23 Eylül 2024 Pazartesi

Mutluluğu fethetmek! - Doğan Ece

Başka bir yaşamı düşleyip, o düşe tutkuyla bağlanmak. Tuncay için anlam buydu. Devrim'di yani. Parti iradesini ete kemiğe büründürmek devrim düşünü yaşatmak ve güçlendirmek demekti. Onun için gürültüsüzce ölümsüzleşti. Herhangi bir görevi yaparcasına sade ve mutluluğu fethetmenin tutkusuyla...
Sessiz bir güne uyandı sokaklar. Gökyüzü gri bir örtüyle kaplanmış. Kuşların kanat çırpınmaları, kedilerin yürüyüşleri, ağaçlardaki dalların rüzgarda salınışı... Herşey ama herşey tuhaf bir hüzün hissi bırakıyor insanda. Zaman geçmişle geleceğin buluştuğu o ara nokta da, arafta sanki. Bu gün şiirler okumak istiyorum. Zamana ve hayata dayanıklı şiirler. Acının ve ayrılığın koynunda mutluluğu ve umudu çağıran, illede kavga diyen şiirler.
 
'Ey acılara tat veren güzellik/ Yüreğimize hoşgeldin/ Geldin de/ Çiçekli dallara döndürdün öfkemizi Artık ister dolu yağsın ömrümüze /İsterse kar /Biz ki bildikten sonra sevmeyi /Bütün sabahlar /Acı renginde olsa ne çıkar.'
 
Bugün Newroz. Ateşin ve kavganın bayramı. Ve ben Tuncay'ı düşünüyorum. Yaşamı gibi, ölümünüde kavgaya veren, Newroz'da şehit düşmek için kilitlenen o sessiz akan nehiri...
 
Uzun yıllar geçti aradan. Ama o zamana meydan okurcasına hatırlatıyor kendini. Hiç karşılaşmadım Tuncay'la. Ama İzmir'de ölüm orucunu sürdürdüğü direniş evinde bulunduğu süre boyunca hemen hergün ve bazen saatleri bulan sohbetler yaptık telefonla. Ahizeden kulağıma akan, yüreğimi ve aklımı kuşatan sözler hala ilk günkü gibi ışıldıyor içimde. Bir seferinde direnişinin biçimsel olarak tecride karşı olsada esasta partiye karşı verilmiş bir mesaj olduğunu söylemişti.Telefonda anlatmamıştı söylediğinin ayrıntılarını. Ancak tüm süreç boyunca söylediklerini kendi izlenimlerimle birleştirince anlamıştım ne demek istediğini.
 
O şehadetiyle, aşındırılan, uygulanamaz hale getirilen parti iradesini yeniden ayağa kaldırmıştı. Partinin sözünü boş bir seda olmaktan çıkararak pratik bir duruş olarak ayağa dikmişti.
 
Parti krizini aşmak için esaslı bir hamle yapmış ancak bu hamlenin pratikte nasıl karşılık bulacağı sorusu hala yanıtlanmamıştı. Dışarıda ölüm orucunu sürdürme kararını bir türlü hayata geçirememe konusu da bu sorunun karşılık bulabileceği ayrım noktalarından biriydi. Ve Tuncay bağırmadan, çağırmadan, gösteriş yapmadan o sorunun cevabı oldu. O yürüdü ve herkes onun ardına düştü.
 
Bazı zamanlar böyledir. Bir kişi çıkar ve eylemiyle herşeyi yerli yerine oturtur. Leyla'nın yaptığı da bu değil mi biraz? Ve Zülküf'ün feda eylemiyle verdiği mesajda bu değilmi. Ayağa kalkma ve yürüme çağrısı. Acılara, ayrılıklara ve zulme rağmen yürüme... Yaşama ve ölüme bir anlam vermek. İçe kapanmanın, durmanın, tekrarın o boğucu havasını dağıtmak ve mutluluğu keşfetmek. Evet evet mutluluğu keşfetmek demeli buna. Tıpkı Adnan Yücel'in o şiirindeki gibi; 'Sessizlik açarken zulüm bahçeleri/ Gözlerinde bir anda dört mevsim/ Her mevsimin güzelliğinde sen/ Bunca ayrık ve diken içinden/ Güle çıkmak işte budur desem/ Bilmem inanır mı bana çiçekler...'
 
'Dikenin içinden güle çıkmak...'
 
Yani yaşamı mutlu kılmanın anahtarı olarak bir anlama sahip olmak. Tüm zorluklarıı mutluluk kılabilecek bir anlam. Tüm sıkıntıları çekilir kılabilecek bir anlam. Tüm engelleri aşılabilir kılan bir anlam.
 
Başka bir yaşamı düşleyip, o düşe tutkuyla bağlanmak. Tuncay için anlam buydu. Devrim'di yani. Parti iradesini ete kemiğe büründürmek, devrim düşünü yaşatmak ve güçlendirmek demekti. Onun için gürültüsüzce ölümsüzleşti. Herhangi bir görevi yaparcasına sade ve mutluluğu keşfetmenin tutkusuyla... Ve şimdi yıllarca sonra yine bir Newroz'un öngününde feda eylemiyle öne fırlayan Zülküf'te aynı şeyi yaptı. Geçmişle geleceği eyleminde buluşturdu. Kawa'nın ateşi de vardı eyleminde, özgürlüğü tattığı bir davanın bilinci ve yoğunluğu da. Ona köklerini gösteren ve özgürlüğü öğreten önderinin tecrit edilmesi, yaşamına anlam duygusu kazandıran her şeyin yitirilmesi demekti muhtemelen. Onun için eylemiyle mutluluğun yolunu gösterdi. Kimilerinin düşündüğü gibi ölmek değil mesele. Yaşamı güle oynaya ölüme gidercesine tutkuyla sevebilecek  bir anlam duygusuna ve bilincine sahip olmak...
 
Şimdi çocuklar koşturuyor sokaklarda. Gri bulutlara inat bir maviliği taşırcasına yollara. Hepsi biraz Tuncay, biraz Zülküf sanki. Ateş kadar sıcak ve kavga kadar tutkulu gençler ve kadınlar dolduruyor meydanları. Newroz gibi sıcak, Newroz gibi direngen sabahların özlemiyle dolu hepsi. Tuncay'ın Newroz'a koşması, Zülküf'ün Newroz'u karşılaması gibi.
 
Belki bazen titriyor bacakları, bacaklarımız. Bazen duruyor, bazen geriliyoruz. Ama buradayız işte. Varız... Kazanacağız... Tuncaylar, Zülküfler oldukça kazanacağız. Onlar yürüyecek ve biz düşeceğiz ardlarına. Sıra bize gelene kadar. Çünkü 'mutluluk bulunmaz, fethedilebilir ancak'