HDP'den Kanun Teklifi'ne şerh
HDP, kadına yönelik ve sağlıkta şiddeti düzenleyen "Türk Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi"ne muhalefet şerhi düştü.
HDP Adalet Komisyonu üyeleri tarafından hazırlanan 12 sayfalık şerhte, getirilen düzenleme ile takdiri indirim nedenlerinin sıralanması, tutuklamada katalog suç düzenlemesi, suçun kadına karşı işlenmesinin nitelikli hal kapsamına alınması, ısrarlı takibin suç olarak TCK'da düzenlenmesi, ısrarlı takibin "uzlaşma" kurumunun uygulanmayacağı suçlar kısmına eklenmesi ve şiddet mağduru kadınlar için avukat görevlendirilmesine ilişkin düzenlemeler yer aldığı vurgulandı.
Şerhte, İstanbul Sözleşmesi'nin yıldönümüne denk getirilen kanun teklifiyle iktidarın bir kez daha sorunlara yapıcı çözümler üretmek yerine göstermelik ve sembolizme indirgenen bir siyaset yapma tarzını esas aldığını gösterdiği vurgulandı.
'SİVİL TOPLUMDAN GÖRÜŞ ALINMADI'
Kanun teklifinde Türk Ceza Kanunu'nda 7 madde, Ceza Muhakemesi Kanunu'nda 4 madde, Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu'nda 2 maddede değişiklik öngörüldüğü belirtilen şerhte, "İktidarın kanunları 'yap boz tahtasına' çevirerek, etkisiz ve göstermelik girişimlerle kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırması mümkün değildir. Kanun teklifinin hazırlanma sürecinde kadına yönelik şiddetle mücadelede sahada etkin mücadele yürüten herhangi bir sivil toplum örgütünden, feministlerden, barolardan görüş alınmamış; çoğunlukçu, katılımcı demokrasi ilkesi gözetilmemiştir. Oysa ülkemizde çok köklü bir kadın hareketi, sivil toplum örgütleri, barolar ve aktarılacak deneyimler mevcuttur" ifadelerine yer verildi.
'ETKİLİ UYGULANMAYAN YASA'
Kadına yönelik şiddetle daha bütüncül bir politikanın önemine vurgu yapılan şerhte, "Yasalar, kadınların şikayetçi olmak için ilk başvurdukları kurumlardan mahkeme salonlarına kadar etkili biçimde uygulanmadığı sürece yeni yasa yapmak anlamsızdır. Kadınlar sistematik olarak şiddete uğrarken, şiddete karşı başvurdukları mekanizmalarda kendini tekrar eden bir cezasızlık politikası hüküm sürmektedir. Kadına yönelik erkek şiddeti önlenmek isteniyorsa öncelikle sorunun kaynağının erkek egemen sistem olduğunun görülmesi ve iktidarın erkek egemenliğini büyüten politik hattan vazgeçmesi gerekmektedir" diye kaydedildi.
Şerhte, teklifte bazı olumlu değişimler olduğu ancak en temelde kadına yönelik erkek şiddetinin toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle yaşandığının yok sayıldığı bir dil ile yazılmış ve medeni hal ayrımcılığına yol açabilecek ifadelere yer verildiği kaydedildi.
'ASIL KAÇINILAN DEVLET SORUMLULUĞU'
Getirilen düzenlemelerin Anayasa'ya aykırı bir şekilde çekilme kararı alınan İstanbul Sözleşmesi'nin devleti yükümlü kıldığı sorumluluklar olduğu hatırlatılan şerhte, "Zaten kanaatimizce asıl kaçınılan devlete ve tüm kurumlara yüklenen sorumluluktur. Son yıllarda kadınların haklarına yönelik saldırılar hem siyasi söylem hem de hukuk alanında daha güçlü hissedilmektedir. Kadın erkek eşitliği ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığına son verme iradesi yüksek sesle ve kararlı bir şekilde ifade edilmedikçe, her alandaki ayrımcılık cevabını sadece kadın örgütlerinden değil, tüm siyasetçiler ve siyasi, idari mekanizmalardan almadıkça yapılacak her kanun kifayetsiz kalmaya devam edecektir" diye kaydedildi.
