30 Eylül 2024 Pazartesi

İZLENİM l 'Saray rejiminin De Lege Ferenda'sına karşı avukatların Savunma Mitingi

Saray rejimine karşı, ezilenlerin hak alma mücadelesinin bir parçası olarak avukatlar; tarihsel ve toplumsal rollerinin bilinciyle, gerektiğinde mensubu olduğu baroların yönetimlerini de aşarak sokaktalar. Bu eylemli varoluş, bugüne kadar "çoklu baro" tasarısına ve sonrasında gündeme gelmesi olası diğer saldırılara karşı da anlamlı bir karşı koyuş gerçekleştirememiş olan diğer meslek odalarının sorumluluğunu da belirginleştirmiş oldu. 

"Çoklu Baro" düzenlemesi adıyla Avukatlık Kanunu'nda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifinin çok hızlı bir şekilde meclis gündemine getirilmesi; avukatların ve baroların sokaktaki tepkilerinin daha etkili bir eylem programıyla buluşmasını da beraberinde getirdi.

Farklı siyasal eğilimleri olan 80 baronun, baroların yapısında esaslı değişikliği içeren bu tasarıya ve tasarının baroların görüşü dahi alınmaksızın gündeme getirilmesine ilişkin ortak bir açıklama yapmış olmaları son derece önemli bir başlangıçtı. Bu ortaklaşma, döneme yön verecek baroların birlikte hareket edebilme yeteneğini geliştirmekle birlikte; süreç ilerledikçe tüm baroların, Türkiye Barolar Birliği'nden ve onun meşruluğunu yitiren başkanı Metin Feyzioğlu'ndan bütünüyle kopuşan bir pratik sergileyebilmelerinin de zemini oldu.

Savunmayı savunuyorum şiarıyla pek çok kentin baro başkanlarının Ankara yürüyüşü, bu yürüyüşün engellenmesi üzerine yürüyüşe katılmayan baro başkanlarının da tepki göstererek Ankara'ya gelmesi, Feyzioğlu'nun Anıtkabir ziyareti ile baroları ayrıştırma siyasetinin boşa düşürülmesi ve en nihayetinde vazgeçmiyoruz şiarında karşılığını bulan binlerce avukatın sözü ve eylemleri; saray rejimine karşı avukatları ve baroları bir direniş odağı haline getirdi. Baro başkanlarının temsili Ankara yürüyüşüne kentlerde baro önlerine ve adliye önlerine yapılan eylem çağrılarına binlerce avukat karşılık verdi. Saray rejiminin son beş yılda; savunma mesleğini etkisizleştirme çabaları ve neoliberal politikalarla meslekte yaşanan dönüşümün özellikle işçi avukatlar bakımından pandemi döneminde ağırlaşan sonuçlarına siyasal iktidarın bugüne kadar istediği biçimde şekillendiremediği baroları çoklu baro düzenlemesiyle dizayn etme girişimi de eklenince binlerce avukat hem baroların hem de hukuk kurumlarının da çağrılarıyla tepkilerini, sözüyle eylemiyle dile getirdi, getirmeye de devam ediyor.

Bu dönemde hukuk kurumları ve binlerce avukat tarafından baro başkanlarına yapılan en temel eleştirinin de, mevcut baro yönetimlerinin saray rejiminin bu saldırısını sadece kendilerine dönük bir saldırı olarak görmeleri ve bunun sonucu olarak tüm avukatları kapsayacak bir eylem programından yoksun olmaları olduğunu söylemeliyiz. Sadece baro başkanlarıyla sınırlı tutulan temsili Ankara yürüyüşünde somutlanan bu haklı eleştiri elbette baro başkanlarının süreç yönetimiyle ilgili teknik bir hatası ya da baroların dar görüşlülükleriyle ilgili bir sorun değil maalesef. Başta İstanbul Barosu olmak üzere büyük barolara egemen olan CHP ve ulusalcı siyasal anlayışın, "çoklu baro" düzenlemesiyle açığa çıkan pratiklerinin bu yönü -diktatörlüğün ayrımsız tüm politikalarına karşı bugüne kadar asgari demokrat ve özgürlükçü bir siyaset yürütmemiş olmakla malul pratiklerinden de anlaşılacağı üzere- tüm avukatların eylemli gücüne yaslanmaktan imtina eden, tepkinin radikalleşmesini ve yayılmasını kontrol altında tutmak isteyen bir yaklaşımın son derece bilinçli bir tercihi.

