23 Eylül 2024 Pazartesi

Hak ihlalleri giderek derinleşiyor, ortak mücadele ise hayati

İnsan Hakları Haftası sürerken Türkiye'de hapishanelerde ve toplumsal muhalefete dönük hak ihlalleri, işkence ve şiddetin giderek tırmandırıldığına dikkat çeken İHD İstanbul Şubesi Başkanı Gülseren Yoleri, hak ihlallerine karşı birleşik ve yaygın bir mücadelenin hayati bir ihtiyaca dönüştüğünün altını çizdi.

10-17 Aralık Dünya İnsan Hakları Haftası'nda bu sene İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi de 75. yılını dolduruyor. Öte yandan dünyada ve Türkiye'de giderek derinleşen savaş ve çatışma ortamı, otoriterleşen rejimler, insan hakları ihlallerinin yaygınlaşmasına yol açıyor.

İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Başkanı Gülseren Yoleri, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ni imzalayan tüm devletlerin bahsi geçen insan haklarını sağlama konusunda bir taahhütte bulunduğuna dikkat çekiyor.

Öte yandan her İnsan Hakları Haftası'nda imzacı devletlerin bu taahhütü yerine getirmediğine dikkat çektiklerini belirten Yoleri, "Dünyada demokrasi ve insan haklarından bir uzaklaşmanın söz konusu olduğu, küresel çapta ciddi bir insan hakları krizinin ortaya çıktığının altını ısrarla çiziyoruz ve bu hafta boyunca hem bütün devletlere sorumluluklarını hatırlatıyoruz, hem de devletlerin bu taahhütlerini yerine getirmeleri için yaratılması gereken toplumsal mücadelenin yeniden örgütlenmesi için topluma çağrılarımızı gündeme getiriyoruz" dedi.

Dünyada savaşlara bağlı olarak ciddi bir yıkım, insani, ekolojik ve ekonomi krizler yaşandığına işaret eden Yoleri, savaş ve kriz ortamlarının tüm insanlığı, özellikle yoksul kesimleri tehdit ettiğinin altını çizdi. Savaş ve kriz ortamlarına bağlı ortaya çıkan büyük mülteci hareketliliğinin çok ağır sonuçları olduğunu ifade eden Yoleri, mülteci topluluklarının göçler sırasında çok büyük hak ihlallerine maruz kaldığını ve varlıklarının tehdit altına girdiğini belirtti.

'TÜRKİYE'DE DEVLET İNSAN HAKLARINDAN YANAYMIŞ GİBİ YAPIYOR'
Türkiye'de ise devletin zaman zaman "insan haklarından yanaymış gibi" tavır aldığını ancak örneğin, İstanbul Sözleşmesi'nin iptali, 6284 sayılı yasanın tartışmaya açılması, yeni anayasa tartışmaları gibi hamlelerle kadınları, LGBTİ+ları, mültecileri, çocukları risk altına attığını dile getiren Yoleri, bu ortamın ekonomik krizin yarattığı ağır yoksullukla birleştiğinde çocuklar gibi dezavantajlı grupları tehdit ettiğini vurguladı. "Bu tehdit, okulda, oyun alanlarında olması gereken çocukların iş yerlerinde, sokaklarda çalışmasına, istismar edilmelerine, alınıp satılmalarına, hatta organ mafyasının eline düşmelerine; pek çok şeye vesile oluyor ve buna rağmen yeterince önlem alınmadığını görüyoruz" diyen Yoleri, yeni bütçe çalışmalarında da çocukların, kadınların, işçi ve emekçilerin görmezden gelindiğini ifade etti.

'DEPREM CİNAYETLERİNDEN SÖZ EDER HALE GELDİK'
Konuşulması gereken en önemli noktalardan bir tanesinin 6 Şubat depremleri olduğuna işaret eden Yoleri, iş cinayetleri, kadın cinayetleri, tutsak cinayetleri derken artık deprem cinayetlerinden söz ettiklerini, depremde yaşanan ölümlerin önlem alınmaması, gerekli çalışmaların yapılmaması sebebiyle gerçekleştiğini vurguladı. Bu durumun tıpkı savaşlar gibi insan haklarını topyekun tehdit ettiğini dile getiren Yoleri, depremde yaşamını yitirenler, yaralananlar, yerinden edilenlerle ilgili yeterince verinin açıklanmadığına da dikkat çekti.

