30 Eylül 2024 Pazartesi

M. Taylan Savran yazdı: 'Şimdilik direniş' var, kalıcı bir kazanım yok

Baro başkanlarının yürüyüşü, siyasal iktidarın en temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasına dair tahammülsüzlüğünü ve saldırgan karakterini teşhir etmiştir. Meslek örgütlerine yönelik siyasal iktidarın hasmane tutumunun sona ereceğini gösterecek işaretler henüz yoktur. Bu nedenle mücadelenin henüz başlangıç aşamasında olduğu ve boyutlanıp kitleselleşerek devam etmez ise bir kazanımla sonuçlanmasının mümkün olmayacağını da belirtmek zorunludur.

Avukatlık Yasası'nda yapılması düşünülen değişiklikler bir süredir avukatların meslek örgütü olan Baroların gündemindeydi. Özellikle avukat sayısının fazla olduğu illerde gündeme getirilen "birden fazla baro kurulabilmesi" değişikliği baro yönetimleri tarafından avukatlık mesleğinin yapısına yönelik ciddi bir saldırı olarak değerlendirildi ve yapılması düşünülen değişikliğin meclis gündemine dahi getirilmemesi yönünde bir çalışma başlatıldı.

Bu çalışma kapsamında, baro başkanları düzenlenecek yürüyüşle Ankara'ya gelecek ve tasarının geri çekilmesi için bir dizi görüşme yapacaktı. Buna uygun olarak 19 Haziran'da yürüyüşe başladı. 22 Haziran sabahı Ankara'nın girişine gelen baro başkanları ile beraberindekiler polis tarafından durduruldu, Ankara'ya girişlerine izin verilmedi ve saldırıya uğradı.

Ankara'ya girmekte kararlı olduklarını belirten baro başkanları ve beraberindekiler, polis saldırısını medya ve sosyal medya aracılığı ile duyurdu, yerel barolardan protesto etmelerini istedi.

Tüm bunlar olurken, Barolar Birliği Başkanı Feyzioğlu'nun beraberinde 16 ilin baro başkanları olduğu halde Anıtkabir'e gittiği medyaya yansıdı. Baro başkanlarının büyük bir kısmı Ankara girişinde polis ablukası altında fiili gözaltı yaşarken gündeme gelen bu görüntüler büyük tepki çekti. O sırada Anıtkabir'de bulunan Sivas Barosu Başkanı, kendilerinin yürüyüş yapma kararı almadıkları için Anıtkabir'de bulunduklarını, aslında hedeflerinin Anıtkabir'de bütün illerin baro başkanları ile buluşmak olduğunu belirterek Ankara'ya girişine izin verilmeyen baro başkanlarının yanına gitti. Sivas Barosunun bu tutumu, Feyzioğlu'nun yürüyüş yapan baroları kriminalize etme çabasını da boşa düşürdü. Polis ablukası altında 24 saatten fazla kalan baro başkanları 23 Haziran günü yapılan görüşmeler neticesinde polis barikatının kaldırılması ile planlandığı şekilde yürüyüşlerini tamamlayıp avukatlık yasası değişikliklerine karşı mücadelelerini sürdüreceklerini belirterek eylemlerini "şimdilik" sonlandırdı. Baroların çağrısı ile il barolarında başlatılan dayanışma eylemleri de aynı akşam itibariyle "şimdilik" sona erdi.

BAROLAR ÖZÜNDE DOĞAL MUHALİFTİR
Baroların da içinde bulunduğu meslek örgütleri ile siyasal iktidarın sürtüşmesinin tarihi uzun. Buna rağmen siyasal iktidar, meslek örgütlerini dizayn etme yönünde yasal düzenlemeleri aceleci bir tarzda gündeme getirdi ve bu gerilim arttı. Henüz ortada tasarı dahi yokken değişikliklerin neyi kapsadığı, Cumhurbaşkanının açıklamaları, siyasal iktidara yakın gazetecilerin edindiği "kulis bilgileri" ve AKP'nin hukukçu milletvekillerinin beyanatları ile ortaya çıkmış; yapılacak değişikler ile baroların hizaya getirilmek istendiği anlaşılmıştır. Yapılmak istenen değişikliklerde en fazla dikkat çeken öneri ise "herkes kendi barosunu kursun" olarak özetlenebilecek "çoklu baro" sistemidir. Baroların avukatların mesleki sorunlarıyla ilgilenmediği, fazlasıyla siyasileştiği, hizmet kalitesinin düştüğü ve rekabetin hizmet kalitesini artıracağı gibi argümanlarla çoklu baro sistemi gerçekte uzun bir süredir savunulmaktadır. Bu argümanların bir kısmı liberal anlayışın tezahürü olarak görünmektedir. Buna göre avukatlık, verili toplumsal sistem içerisinde ancak sermayenin ve mülk sahiplerinin haklarını korumaya yönelik teknik bir meslektir ve işlevi bununla sınırlıdır. Avukatlık mesleğinin bu şekilde icra edilmesi elbette mümkündür; fakat hak savunuculuğunun işlevi uzun zamandır yalnızca mülkiyet hakkının savunuculuğu olmaktan çıkmıştır. Avukatlık, yüzyıllar içerisinde devlete karşı korumasız olan kitlelerin hak ve özgürlüklerinin savunuculuğunu yapmak ve bu sayede kamu düzeninin tesisine katkıda bulunmak gibi bir işlev daha kazanmıştır. Kısacası avukatlar ve meslek örgütleri olan barolar, kamu düzeni tesisindeki işlevleri dolayısıyla devletin yanında görünürken devletin hukuk dışı her müdahalesini engellemek ve devleti hukuka uygun davranmaya zorlamak işlevlerinden dolayı da devlete zorunlu olarak muhaliflerdir. Sonuç olarak baroların çok şikâyet edilen "siyasiliği" bir mecburiyettir. Siyasal iktidar bu zorunlu muhalif duruş ve durumdan rahatsız olduğu için "benim de barom olsun" yaklaşımı ile davranmakta ve çoğulculuktan yana görünüp aslında kendine bağlı meslek örgütleri yaratarak siyasal alanı tamamen kapatacak yönde girişimleri zorlamaktadır. Avukatlık mesleği açısından "çoklu baro" yoksullara verilen "adli yardım" ve "zorunlu müdafilik" hizmetlerinde karmaşaya yol açacak ve geniş kitlelerin hukuki korunmadan yoksun kalmasını getirecektir. Yargılama süreçlerinde hangi baroya bağlı olunduğunun kararlarda etkili olup olmayacağının bilinmesi mümkün olmayacaktır. Son dönemde iyice tahrip olmuş görünen yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı eğer "çoklu baro" uygulaması hayata geçirilirse geri dönülmesi imkânsız biçimde ortadan kalkacaktır. Bu durum, doğal olarak yargının bağımsız ve tarafsız olduğu miti ile çelişmektedir.

