23 Eylül 2024 Pazartesi

Haydar Deniz yazdı | İttihatçı ve kemalist bir 'rüya': Milli burjuvazi sevdası

Kemalist diktatörlükten bir sovyetik kalkınma modellemesi çıkarmaya çalışmak ahmaklık olacaktır. En genel anlamıyla devlet eliyle yapılan yatırım ve fabrikaların ezilen Anadolu halklarına veya toplumsal kalkınmaya yönelik bir hamle olmadığı; asıl niyetin kapitalist entegrasyon sürecinde "çağın gerisinde kalan" ve bir sınıf olarak burjuvazinin bürokrasi ve banka sermayesi yoluyla desteklenerek önünün açılmasının hikayesi olarak özetlenebilir.

Avrupa'da hızla endüstrileşen sanayi; burjuvazi ve işçi sınıfını toplumsal mücadeleler tarihinin iki ayrı öznesi olarak ortaya çıkardı. Bu pozisyon, gelişen bilim ve teknikteki ilerlemelerle beraber Avrupa burjuvazisini her geçen gün servet birikimi ve bürokrasi yoluyla krallık ve yeni tipteki cumhuriyetlerin karar alıcı ve kural koyucuları haline dönüştürdü.

Osmanlı İmparatorluğunun zenginliğinin ve maliyesinin büyük kısmını oluşturan vergi tahsilat sistemleri, enflasyon ve "başarısız" savaşlar sonucunda çökme noktasına geldi. Gelişen dünya koşullarını yakalayamamak ve bir önceki yüzyıllara ait servet transferleri ve yağma üzerine kurulu sistemin tarihsel varlık koşulları ortadan kaldırılmıştı. Ulusal bağımsızlık hareketleri ve batının Osmanlı üzerindeki siyasi ve ekonomik baskıları sonucu yağma ve sömürgecilik gelirlerinin yok olmasıyla beraber; köhnemiş olan sistem yok olma noktasına gelmişti. İttihatçıların bir çoğunun anavatanı olan balkanların kaybedilmesi de bu infial duygusunu kabartan önemli gelişmelerden birisi olarak Sultan Abdülhamit'in 1908 yılı itibariyle tahttan indirilmesi ve yerine İttihat ve Terakki'nin iktidarı ele almasıyla siyasi bir mahiyet kazanmıştır.

İttihat ve Terakki kadroları açısından mesele baştan beri batının ilerleyişi karşısında ekonomik olarak geride kalışın nedenini; azınlıkların ticari sermayeyi elinde bulundurması ve zanaatçılar sınıfını oluşturmasından kaynaklandığı düşünülmektedir. Bu yönüyle milli burjuvazinin yaratılması ve Osmanlı bürokrasinin bu sınıf yaratılırken; imkan ve olanakların milli burjuvazinin hizmetine sunulması noktasında kaldıraç görevi üslenmesi planlanmıştır. Ermeniler ve Rumların sermaye transferi için hareket ve yaşam alanları iktidar tarafından soykırıma varana dek çeşitli yöntemlerle engellenmeye çalışılmıştır.

Yeni tipte yaratılacak olan burjuvazi Türk olmalı ve milli sermayenin oluşturmasında seçilen aileler sistematik şekilde desteklenmelidir. 1860'lı yıllardan itibaren Batılı ülkelerle ve onların finansman desteğiyle belli sanayi tesisleri ve tersaneler kurulmuş, fakat bu destekler borç ilişkisi ve devletin temel vergi gelirlerinin büyük bir kısmının kaybedilmesine neden olmuştur. Bu yönüyle, temel sanayi tesisleri ve banka sermayesinin büyük bir kısmı yine yabancı yatırımcılar ve tefeciler tarafından yönetilmektedir. İttihat ve terakki hareketinin iktidara geliş koşullarını hazırlayan ortamda savunulan tezler, mevcut durumun antitezi durumundadır.

Kapitalist entegrasyon süreci ve milli burjuvazinin yaratılması, ağır sanayinin oluşturulmasına bağlıdır. Temel altyapı problemleri, lojistik ve teşvikler noktasında sıkıntı yaşayan iktidar, bu "rüyanın" çok uzağındadır. ABD tipi bir modeli benimsemeye çalışan dönem kadroları, endüstriyel büyük tarım çiftlikleri kurarak buradan yaratılan artı değer ve finansmanla ağır sanayisini kendi milli burjuvazisine teslim etmek istemektedir. Bu kuvvetli inanç, İttihat ve Terakki kadrolarının temel motivasyon kaynağı ve yönelimidir.

Bu tarım çiftlikleri için endüstriyel iş makinelerinin edinilmesi ve büyük arazilerin tek elde toplanması gerekmektedir. Seçilen 3 temel bölge Adana, İzmir ve Aydın şehirleridir. Adana bölgesi Ermenilerinin soykırıma uğratılarak ve sürgün yoluyla o bölgenin "temizlenmesi" ve bu arazilerin Sultan Abdülhamit'e gasp ve soykırım yoluyla tahsis edilmesini sağlamıştır. Tahsis edilen arazilerin 300 bin dönüm kadar olduğu bilinmektedir.

Özetle, Abdülhamit dönemi ardından gelen İttihat Terakki'nin politikaları ekonomi alanında bu temel üzerine inşa edilmiştir. Belirli Türk ve Müslüman tüccarlar üzerinden geliştirilen strateji onlar açısından istenen düzeyde başarı sağlayamamıştır. Dönem koşulları, altyapı ve finansman desteğinin zayıflığının etkisi olduğu kadar; toplumsal gerçeklikten kaynaklı problemler de istenilen başarı düzeyini yakalayamamalarına sebep olmuştur. İttihat ve Terakki kadrolarıyla Mustafa Kemal ve ekibinin birbirinin devamı ve aynı siyasal kökten geldiğini unutmamak gerekir. Bu yönüyle kemalist diktatörlüğün bürokrat ve kadrolarının aynı hareket ve fikir dünyasının devamcısı olduğu söylenebilir. Kategorik olarak İttihat ve Terakki hareketinin milli burjuvaziden beklentileriyle, kemalist diktatörlüğün beklentilerinin benzeşen ve ayrışan yanları vardır.