'İŞKENCE ÖNLENMEDİĞİ GİBİ YAYGINLAŞTIRILIYOR'
İnsan varlığını tehdit eden en önemli olgulardan bir tanesi, hem ulusal, hem uluslararası yasalarda mutlak bir yasak olarak tanımlanan işkence. Türkiye'de ise 2023 yılının ilk 11 ayında sadece Türkiye İnsan Hakları Vakfı'na (TİHV) tam 750 işkence başvurusu yapıldı. Gülseren Yoleri, işkencenin önlenmediği gibi yaygınlaştırıldığını söyledi. Sokakta, gözaltında, hapishanelerde ve pek çok farklı bağlamda işkencenin sürdürülmesinin en önemli sebeplerinden birinin cezasızlık politikası olduğunu kaydeden Yoleri, işkencenin örgütlenme ve ifade özgürlüğüne dönük saldırılarla doğrudan ilişkisine de işaret etti.

"Yaşam kadar kıymetli olan bir başka şey de insanın kendisini ifade edebilmesi, isteklerini dile getirebilmesidir. Ancak bunun da yoğun olarak engellendiği bir süreçteyiz" diyen Yoleri, 2023 yılının ilk 11 ayında 84 gazetecinin gözaltına alındığı, 19'unun tutuklandığı, 10 gazetecinin saldırıya uğradığını aktardı.

'ÖNÜMÜZDEKİ TABLO OLDUKÇA KARANLIK'
Cumartesi Anneleri'nin 7 ay boyunca gözaltına alındığına dikkat çeken Yoleri, bu hukuksuzluğun, Suruç Katliamının yıl dönümü anması gibi pek çok adalet arayışına dönük olarak devam ettiğini dile getirdi.

"Dolayısıyla 2023 yılında insan hakları vesilesiyle yaptığımız değerlendirmelerden çıkan tablo oldukça karanlık" diyen Yoleri, bu karanlık tabloyu nasıl aydınlığa çevirecekleri konusunun gündemlerinin ağırlığını oluşturduğunu söyledi. İnsan hakları mücadelesine olan ihtiyaca dikkat çeken Yoleri, bu ihtiyacın karşılanması için ortak sorunlar etrafında bir araya gelinmesi gerektiğinin altını çizdi. Yoleri, hem insan hakları alanında çalışan demokratik kitle örgütlerine, hem de sendikalar, siyasi partiler gibi toplumsal muhalefeti oluşturabilecek kurumlara bu hak mücadelesini genişletme ve ortaklaştırma yönündeki çağrılarını yineledi.

'TUTSAKLARIN 24 SAATİ HAK İHLALLERİYLE GEÇİYOR'
"Türkiye'de muhalefeti susturmanın, toplumu biata zorlamanın en önemli mekanlarından bir tanesi hapishaneler" diyen Yoleri, bunu gösteren en önemli verilerden bir tanesinin hapishane ve tutsak sayısının giderek artması olduğuna işaret etti. Hapishanelerin, sürekli daha ağır tecrit uygulamalarına imkan veren Yüksek Güvenlikli, S ve Y tipi gibi yeni tip hapishanelerle arttırıldığına işaret eden Yoleri, bu hapishanelerin mimarisinin dahi bu tecride olanak verecek şekilde düzenlendiğinin altını çizdi.

"Hapishanelerden gelen çeşitli mektuplar, mahpus yakınlarının ve avukatlarının aktarımları çok net bir şekilde hapishanelerde mahpuslar bakımından yaşamın 24 saatinin hak ihlalleriyle geçtiğini gösteriyor" ifadelerini kullanan Yoleri, 2022 yılında 395 tutsağın gönderdiği mektuplar aracılığıyla tam 6 bin 805 hak ihlali tespit ettiklerini aktardı. "Aradaki makasın genişliği gerçekten dehşet verici" diyen Yoleri, uzun süredir hapishaneler üzerine çalışan insanlar olarak kendilerinin bile bu veriler karşısında şaşırdıklarını ifade etti.

