22 Eylül 2024 Pazar

Korkut Boratav: 2019 yılı bütçesi IMF'nin kemer sıkma önlemlerini içeriyor

Ankara'da düzenlenen "Ekonomik kriz ve işçi sağlığı iş güvenliği mücadelesi" başlıklı panelde konuşan Prof. Korkut Boratav, Türkiye'nin bir krizden geçtiğini, AKP iktidarının hazırladığı 2019 yılı bütçesinin IMF'nin kemer sıkma önlemlerini içerdiğini söyledi. İstanbul İSİG Meclisi'nden Murat Çakır ise ekonomik kriz karşıtı mücadeleye siyasal taleplerin dahil edilmesi gerektiğini ifade etti.
Ankara İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Ankara Meclisi, Mimarlar Odası Ankara Şube binasında "Ekonomik kriz ve işçi sağlığı iş güvenliği mücadelesi" başlıklı panel düzenledi.
 
Panele konuşmacı olarak Prof. Korkut Boratav, İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'nden Murat Çakır ve 3. Havalimanı işçilerinin avukatı Kazım Bayraktar konuşmacı olarak katıldı.
 
'TÜRKİYE BİR KRİZDEN GEÇİYOR'
 
İlk olarak konuşan Prof. Korkut Boratav, "Türkiye bir krizden geçiyor" dedi. Boratav, nüfusun büyük çoğunluğunun emeğiyle geçinen insanlar olduğunu ancak bu çoğunluğun krizi algılamadığını söyledi. Boratav, "Günlük hayatında algılayanlar da bu olayın kriz olduğunu ve sorumlusunun kendisi dışında olduğunu algılamıyor. Bu algı ekonomik krize karşı işçi sınıfının mücadelesini yok eder, felce uğratır. Bu tespitleri günlük hayatta temas ettiğiniz tüm işçi arkadaşlara anlatmaya çalışın diye tavsiye ediyorum haddim olmayarak" dedi.
 
Türkiye'deki krizin kapitalizme özgü bir kriz olduğunu ifade eden Boratav, ancak ilave sorumluları da bulunduğunu kaydetti. Boratav, bu ilave sorumluları finans kapital ve AKP iktidarı olarak açıkladı. 
 
'EKONOMİ YABANCILAŞIYOR'
 
Prof. Boratav, şöyle devam etti: "Finans kapitalin Türkiye'ye kriz enjekte etmesi şu şekilde oldu: 20. yüzyılın kritik aşamasında sermayenin sınırsız tahakkümünü oluşturma projesi hakim oldu. Ona neoliberalizm diyorlar. 1989'dan sonra neoliberalizmin ileri bir aşamasında sermaye hareketlerinin sınırız açılması kuralını empoze ettiler. Bunu hızla kabul eden ülkelerin başında Latin Amerika'dan sonra Türkiye gelir. Türkiye bazı emperyalist ülkelerden bile daha hızlı kabul etti, Özal'ın partisinin iktidarda olduğu yıl başladı. Spekülatif öge kısa sürede söğüşleyip gitmek ister. Sabit yatırım yapmaz. Ucuza girip işine geldiği anda çıkabilir. 2003-2007 arasında bu spekülatif unsur yıllık ortalama yüzde 31 getiri sağladı ama hepsini söğüşleyip çıkmadı, bir bölümünü Türkiye'de varlık edimine dönüştürdü. Şu anda Türkiye'nin toplam servetinin yüzde 80'i yabancılara aittir, milli gelire oranla. Bu oran, yüzde 40'lardaydı. Ekonomi yabancılaşıyor. Yeterince kazandım çıkıyorum derse, Türkiye krize girer. 4-5 kere böyle krize girdi. İşte bu finans kapitalin sorumluluğudur."
 
"Finans kapitalin özelliği budur; paradan para kazanmak. Paradan para kazanmak için spekülatif baskıyı yoğunlaştırır" diyen Boratav, Türkiye'nin kırılgan ülkeler listesinde yer aldığını hatırlattı. Boratav, "Finans kapital bütün ülkeleri gözetiyor nereden çabuk çıkacağının listesini yapıyor, koşullar bozulunca çıkıyor. Türkiye'nin başına bu geldi" dedi.
 
