1 Ekim 2024 Salı

Murat Çepni yazdı | Gezi'yi savunuyoruz ama nasıl?

İşçiler ekmekleri, kadınlar cins özgürlüğü, LGBTİ+'lar varlık hakları, gençler gelecekleri, Kürtler ulusal özgürlükleri, Aleviler inanç özgürlüğü için alanlara çıktı. Saray tam olarak bu yüzden yıllardır halk iradesiyle hesaplaşmaya çalışıyor. Aynı korku burjuva muhalefet için de geçerlidir. Gezi'nin çağrısı örgütsüzlük değil örgütlenmektir. Gezi'nin çağrısı burjuva iktidar değişimi değil, demokratik halk iktidarı için mücadeledir. Gezi'nin çağrısı devrimci olana sarılmaktır. Gezi ekmek mücadelesiyle özgürlük mücadelesinin birleşmesidir.

Devlet krizi derinleştikçe, Gezi korkusu da büyüyor. Bırakın milyonları bir kişinin aykırı sesine dahi tahammülü olmayan saray, mutlak itaate ihtiyaç duyuyor. Ezilen milyonlar açısından ise Gezi hala bir gurur kaynağı. Her öfkelendiğimizde aklımıza özgürleştiğimiz sokaklar geliyor.

Biz nasıl hala Gezi'den beslenmeye, sonuçlar çıkartmaya çalışıyorsak, devlet de kendi cephesinden aynısını yapmaya çalışıyor.

GEZİ'Yİ SAVUNACAĞIZ AMA NASIL?
Hepimiz Gezi'yi bulunduğumuz yerden tanımlamaya çalışıyoruz. Yüklediğimiz anlama bağlı olarak bugünle ve gelecekle bağını kurmaya çalışıyoruz.

AKP'li yıllarda yaşanan büyük çöküntü milyonlarca insani yeni bir çıkışa yönlendiriyor.

Faşizm kendini AKP eliyle yeni tipte örgütlüyor. Bir taraftan tüm kapılar uluslararası sermayeye ardına kadar açılırken, diğer taraftan emperyalist bloklar arasındaki boşluklardan faydalanıp yeni Osmanlıcı hayaller peşinde koşuluyor. Açıktan İslam devleti hedefleri dillendiriliyor. İşçiler açlığa, kadınlar tacize, cinayete mahkum ediliyor. Kürtler her gün yeni katliam tehditleriyle karşı karşıya. Aleviler yok sayılıyor, tehdit ediliyor. Doğa talanı ise AKP'nin alametifarikası haline geldi.

Hal böyle olunca arayışın ilk adresi de Gezi oluyor. Çünkü Gezi her şeyden önce milyonlarca insan açısından onurlu bir duruş ve zulme karşı haklı bir isyan demekti.

Buradan hareketle, bulunduğumuz sokağın darlıklarını aşarak, politik özgürlüğün kazanılması perspektifiyle yeni bir tartışmaya, yeni bir yol açmaya ihtiyacımızın olduğunu söyleyebiliriz.

Burjuva iktidarın, içinde bulunduğu ağır krize çare olarak ilk elden Gezi'yi tekrar tekrar cezalandırmaya ve HDP'yi tasfiye etmeye giriştiğini görüyoruz. Bu anlamda Gezi'yi bizlerden daha doğru kavradıklarını tespit edebiliriz.

Faşizme karşı verdiğimiz mücadelede ortaya çıkan tıkanıklığın en temel sebebinin, kendi eylemimize karşı yaşadığımız yabancılaşma olduğu da aşikar.

Yıllara yayılan şekilde, birçok koldan geliştirilen direnişlere rağmen, stratejik saldırılar karşısında birleşik bir mücadele barikatını henüz oluşturabilmiş değiliz.

Gezi'yi anlamak, "nasıl yapmalı" sorusunun cevabını da barındırıyor.

En klasik deyimle, bir yerde çelişki varsa orada itiraz ve isyan kaçınılmazdır. İtirazın içeriği, yöntemi, talepleri değişebilir.

Kesin olan bir şey var ki, eylem yenilgi ile sonuçlansa da ezberleri bozar, kendi deneyiminden öğretir, zalimin ayarlarını bozar ve travmaya sokar. Tıpkı AKP de olduğu gibi.

"Bu halk ayaklanmaz" klişesinin tarihi mücadele tarihi kadar eskidir. Ayaklansa da mutlaka birileri kontrol ediyordur! Gezi'yi de böyle yargılamaya çalışıyorlar.

Bu yaklaşımın tezahürleri ne yazık açık ya da gizli, kendi tarafımızda da görülebiliyor.

Bir taraftan çok güçlü devrimci eylemin mirasçısı olunduğu iddia edilirken, diğer taraftan ideolojik olarak egemen siyasetin hinterlandında top çevrilmeye çalışılıyor. Oysa unutmamak gerekir ki Gezi bu yaklaşımın da reddi olmuştur.

Kendi başarısına yabancılaşmanın örneğini, HDP'nin 7 Haziran dahil tüm süreçte AKP'ye karşı yürüttüğü kesintisiz mücadelede de görüyoruz. HDP siyasi soykırım saldırılarıyla baş etmeye çalışırken, aynı zamanda dostlarımızın sessiz ambargolarına, sansürlerine de maruz kaldı. Oysa kazanacak olan da, kaybedecek olan da bizleriz.