YASA TASARISI HALA GÜNDEMDE, ELDE EDİLMİŞ BİR KAZANIM YOK
Bu nedenle baroların muhtemel avukatlık yasa tasarısına tepkisi son derece meşru bir zemine dayanmaktadır; zira değişiklikler hayata geçerse avukatlıktan veya bir yargılama unsuru olarak savunmadan bahsetmek mümkün olmayacaktır. Baro başkanları, yapılması düşünülen değişiklikler hayata geçmeden yürüyüş ve müzakerelerle engelleme yönünde tavır sergilemişlerdir. Başkanların yürüyüşüne saldırı gerçekleştikten sonra barolara bağlı avukatların Ankara'ya yürüme, baro başkanları nezdinde çok da karşılık bulmamıştır. Baro başkanları illerde yapılan destek eylemlerini yeterli görmüşlerdir. Baro başkanlarına "destek" ziyareti yapan Feyzioğlu'nu ise başkanlar sırtlarını dönerek protesto etmişlerdir. Bu da Barolar Birliği ile yerel barolar arasındaki fikir ayrılıklarını iyice görünür kılmıştır. Nitekim Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi Genel Sekreteri, yürüyüşlerinin engellenmesi üzerine Feyzioğlu'nun yürüyüş yapan başkanları kriminalize ettiği gerekçesiyle görevinden istifa ettiğini açıklamıştır. Baro başkanlarının "sembolik" yürüyüşüne "izin verilmesi" ile şimdilik eylem süreci sonlanmış görünmektedir; ancak AKP'nin tasarıyı Meclis gündemine getirmeyeceğine dair somut bir bilgi yoktur. Sonuç olarak, baro başkanları yalnızca Anıtkabir'e sembolik yürüyüşlerini yapabilmişlerdir. Dolayısıyla şimdilik baro başkanlarının yürüyüş eylemi ile elde edilmiş bir kazanım yoktur.

AVUKAT KİTLESİ OLMAZSA KAZANIM ZOR
Siyasal iktidarın salgın sürecini fırsata ve bir yönetim tekniğine dönüştürdüğü baro başkanlarına yönelik saldırıda da bir kere daha ortaya çıkmıştır. İşçiler çalıştırılır ve çarkların dönmesi salgına rağmen "zorla" sağlanırken muhalif görüşlerin kendisini sokak eylemleri ile ifade etmesi "salgın ve sağlık" bahanesiyle sürekli engellenmektedir. İl Hıfzısıhha Kurulu kararları sokakların muhalefete kapatılmasında faydalı enstrüman işlevini görmeye başlamıştır. Baro başkanlarının yürüyüşünde başkanlar da salgın sebebiyle temsili yürüyüş yaptıklarını belirterek kitlesel bir yürüyüşten yana tavır almamışlardır. Aslında yürüyüş kitlesel olduğu ölçüde etkili bir politik enstrümandır. Temsili düzeydeki yürüyüşlerin istenen etkiyi yaratması çok da mümkün görünmemektedir. Şu haliyle baro başkanlarının yürüyüşü istenen sonucu yaratmaktan, yani yasanın gündemden kaldırılmasını sağlamaktan da oldukça uzaktır. 22-23 Haziran'da yaşananlar yalnızca siyasal iktidarın en temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasına dair tahammülsüzlüğünü ve saldırgan karakterini teşhir etmiştir. Meslek örgütlerine yönelik siyasal iktidarın hasmane tutumunun sona ereceğini gösterecek işaretler henüz yoktur. Bu nedenle, mücadelenin henüz başlangıç aşamasında olduğu ve boyutlanıp kitleselleşerek devam etmez ise bir kazanımla sonuçlanmasının mümkün olmayacağını da belirtmek zorunludur.