BÜTÇE IMF'NİN KEMER SIKMA ÖNLEMLERİNİ İÇERİYOR
 
"İkinci sorumlu AKP iktidarıdır" diyen Boratav, "Normal koşullarda riskler yükselince ekonomi biraz frenlenir, mesela enflasyon artınca Merkez Bankası faizleri yükseltir" diye konuştu. Finans kapitalin tüm kurallarını istisnasız uygulayan AKP iktidarının ancak darbe girişimi ve seçim döneminde finans kapitale meydan okuduğunu ve faizleri yükseltmediğini belirten Boratav, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Londra'da yaptığı "faiz kötülüklerin anasıdır" açıklamasından sonra Ağustos'ta dövizin patladığını hatırlattı. Ancak bir ay sonra hizaya geldiğini ve finans kapitale teslim olduğunu kaydeden Boratav, şöyle devam etti: "Damat Londra'ya gitti, kapalı toplantılarda eğitildi, eğer faizleri çıkarmaz, faturayı halkın sırtına yıkacak bütçe getirmezsen damla para bekleme deyince faizleri yukarı çekti. Ve bir program hazırladı. Faizi yükseltti, ekonomiyi daralmaya zorladı. IMF'nin Nisan'da hazırladığı raporda geçen bütün tedbirleri meclisten geçen bütçeye koydu. 2019 bütçesi IMF'nin istediği kemer sıkma önlemlerini içeriyor."
 
Bütçeye göre, kamu yatırımları ve sosyal güvenlik harcamalarının kısılacağını belirten Prof. Boratav, kıdem tazminatı değişikliğinin yeniden gündeme getirileceğini, bireysel emeklilik sisteminin yaygınlaştırılacağını ve kaçışın zorlanacağını kaydetti. Boratav, "Sermayeyi kurtarma öncelikleri" diye ekledi. 
 
'İŞSİZLİK FONU BANKALARA AKTARILDI'
 
Bankaların batık kredileri düzenlemesi ve konkordato ilanlarını buna örnek gösteren Korkut Boratav, "İşsizlik Sigortası Fonu dolaylı yollarla bankalara ve sermayeye aktarılmaktadır" dedi. 
 
Tüm bunların anlatılmaması durumunda emekçilerin "kriz yok komplo var", "hepimiz aynı gemideyiz" algısına sahip olacağını ve krizle mücadele etmeyeceğini ifade eden Boratav, Arjantin'de 2002'de ekonomik krize karşı emekçilerin isyanlarını hatırlattı. Boratav, şunları söyledi: "Türkiye IMF'ye teslim olurken, Arjantin emekçileri krizin maliyetini üstlenmeyi reddetti ve 3 cumhurbaşkanını istifaya zorladılar. Sonraki cumhurbaşkanı dış borçları sildi, krizin etkilerinin emekçilerin aleyhine dönüşmesini sağladı ama bunu sağlayan o tarihteki emekçilerin örgütlü mücadelesidir. Patronların kaçmasına rağmen fabrikaları çalıştırdılar, sokaklara mahalleler hakim oldular. Aynı dönemde Türkiye'den daha yüksek bir büyüme hızı sağladılar." 
 
'AKP IMF'SİZ IMF PROGRAMI UYGULAMAK İSTİYOR'
 
AKP iktidarının IMF'siz IMF programı uygulamak istediğini anlatan Prof. Korkut Boratav, dışarının bu programı denetlemek istediğini, Bakan Albayrak'ın McKinsey şirketiyle anlaştığını ancak Cumhurbaşkanı'nın kabul etmediğini söyledi. Boratav, "Dışarısı güvenmiyor. Normalde bu tür krizler bir yıl sürer. Dışarısı güvenmediği için bu kriz sürecek" dedi.
 
Bu tür krizlerin emekte büyük kayıplar yarattığını, ancak Türkiye'de emeğin çok fazla kazanımı olmadığını kaydeden Boratav, tek "kazanımının" emekçilerin borçlanmayla gelirinden daha çok tüketim yapması olduğunu ifade etti. Boratav, halkın "erzak yardımı" beklentisi arttıkça mücadele ümidinin azalacağının altını çizdi.
 
KRİZ KARŞITI MÜCADELEYE SİYASAL TALEPLER DAHİL EDİLMELİ
 
Ardından söz alan İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'nden Murat Çakır, sendikaların yürüttüğü krize karşı çalışmanın sadece ekonomik talepler içermesini eleştirdi. Çakır, siyasal taleplerin de bu mücadeleye dahil edilmesi gerektiğini belirtti.
 
OHAL sonrası işçi ölümlerinin yüzde 12-15 artış gösterdiğini kaydeden Çakır, bunun nedenini iktidarın işçi sınıfına yönelik baskısına bağladı. Çakır, sendikaların güçlü olduğu metal, enerji gibi işkollarında dahi iş cinayetlerinin yüzde 50-60 civarında arttığını, sendikal örgütlülük artık iş güvencesini koruyamadığı için işçilerin güvenliksiz koşullarda çalışmaya itiraz edemediğini söyledi.
 
ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEM İLK VAZGEÇİLECEK KALEM İŞÇİ SAĞLIĞI ÖNLEMLERİ
 
İşçi sağlığı önlemlerinin maliyet unsuru olarak görüldüğünü belirten Çakır, "Önümüzdeki dönem işyerlerinde ilk vazgeçilecek kalem olarak gözüküyor" dedi.
 
Çakır, yanı sıra borç batağındaki işçilerde intihar ve kalp krizinin arttığına dikkat çekti. Murat Çakır, yine işçiler ve tüm ailelerinin sağlığına dönük büyük bir tehdit olduğunu, iyi beslenemediklerini ve bunun da aslında bir işçi sağlığı problemi olduğunu kaydetti.
 
Av. Kazım Bayraktar, 3. Havalimanı işçilerinin eylem süreci ve davayla ilgili bilgi verdi.
 
TCK'NIN 117. MADDESİ UYGULANSA İŞVERENİN YÜZDE 90'I CEZA ALIR
 
TCK'nın 117. Maddesini okuyan Bayraktar, maddede "Çaresizliğini, kimsesizliğini ve bağlılığını sömürmek suretiyle kişi veya kişileri ücretsiz olarak veya sağladığı hizmet ile açık bir şekilde orantısız düşük bir ücretle çalıştıran veya bu durumda bulunan kişiyi, insan onuru ile bağdaşmayacak çalışma ve konaklama koşullarına tabi kılan kimseye altı aydan üç yıla kadar hapis veya yüz günden az olmamak üzere adlî para cezası verilir" denildiğini aktardı. Bayraktar, bu maddenin Türkiye'de bugüne kadar hiç uygulanmadığını, uygulanması durumunda işverenlerin yüzde 90'ına ceza verilmesi gerektiğini söyledi. 
 
SENDİKACILAR HAVALİMANI İŞÇİLERİNİN ÖFKESİNİ TANIMLAYAMADI
 
Sermaye sınıfının sadece bu suçla kalmadığını ve işçinin canıyla oynadığını kaydeden Bayraktar, 3. havalimanı işçilerinin çalışma ve yaşam koşullarına karşı Eylül ayında yaptığı eylemleri hatırlattı. Eylemlerin 100-150 işçinin öfke patlamasıyla başladığını, polis fezlekesine göre 10 bin, sendikalara göre 20-25 bin işçinin eylemlere katıldığını aktaran Av. Bayraktar, "Sendikacılar bu öfkeyi tanımlayamadı" dedi.
 
İşçilerin kendi arasından 19 temsilci seçtiğini ve bu temsilcilerin patronla konuşmak istediğini ifade eden Bayraktar, ilk olarak patronun görüşmeyi kabul etmediğini söyledi, "Sermaye işçilerle masaya oturmayı onur kırıcı görüyor" dedi. Bayraktar, ancak eylemlerin büyüme korkusuyla görüşmenin kabul edildiğini hatırlattı.
 
Görüşme masasında iki sınıfının yer aldığını ifade eden Bayraktar, bir tarafta işçi temsilcileri ve sendikacılar, diğer tarafta ise 3. Havalimanı İcra Kurulu Başkanı Kadri Samsunlu, Eyüp ve Arnavutköy Kaymakamları, jandarma komutanı ve subaylar yani devlet destekli sermaye sınıfının olduğunu vurguladı.
 
'İDDİANAME TAM BİR KOMEDİ'
 
Samsunlu'nun işçilere "Sizinle bu masaya oturmamız sizin için bir lütuftur" dediğini belirten Bayraktar, görüşmelerden bir sonuç çıkmadığını, sonrasında gözaltı ve tutuklama sürecinin yaşandığını hatırlattı. "İddianame tam bir komedi" diyen Bayraktar, sendikacıların "işyerine kaçak girme", "üye olmayan işçileri kışkırtma", "sözde sendika görevlisi olarak olaylara katılma", "kalabalığa hitaben konuşma" gibi iddialarla suçlandığını söyledi. Bayraktar, her şeye rağmen tutuklanan işçi ve sendikacıların cezaevinde ve mahkemede dik durduklarını, boyun eğmediklerini ifade etti.
 
52 İŞÇİ ÖLMÜŞ, ORTADA DAVA YOK
 
CHP Milletvekili Ali Şeker'in soru önergesine verilen yanıtta, 3. Havalimanı inşaatında 52 ölümlü iş kazası yaşandığının belirtildiğini hatırlatan Av. Kazım Bayraktar, "52 işçi ölmüş, bu kadar dava yok. Varsa da bakanlık gizliyor" dedi. Bayraktar, yanıttaki çelişkilere dikkat çekerken, bunun üzerine gidilmesi gerektiğini söyledi.