25 Eylül 2024 Çarşamba

'Ilısu Barajı iç ve dış politikada bir silah olarak kullanılıyor'

Ekoloji forumunun ilk günü sona erdi. 3. oturumda Lübnan'dan Hasankeyf'e ekoloji mücadelesi ve deneyimleri tartışıldı. Hasankeyf'i yaşatmak için yürütülen mücadeleyi anlatan Özdemir, devletin Hasankeyf'e özel olarak saldırdığını vurguladı. Lübnan Komünist Partisi'nden Bzeih ise Lübnan'da işçilerin artı değerini yabancı oligarklara sızdırıldığını vurguladı.

Ekoloji konferansının ilk günün son oturumu, "Dereler özgür akacak" sloganıyla gerçekleşti. Oturumun moderatörlüğünü Ece Balta üstlenirken, Lübnan Komünist Partisi adına M. Gassan Bzeih, Hasankeyfi Yaşatma Girişimi'nden Agit Özdemir, Sinop Nükleer Karşıtı Platformu Dönem Sözcüsü Zeki Karataş ve Samandağ Kalkındırma Derneği'nden Hasan Aşkar sunum yaptı.

'LÜBNAN'DA SERMAYE BİR FİNANS KAPİTALE DÖNÜŞTÜ'
Lübnan Komünist Partisi adına konuşan M. Gassan Bzeih, bir ülkenin büyük kamu borcu varsa bütün ekonominin tek hizmet ettiği şeyin borç ödemek olduğunu kaydetti. Bzeih, "Bütün ekonominiz üretilen her tür para borçların faizini ödemeye gider. 6-7 milyar borç ödüyoruz her yıl. Bir şekilde hükümet yönetimi, borçlara hizmet edecek şekilde yönlendirdi" dedi. Lübnan'da gelir ve servetin bir grup oligarkın elinde olduğuna dikkat çeken Bzeih, "İkinci mesele yüksek faiz oranları. Her kapitalist 'bir milyon dolarım varsa, Lübnan hükümetine veririm, hazine senetleri alırım' diyor. Neden, çünkü sıfır riskli. Hükümetin parasını mutlaka ödeyeceğini biliyor, son derece karlı bir yatırım. Bu ne anlama geliyor, üretim sektörünün olmaması anlamına geliyor. Sanayiye, tarıma, teknolojiye bir yatırım yok Lübnan'da. Lübnan'da sermaye bir finans kapitale dönüştü. Ve bu şekilde bir rant ekonomisine dönüştü Lübnan" diye konuştu.

Hükümetin üretim politikası olmayan Lübnan'da 6 üniversite varken mezunların iş bulamadığını vurgulayan Bzeih, Lübnan'da yeni kuşağın sorununun bu olduğunu dile getirdi. "Ve bizim bütçemiz oligarklara gidiyor, mevcut kamu borcu yüz milyon dolar" diyen Bzeih, şöyle devam etti: "Üretim sektörümüz olmadığı için neredeyse tükettiğimiz her şeyi ithal ediyoruz. Lübnan her yıl yaklaşık 22 milyar dolarlık ithalat yapıyor, 2 ila 3 milyar dolarlık ihracat yapıyor. 22 milyar dolar ödüyor 2 milyar dolar elde ediyoruz. Bu parasal açıdan tam bir dolar sızıntısı. Elbetteki bir Marksist olarak buna artı sızıntı diyebiliriz, işçi sınıfının yarattığı artı değer ülke dışına sızıyor. Yabancı oligarklara taşınıyor. Bu dolar açığı buradaki lira üzerine de baskı yapıyor. Finansal krizler yaşanmaya başladı."

