir çağrıydı bu.

Bugün bu cümlelerin böyle büyük bir meşruiyetle kurulabildiğini düşünebiliyor musunuz? Dahası da var.

Bilgesu Erenus'tan Tarık Akan'a, Salih Kalyon'dan Orhan Aydın'a 440 üyeli Sanatçılar Girişimi de 10 Ekim'de yapılacak mitinge açık destek veriyor, bildirilerinde "Her şeye inat, korku duvarını yenerek meydanlara çıkmalıyız" diyordu.

Sol-sosyalist partiler zaten mitingin doğal örgütçüleri durumundaydı. Hatta TKP, ÖDP gibi sosyal-şovenizmle sabıkalı yapıların oluşturduğu Birleşik Haziran Hareketi dahi canla başla çalışarak bu savaş karşıtı mitinge örgütlüyordu insanları.

İşte, 10 Ekim Emek Barış ve Demokrasi Mitingi bunu başarmış, şovenizmin kayığına binmeyi reddedip, bir de bu kayığı batıran bir meydan okumaya dönüşmüştü. Bize yaşatılanlar tam da böylesine yüksek bir sınıf bilincinin, böylesine büyük bir cüretin "cezası"ydı.

Peki, bu iradeyi sergilemekle hata mı ettik? Elbette hayır. Sınıf olarak belki de hayatımızda yaptığımız en onurlu şeylerden oldu bu eylem. "Oradaydık" diyebileceğimiz bir madalya oldu. Peki, ölenlere "yazık" mı oldu? Elbette hayır. Onlar da faşizme karşı kavganın ölümsüzleri, göğümüzün yıldızları oldular.

10 Ekim'i en ağır acılarla, en derin travmalarla hatırlamamız elbette ki son derece insani bir şey. Ama "insan" olmanın bir başka, hatta daha önemli bir gereği daha var. O da faşist savaşın ve şovenist histerinin azıttığı bugün, o günkü onurumuzu hatırlamak ve bir kez daha kazanmak için safları yeniden sıklaştırmak.

Çünkü asıl bunu yapmazsak acılarımız, travmalarımız ve ölülerimiz manasızlaşacak.