'İNDİRİM OLDUĞU GİBİ KALDI'
Sorunun kaynağının net bir şekilde ortaya konulmadığına dikkat çekilen şerhin detaylarında şu ifadeler yer aldı: "Takdiri indirim düzenlemesi ile failden pişmanlığını gerekçelendirmesi ve erkek yargı kararını bu yolla meşrulaştırması istenmektedir. Erkek yargının en çok başvurduğu kanun maddesi olan haksız tahrik indirimi ise olduğu gibi kalmış, bu konuda partimizin ek önerge talebine rağmen bir değişiklik yapılmamıştır. Türk Ceza Kanunu'da eziyet, işkence, tehdit ve yaralama suçlarının kadına karşı işlenmesi halinde ceza artırımına gidilmiş olsa da bu cezaların bir caydırıcılığı bulunmamaktadır. Öte yandan 'toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklı kadına yönelik suçlar' olarak tariflenmediğinde bir kadının bir kadına karşı işlediği suç da bu artırım sebepleri arasında sayılabilecek ve geniş yorumlanacaktır.
'YARGININ CİNSİYETÇİ YAPISI'
Meşru müdafaa için faili öldürmek zorunda kalan kadınlara haksız tahrik indirimi, iyi hal indirimi uygulamak yerine kadınları katledenlere bulunan 'mazeretler', yargının nasıl cinsiyetçi işleyen bir yapısı olduğunu göstermektedir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun yakın dönemde aldığı ve kamuoyunun tepkisine yol açan iki karar bu duruma somut örnek teşkil etmektedir. Kurul, Aralık 2021'de kendisine sistematik tecavüz, şiddet ve şantaj uygulayan Nurettin Gider'i öldürdüğü için haksız tahrik ve iyi hal indirimi olmaksızın müebbet hapis cezası alan Nevin Yıldırım'ın cezasını onamıştır. Aynı Kurul, Mart 2022'de, 'evlenme teklifini reddettiği için' yanında götürdüğü bıçakla Hatice Kaçmaz'ı öldüren Orhan Munis'e ise 'aşırı sevgiden öldürdü', 'reddedilmeseydi öldürmezdi' gerekçesiyle ceza indirimi sağlamıştır. Yargı adeta 'reddeden' ve kendini koruyan kadınları cezalandırmaktadır.
'CEZALAR İNFAZ EDİLEMEZ HALA GELİYOR'
Öte yandan Ceza Kanunu'ndaki asıl sorun bazı suç tiplerine ilişkin ceza yaptırımlarının sadece düşük olması değil, infaz uygulamaları (infaz sistemine ilişkin düzenlemelerin ve ceza hukukunda indirime neden olan diğer düzenlemelerin) sonrasında cezaların neredeyse infaz edilmez hale gelmesidir. Bu nedenle cezaların caydırıcı etkisi ortadan kalkmakta; bu durum cinsiyetçi yargı pratikleriyle birleşince kadına yönelik şiddet cezasız kalmaktadır. Kamuoyunda, kadınlara karşı şiddet fiillerine ve faillerine ilişkin ciddi bir 'cezasızlık' algısı oluşmuştur. Sorunun çözümü, sadece belli suç tiplerinde ya da bunlara ilişkin yaptırımlarda değişiklik yapmak değil, söz konusu kurumların (ilgili infaz düzenlemeleri ve erteleme sonucu doğuran işleyişler) kadına yönelik şiddet olaylarında uygulanmasını engellemektir.