Türkiye'de bir üretim ekonomisi olduğunu ileri süren Bzeih, Türk Lirası sarsılsa da bunun ülke içinde yaşandığını söyledi. Bzeih, "Yapılabilir, yönetilebilir bir şey ama Lübnan'da bir şok olursa döviz kuru değişirse her şey dışarıdan ithal ettiğimiz için ve bütün paraları dolarla ödemek zorunda kalacağız. Satın alma gücümüz düşecektir. Son derece ağır ve ciddi bir finansal kriz demektir bu" ifadesini kullandı.

'SERMAYENİN KONTROLÜ İÇİN ACİL YASALAR ÇIKARILMASI GEREK'
Lübnan'da ayaklanmanın ortasında başbakanın bir reform paketi açıkladığını ve bankaları vergilendireceğini taahhüt ettiğini hatırlatan Bzeih, "Şuanda paranın yüzde 90'nını ticari bankalardan değil merkez bankasından almak istiyorlar. Yani Lübnan bankasından lira bastıracaklar, hükümete verecekler. Ve bu da enflasyon ve fiyat artışı olarak ortaya çıkacak, yoksullar, orta sınıf zarar görecek. Son derece pervasız bir adım. Sermayeyi vergilendirmeyi reddeden hükümet, ithalatları finans etmek istiyor. Maaşları bu şekilde finans etmek istiyor. 17 Ekim'de biraz daha vergi eklemeye karar verdiler, insanlar bunu reddetti, sokaklara çıktı. İlk talepleri hükümetin istifasıydı. Bu arada hükümet dediğimiz El-Hariri hükümeti değil. Parlamentodaki çoğunluk partisi bile değil. Bütün hakim partiler hükümetteler. Ve hepsinin birden istifası istendi. İkinci talebimiz bir geçici hükümet oluşturulmasıydı. 6-7 aylık geçici hükümet oluşturulması istendi. Bunun sıra dışı yetkileri olacaktı. Her şeyden önce mezhepçi standartlardan uzak bir yasa oluşturulması gerekiyor. Çünkü biz parlamento üyelerini mezheplere göre seçiyoruz. Dolayısıyla bütün mezhepçi standartların dışında bir seküler solcu, ilerici bir seçim yasası oluşturulmasın istiyorlar. Daha doğrusu partilerin parlamentoya girebilmesi için mezhepçi olmayan bir yasada buluşmasını istiyorlar. Aynı zamanda sermayenin kontrolü için acil yasalar çıkarılması gerektiği söyleniyor" dedi.

Lübnan'da soğuk bir savaşın başladığını dile getiren Bzeih, ayaklanmanın talebinin 3. Lübnan Cumhuriyeti'nin kurulmasına doğru evrildiğini ve ekonomik modelin de bu minvalde olduğunu kaydetti. Bzeih, 2015 yılında tamamen ekolojik nedenlerle bir ayaklanma başladığını hatırlattı. Hükümetin Suriyeli mülteciler için hiçbir adım atmadığına da dikkat çeken Bzeih, mültecilerin nehir kenarlarında konaklamak zorunda kaldığını ifade etti.

'LÜBNAN HÜKÜMETİ VE BANKALARI BARAJLARA AŞIK'
Bzeih, şöyle devam etti: "Nehirlerden bahsedeceksek barajlardan da bahsetmemiz gerekiyor. Lübnan hükümeti ve bankaları barajlara aşık. 8 milyar doları buraya aktarmak istiyorlar bu da bahsettiğim ekonomi modeliyle alakalı. Faiziyle ödenecek borçlardan başka değil. Suyun alt yapısına ve barajlara aktarılmak isteniyor ve jeolojik olarak da bunlar suyu tutabilecek yerler değil. Yüksek barajlar yapılacak, yüksek maliyetler öngörülüyor ve jeoloji olarak aktif yerler yani deprem bölgesi. Aynı zamanda yağmur sorunu yaşayan yerler. Yapılan barajlarda su toplanmıyor. Bölgede 75'ten fazla arkeolojik saha var ve oraları almaya çalışıyorlar. Suyun siyasi iktisadında da bahsetmek gerek. 2000 kuyumuz vardı şuan 80 binden fazla kuyumuz var. Eş-dost ülkelere göre dağıtılıyor. Nehirlerin korunması ve temizlenmesi için çabalar var ama çok ufak çabalar. Suyun ekonomi politiğine bakılacak olursa, ekoloji-çevre meseleleri buradaki ekonomik modellerle doğrudan bağlantılı. 1990'lardan 2017'ye kadar hükümet altyapıya 17 milyar dolar yatırdı. Oysa bankalara ve oligarklara ödenen şirketlere 77 milyar dolar ayırdı. Zayıf bir alt yapı ortaya çıkardı."