İşte baroların 3 Temmuz tarihinde Ankara'da bir savunma mitingi çağrısı bu eleştiriler zemininde ve tasarıyı geri çektirebilmenin daha güçlü bir eylemle mümkün olabileceği gerçekliğinden hareketle; zaman bakımından kısa ancak güçlü politik verilerle yüklü bu sürecin ihtiyacı üzerine şekillendi. Barolar 3 Temmuz günü Ankara'da Anıttepe'ye büyük bir savunma mitingi çağrısı yaptılar. Ankara'da vaka sayılarındaki artış bahanesiyle valilik tarafından 15 gün süreyle toplantı gösteri yürüyüşleri de dahil tüm etkinliklerin yasaklandığı kararı açıklandı. Pandemi döneminin klasik yasaklarından biri haline gelen bu karar beklenmedik değildi. Tıpkı İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu'nun yasak kararı üzerine "Vazgeçmiyoruz" açıklamasından çok kısa bir süre sonra İstanbul Barosunun tüm üyelerine miting için yola çıkacak otobüs servislerinin iptal edildiğinin mesajla bildirilmesi gibi… Elbette bu tutum, her fırsatta dünyanın en büyük barosu olmakla kıvanç duyan, aynı zamanda savunma mitinginin sayısal çoğunluğu dışında niteliğini de belirleyecek bir kesimi bilinçli olarak eylemin dışında tutan İstanbul Barosu yönetimini eleştirilerin odak noktası haline getirdi. Özgürlük İçin Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi ve Özgürlükçü Demokrat Avukatlar başta olmak üzere pek çok hukuk kurumu tepkisini dile getiren açıklamalar yaptı. Baro yönetiminin son andaki bu plan değişikliğine rağmen hukuk kurumları kendi imkanlarıyla pek çok avukatın Ankara'ya gidişini organize etti. Savunma mitingine ev sahipliği yapan Ankara Barosu'nun tutumu da çok farklı değildi. Yasak kararının ardından suç duyurusu biçiminde revize edilen eylemin yeri de Ankara adliyesi olarak değiştirildi. Ankara valiliğinin yasağına ve kimi baroların en hafif tabirle bu sorumsuz tutumuna rağmen binlerce avukat Ankara Adliyesinde toplandı. Avukatların adliyede coşkulu ve kararlı bir şekilde buluşması engellenemedi.

İzmir Barosu ve Urfa Barosu avukatları hem nicelik olarak hem de tüm bu süreçte kendi kentlerinde geliştirdikleri yasak tanımayan eylem biçimleriyle ve alandaki hazırlıklı ve öncü duruşlarıyla öne çıktı. Avukatlar; polis şiddetiyle karşılaşma pahasına meclise yürüme iradesini ortaya koydular. Barikatlar zorlandı; miting yasağı, 'çoklu baro', polisin işkencesi gerçeği bir kez daha gösterilmiş oldu. Barikatın fiilen aşılamamış, o gün Ankara'da olan binlerce avukatın meclise yürüyememiş olması bir başarısızlık olarak değil, yasaların sokakta yapıldığının bilinciyle ve iradesiyle hareket eden, avukatlık mesleğini saray rejiminin kendisine çizdiği sınırlarda icra etmemeye kararlı binlerce hukukçunun eylem gücü olarak bu süreçteki yerini almış oldu.

Yasağa rağmen gerçekleşen, saatlerce süren bir nöbetle fiili bir mitinge dönüşen eyleme rengini veren savunmanın üzerindeki baskıların sonlandırılması isteğiydi. Suruç İçin Adalet Platformu'nun tutsak avukatı Sevda Çelik Özbingöl'ün, adil yargılanma talebiyle ölüm orucunda olan meslektaşlarımız Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal'ın isimleri sloganlarda fotoğrafları dövizlerdeydi. Kürdistan barolarının "Parastinî Nayê Rawestandin" şiarıyla anadillerinde hazırladıkları dövizler, Saray rejiminin kirli savaş politikası sonucu kaybettiğimiz Tahir Elçi'nin pek çok biçimde anılması, Ankara ve Amed Barosu'na soruşturma açılmasıyla sonuçlanan ve Diyanet İşleri Bakanlığı'nın hedef gösterdiği LGBTİ'leri sahiplenen dövizler ise eyleme politik içeriğini veren biçimler olarak öne çıktı.

Polisin gazından etkilenenlere hızla barikat arkasında yer açılması, forum biçimiyle herkesin sözünü söylemesi, eylemin nasıl devam edeceğine dair ortak toplantıların yapılması, maskelere yazılan sloganlar, halaylar, göndere avukat cübbesinin çekilmesi gibi biçimler gezi direnişinin zengin eylem formlarının savunma mitingine yansımalarıydı. Pek çok baro başkanının açıklama sonrası alandan ayrılıp, avukatların ısrarlı bekleyişleri sonrası yeniden eylem alanına dönmeleri de baro başkanlarının, avukatlardaki kararlılığa kayıtsız kalamayacaklarının göstergesi olduğu gibi, bundan sonraki süreci de sadece yönetim mekanizmalarında planlayamayacaklarının da bir verisi.

Barolar, hukuk kurumları ve binlerce avukat da bu sürecin ve Savunma Mitingi'nin deneyimi ve dersleriyle tüm güçleriyle tasarıya karşı çıkmaya daha etkin biçimlerde devam edecek.

Saray rejimine karşı, ezilenlerin hak alma mücadelesinin bir parçası olarak avukatlar; tarihsel ve toplumsal rollerinin bilinciyle, gerektiğinde mensubu olduğu baroların yönetimlerini de aşarak sokaktalar. Bu eylemli varoluş, bugüne kadar "çoklu baro" tasarısına ve sonrasında gündeme gelmesi olası diğer saldırılara karşı da anlamlı bir karşı koyuş gerçekleştirememiş olan diğer meslek odalarının sorumluluğunu da belirginleştirmiş oldu. Şimdi sarayın yaratmak istediği kendi "de lege feranda"sına** karşı, avukatlar nezdinde gelişen güçlü tepkinin tüm toplumu ilgilendiren başarısını, sadece tasarının yasalaşıp yasalaşmamasından ele almadan içselleştirmek, güçlendirmek önemli olacak. Bu gelişen tepkiyi ancak antifaşist mücadelenin önemli bir aşaması olarak ele alıp ilişkilenmekle ve daha büyük çapta toplumsal tepkilerle buluşturmakla rejime geri adım attırmanın mümkün olacağı ortadadır.

*Av.Sezin Uçar (Ezilenler Hukuk Bürosu, ÖHD üyesi)
**De Lege Ferenda: Arzu edilen hukuk