'SAĞLIKTA ŞİDDETE DAİR DÜZENLEME'
İktidarın son yirmi yıl içerisinde sağlık sisteminde adım adım yarattığı tahribatlar sistemi, çökmeye yüz tutmuş, krizli bir yapı haline getirdi. İktidarın uygulamaları ile birlikte yurttaşlar adeta 'paran kadar sağlık' diyebileceğimiz bir uygulama ile karşı karşıya geldi. İktidarın her fırsatta 'sağlıkta çağ atladık' diye övündüğü Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP) sağlık alanını sürekli kriz ürete bir alana dönüştürdü. SDP ile hastaların müşteri, hastaneler kar eden işletmeler olarak görüldüğü sisteme geçildi. Rekabetçi anlayış, sağlık çalışanları arasında iş barışını bozdu. Özcesi, SDP ile, koruyucu sağlık hizmetlerine önem vermeyen, sağlık kurumlarını işletmelere, sağlık hizmetlerini ticari bir faaliyete, hastaları müşteriye dönüştüren, hasta başvurusu açısından kışkırtılmış bir talep yaratan bir sağlık sistemi oluşturuldu.
'ŞİDDET SAĞLIKTA DÖNÜŞÜMÜN SONUCU'
İktidarın sadece hasta ve hasta yakınlarının şiddeti üzerinde TCK kapsamında cezaları arttırmaları yanında kendi uygulamaları ile çalışma mekanlarında yaşattığı her türlü şiddete de çare bulması gerekmektedir. Şiddet, neoliberal politikaların, uygulanan Sağlıkta Dönüşümün sonucudur. Dolayısıyla sağlıkta dönüşüme ilişkin somut adımlar atılmadığında, koruyucu sağlık hizmetleri güçlendirilmediğinde, kışkırtılmış sağlık talebini çekilmediğinde şiddeti önleme olanağı maalesef oluşmamaktadır. Tabi caydırıcı düzenlemelerin olması gerektiği açıktır ancak daha da önemlisi neoliberal sağlık politikalarının acilen değişmesi ihtiyacıdır.
'KURUL BAĞIMSIZ OLMALI'
Teklifte yer alan Mesleki Sorumluluk Kurulunun ise tamamen idarenin ve siyasi otoritenin seçtiği üyelerden oluşacaktır. Nasıl ki Adli Tıp Kurumu, Adalet Bakanlığına bağlı olduğu için verdiği her kararda soru işaretlerine neden oluyor. Dolayısıyla bağımsız kurulların olmaması kabul edilebilir değildir. Teklif ile kamuda çalışanlar yönünden rücu edilip edilmeyeceği ile bunun tutarının belirlenmesi de Kurul kararına bırakılmaktadır. Dolayısıyla kamuda çalışanlar yönünden, esasen idarenin yani kamu işvereninin kendisinin kusurunu da merkezi bir kurul eliyle belirleyecektir. Bu Kurulun yapısı, bağımsız ve tarafsızlık açısından yeterli güvence içermemektedir. Kurulun bileşiminde mutlaka meslek örgütleri, uzmanlık dernekleri, sendika temsilcileri ile hasta hakları dernekleri temsilcilerinin de bulunması sağlanmalıdır.
'MUHALİFLER SORUŞTURULACAK'
AKP'li olanları, yandaş olanları, iktidara yakın sendikalara üye olanların affedildiği, 'Soruşturulmasın' denildiği ama sonrasında muhalif olanın, farklı düşünenin, iktidara yakın olmayan sendikalara üye olanların, kısacası iktidara yakın olmayanın 'Soruşturulsun' denileceği bu uygulamanın hukukla, adaletle, akılla, vicdanla, insan haklarıyla ilişkilendirilmesi mümkün değildir. Sağlıkta şiddetin azalabilmesi için en başta sağlıkta dönüşüm programı ile daha da bozulan sağlık sistemi ve buna bağlı ağırlaşan çalışma koşulları düzeltilmelidir."