Sinop Nükleer Karşıtı Platformu Dönem Sözcüsü Zeki Karakaş, nükleere karşı mücadelede yaşamını yitirenleri andı. Nükleerin yarattığı zararları hatırlatan Karakaş, yıllardır nükleere karşı mücadele ettiklerin ve nükleere asla izin vermeyeceklerini vurguladı.

'ROJAVA HEGEMONİK GÜÇLER TARAFINDAN BOĞULMAK İSTENİYOR'
Hasankeyfi Yaşatma Girişimi'nden Agit Özdemir de yaptığı sunumda, Ortadoğu başta olmak üzere sisteme karşı rahatsızlığın sokaklara yansıdığını dile getirdi. Sistemin efendileri olan hegemon güçlerin bu krize karşı bir alternatifleri olmadığı için şiddetle karşılık verdiklerini vurgulayan Özdemir, "Alternatif önermelerin olduğu Rojava'da hegemon güçlerin saldırısı altında, boğulmak isteniyor" dedi. Ilısu Barajı'nın yaratacağı sonuçları toplumsal ekoloji perspektifinden anlatacağını dile getiren Özdemir, Hasankeyf'in görüntülerinin yer aldığı sinevizyon gösterimi üzerinden mücadelelerini aktardı.

Suyun üzerinde kurulan tahakkümün askeri, politik, biyolojik etkilerini ortaya koymadan sonuca varılamayacağını kaydetti. Hasankeyf mücadelesinde 86 kurumun kendi uğraş alanından mücadele yürüttüğünü dile getiren Özdemir, Hasankeyf'in dokunulan tek höyük olduğunu belirtti. Özdemir, "Dicle Nehri Basra'ya akıyor. Bu bölgelerde ekonomi tarımla sağlanıyor. Güney Kürdistan ve Irak'ta tarım sulu şekilde gerçekleşmektedir" dedi.

'DEVLETİN HASANKEYF'E ÖZEL YÖNELİMİ VAR'
Suyun Rojava'ya karşı bir silah olarak kullanıldığının altını çizen Özdemir, "Bu ekolojik kriz genelde sermayeyle ilişkilendirilirken, Ilısu Barajı'nın iç ve dış politikada bir silah olarak, askeri amaçlı gerçekleştiğini açıkladık. Güvenlik amaçlı barajlar sadece Türkiye'de var. Hasankeyfi yaşatma mücadelesi arttıkça devletin saldırı dozajı artıştır" ifadesini kullandı. Hasankeyf mücadelesinde yer alan bir kişinin tutuklandığını ve sorguda "Hasankeyf sular altında kalmasın" sloganının talimatını kimden aldığının sorulduğunu dikkat çeken Özdemir, devletin özel bir yönelimi olduğunu da kaydetti.

Hasankeyf'in yok edilmesinin sadece insansızlaştırma ve göç ettirme politikasıyla raporlaştırılmasının yeterli olmayacağını vurgulayan Özdemir, "Hasankeyf için mücadelenin bittiğini hiç söylemedik. Bu hakikatin açığa çıkarılması için mücadelemiz devam edecek" vurgusu yaptı.

Forum yarın "Bu daha başlangıç, mücadeleye devam", "Ekoloji mücadelesini toplumsal ve sınıfsal boyutu" başlıklı iki oturumla devam edecek.