Çelişki varsa itiraz ve isyan kaçınılmazdır. Bir ağaçla başlar, onur ve özgürlük isyanına dönüşür. Dün sokağa çıkmayı aklının ucundan bile geçirmeyenler; çıkanlara yıkıcı, bölücü diyenler, kendilerini eylem alanlarında, barikat başlarında buluverirler.

Eylem bir bilincin sonucu olduğu gibi, doğrudan bir bilincin de yaratıcısıdır. On yıllarda edinilemeyecek özgürlük bilinci birkaç saatte edinilebilir.

Yaşadığımız coğrafya ayaklanmalar coğrafyasıdır. Karmatilerden Babailere, Şeyh Bedreddinlerden Pir Sultanlara, Celalilere, Koçgiri'ye, Dersim'e…

Zalime ve zulme karşı bazen canını kurtarmak için, bazen malını kurtarmak için, bazen inancını korumak için çıkılan her yol, eşitlikçi, özgür bir toplum arayışına bağlanmıştır.

Gezi işte tüm bu ayaklanmalar tarihinin bir parçasıdır. Gezi'yi tarihten koparıp "steril" hale getirmek, Gezi'ye yapılacak en büyük haksızlık olacaktır.

Gezi hem dündür, hem bugündür, hem de gelecektir.

Gezi ile ilgili örgüt modeli tartışmaları da sıkça yapıldı. Direniş sırasında açığa çıkan forumlar, meclisler devrimci örgütlenmelerin bir şekilde karşısına konulmaya çalışıldı.

Oysa hem Gezi'nin hem de dünyanın dört bir yanında gelişen halk hareketlerinin en zayıf yanı, devrimci önderliğin zayıflığı, hazırlıksızlığı ya da yokluğu oldu.

Tüm araç ve biçimlerin amaca uygun, birbirini besler şekilde işletilebilmesi, çözmemiz gereken bir sorun olarak ortada duruyor.

Gezi'de sokağa çıkan milyonlar aynı siyasi görüşe, aynı hedefe, aynı dile sahip değillerdi. Sınıfsal aidiyetleri onları aynı sloganlarda buluşturdu.

Sermayenin faşist diktatörlüğü karşısında herkes, isyanını alıp sokaklara aktı.

Gezi'de sağcısı da solcusu da vardı benzeri tespitler yapıldı, doğrudur. Ancak burada yanlış olan, bu fotoğraftan, "artık eskisi gibi ideolojik ayrışmaların dönemi bitmiştir" gibi neoliberal safsataların sol adına türetilmeye çalışılmasıdır.

Sağcı denilen, sermayenin milliyetçilikle, dincilikle zehirlediği işçidir, ezilendir. Sınıflar mücadelesinin en yalın gerçeğini görmeden, söz konusu fotoğrafı, Gezi'nin naifliği, insancıllığı, barışçıllığı olarak okumak, devrimci olanı karartmaya hizmetten başka bir işe yaramaz.

Gezi kitlesel olduğu kadar da yaygındı. İktidarın arka bahçesi olarak görülen Karadeniz'den İzmir'e, Ankara'dan Amed'e, Urfa'dan Hatay'a kadar.

İşçiler ekmekleri, kadınlar cins özgürlüğü, LGBTİ+'lar varlık hakları, gençler gelecekleri, Kürtler ulusal özgürlükleri, Aleviler inanç özgürlüğü için alanlara çıktı.

Saray tam olarak bu yüzden yıllardır halk iradesiyle hesaplaşmaya çalışıyor.

Aynı korku burjuva muhalefet için de geçerlidir. Destek açıklamalarına aldanmayalım; halk hareketinin düzen dışına çıkma ihtimali onların da korkulu rüyasıdır.

Yıllarca sürdürülen davalardan çıkan cezalar, sokağa yönelik saldırılar, cezaevlerinde işkenceler, ölümler, HDP'ye yönelik davalar, krizine çare bulmaya çalışan faşizmin çırpınışları olarak okunmalıdır.

Gezi'nin çağrısı örgütsüzlük değil örgütlenmektir. Gezi'nin çağrısı burjuva iktidar değişimi değil, demokratik halk iktidarı için mücadeledir. Gezi'nin çağrısı devrimci olana sarılmaktır.

Gezi birleşik mücadeledir. Gezi ekmek mücadelesiyle özgürlük mücadelesinin birleşmesidir. Gezi tarlasını koruyan emekçi köylüyle, emeğine sahip çıkan işçiyle, inancına sahip çıkan Alevi ile ulusal onuruna sahip çıkan Kürtlerin aynı meydanlarda buluşmasıdır.

Gezi'yi anlamak bir başka Gezi davası olan Kobanê kumpas davasını anlamaktır.

Verilen cezaları hükümsüz kılmak, yoldaşlarımızı özgürleştirmek, demokrasi ve özgürlüğü kazanmak için "bu daha başlangıç, mücadeleye devam".

Hepimize kolay gelsin.

*HDP İzmir Milletvekili