İki ayrı dönemi birbirinden ayıran en temel farkü kemalist diktatörlüğün burjuva sınıfının çıkarları ve oluşturulması sürecinde banka sermayesi, vergi muafiyeti ve devlet tarafından oluşturulan çeşitli imtiyazlarla düzenlilik içerisinde hem yerli hem de yabancı sermayenin önünün açılmasını sağlamıştır. Türk burjuvazisi yaratma serüveni yapılan devlet teşvikleri ve benzer imkan ve olanakların, milli bir burjuva sınıfı yaratmak yerine; 1929 krizinin etkisiyle, sefalet simsarları ve savaş spekülatörleri, karaborsacılar sınıfı yarattığı anlaşılmaktadır. Bu ortaya çıkan asalaklar sınıfının, kemalist diktatörlüğün sanayi kuruluşlarını devlet eliyle kurup kar eder hale getirdikten sonra yine burjuvaziye peşkeş çekilmesi üzerine bir ekonomi programı geliştirmeye itmiştir.

Bu anlamda kemalist diktatörlükten bir sovyetik kalkınma modellemesi çıkarmaya çalışmak ahmaklık olacaktır. En genel anlamıyla devlet eliyle yapılan yatırım ve fabrikaların ezilen Anadolu halklarına veya toplumsal kalkınmaya yönelik bir hamle olmadığı; asıl niyetin kapitalist entegrasyon sürecinde "çağın gerisinde kalan" ve bir sınıf olarak burjuvazinin bürokrasi ve banka sermayesi yoluyla desteklenerek önünün açılmasının hikayesi olarak özetlenebilir. Devlete ait sanayi tesislerinden sağlanan karlılıkların genel toplumsal kalkınmaya faydasının olmamasının nedeni; devlet bankaları yoluyla sağlanan finansman modelinin yine bu oluşturulmaya çalışılan imtiyazlı burjuva sınıf için kullandırılan yatırım teşvikleri ve hibeler olduğu bilinmektedir. Burada kemalist devlet bir kolektif kapitalist girişimci rolüyle sermaye sınıfının gelişiminin itici ve kolaylaştırıcı aktörü misyonunu üstlenmiştir.

Yakın dönem tartışma gündemlerinden olan şeker fabrikalarının satılması veya düşük fiyatlarla "peşkeş" çekilmesi gündemini bu bağlamda ele alabiliriz. Abdülhamit ve ardından gelen İttihat Terakki döneminin temel meselesinin endüstriyel büyük tarım çiftlikleri yaratmak olduğunu söylemiştik. Bu politikanın tıkandığı temel nokta; Anadolu coğrafyasındaki köylülüğün geçimlik tarım yoluyla gıda ihtiyacını karşıladığı ve ücretli tarım işçileri bulma konusunda yeterli teknik donanım ve işçi sayısına ulaşamama nedenlerin başında geliyordu. Bu yönüyle küçük köylülüğün mülksüzleştirilmesi ve bu mülksüzleştirme sürecinin sonunda, tarım işçisi olarak bu bölgelere göç yoluyla sermaye birikiminin sağlanması öngörülmekteydi. Yetersiz olan altyapı, sulama teknolojisi ve artı değeri yüksek tarım ürünlerinin ihracat malları kategorisinde değerlendirilebilmesi, yeterli imkanlar ve konjoktürel sebepler nedeniyle mümkün olamadı.

Anadolu köylülüğü açısından şeker fabrikalarının kurulduğu bölgeler geçimlik tarım yaparak atadan kalma arazileri üzerinde eski ve yetersiz tarım aletleriyle üretim yapan yoksul köylülük gerçeğini karşımıza çıkarmaktadır. Kemalist cumhuriyetin artı değer ve uluslararası pazarda finans yaratabileceği temel tarım ürünü olarak elinde tütün ve şeker pancarı kalmıştı. Bor, Çorum, Kırşehir, Yozgat, Ilgın, Kastamonu Kütahya, Afyon gibi geçimlik tarımın en fazla olduğu bölgelerde şeker pancarı ekimi teşvik edilip; artı değer üretimi sağlamak ve yaratılan finansmanın banka sermayesi yoluyla tekrar burjuvaziye tahsisi üzerine bir planlama yapıldı.

Dolayısıyla, şeker fabrikalarının varlığı ve kuruluş hikayesi yine toplumsal kalkınma veya devletçi politikaların bir sonucu değil kemalist diktatörlüğün burjuva sınıfının çıkarlarına uygun şekilde bir hareket planı çerçevesinde gerçekleşmiştir. Amerika'nın tütün ve şeker pancarına koyduğu kota uygulamaları ve neoliberal tarım politikaları, bu fabrikaların uzun yıllar boyunca işlemez hale gelmesine vesile oldu.

Kemalist diktatörlük, kuruluş anından itibaren İttihat Terakki'den aldığı kanlı mirasın devamcısı olmuştur. Kemalist diktatörlüğün kuruluş anından itibaren uluslararası burjuvazi ve onların "milli" temsilcisi olan yerli burjuvaziyle tarihin hiçbir anında bir husumeti olmamıştır. Bu yönüyle kemalist diktatörlüğe tarihsel anlamda ilericilik ve halkçılık atfedenler, büyük bir yanılgı içerisindedir.