2 BİN 421 İŞKENCE BAŞVURUSU
2022 yılında sadece Marmara bölgesi hapishanelerinde, tespit edilen 2 bin 421 işkence uygulaması söz konusu. İşkence ve kötü muamele, pek çok durumda birden fazla biçimde, fiziksel işkenceden psikolojik işkence, hakaret ve tehdide, çıplak arama, sürgün sevk, haklarından yoksun bırakmaya kadar birçok yöntemin bir arada uygulanmasıyla gerçekleşiyor.

'SAĞLIK HAKKI ÇOK GENİŞ BİR KAPSAMDA İHLAL EDİLİYOR'
Hapishanelerdeki hak ihlalleri bakımından öne çıkan bir diğer başlık ise sağlık hakkı ihlali. 2022 yılında Marmara bölge hapishanelerinden bin 273 sağlık hakkı ihlali başvurusu aldıklarını aktaran Yoleri, hak ihlallerinin hastalığın teşhisinden tedavi aşamasına kadar çok geniş bir zemine yayıldığını, hastaneye götürülme sıklık ve koşullarının, gerekli tetkik ve tedavilerin yapılıp yapılmamasının, ilaç ve özel beslenme ihtiyaçlarını, hijyenik ortamın sağlanmamasını, tutsakların sağlıkları hakkında bilgilendirilip bilgilendirilmemelerini de kapsadığını anlattı. Yoleri tutsakların gıdaya, hijyene, temiz suya erişememeleri nedeniyle 2022 yılında tam 724 başvuruda bulunduğunu dile getirdi.

Hapishanelerde kadınlar, çocuklar, yaşlılar, engelliler, mülteciler gibi özel ihtiyaçlı grupların varlığına işaret eden Yoleri, "Bu özel ihtiyaçların karşılanmaması hem kötü muamele sonucunu doğuruyor, hem de eşitlik adı altında insanların özel ihtiyaçlarının karşılanmamasıyla hak ihlalleri derinleştiriliyor" ifadelerini kullandı ve pek çok tutsağın özel gereksinimlerinin göz ardı edildiğini belirtti.

'İLETİŞİM HAKKI İHLALLERİYLE TECRİT GÖZLE GÖRÜNÜR HALE GELDİ'
Bir başka önemli ihlal başlığı da iletişim hakkına dönük kısıtlamalar olurken, bu hak tutsakların birbirleriyle, aile ve yakınlarıyla görüşmelerini, telefon görüşü, gazete, dergi, mektup, kitap ve televizyona erişimlerini, hapishanelerde yer alan sosyal alan ve aktivitelerden yararlanıp yararlanmamalarını içeriyor. Tutsakların sosyalleşmesi ve toplumla bağının kopmaması açısından bu hakkın önemine vurgu yapan Yoleri, 2000 yılından beri iletişim hakkına dönük kısıtlamaların artmasıyla, giderek ağırlaşan tecridin de gözler önüne serildiğini kaydetti. Yoleri "Mahpusların iletişim haklarının, yani dışarıyla bağlarını ya da kendi dışındaki insanlarla bağlarını ifade eden her türlü iletişimlerinin kısıtlandığını, dolayısıyla bu sayıdaki artışın o ağır tecrit uygulaması dediğimiz şeyin de bir göstergesi haline geldiğini görüyoruz" ifadelerini kullandı.

'İMRALI'DA KİŞİYE ÖZEL BİR İNFAZ HUKUKU YARATILDI'
Tecridin en ağır ve hukuk dışı haliyle İmralı Hapishanesi'nde uygulandığına işaret eden Yoleri, uzun yıllardır süren bu tecridin Abdullah Öcalan ve oradaki diğer tutsakların aileleri, avukatları ve hak savunucuları tarafından defalarca dile getirildiği halde çözüm üretilmediğini kaydetti. "Kişiye özel bir infaz hukuku yaratıldığını biliyoruz. Bunun ayrımcılık yasağından söz eden Anayasa başta olmak üzere mevzuata tamamen aykırı olduğunu biliyoruz" diyen Yoleri, son olarak tecridin kaldırılması talebiyle bir açlık grevine başlandığına dikkat çekti.

'AÇLIK GREVLERİNE İLİŞKİN EN ÖNEMLİ SORUMLULUK DEVLETTE'
Hapishanelerde hak gasplarına karşı çeşitli taleplerle geçmişten bugüne pek çok açlık grevi yapıldı. 2022 yılında tedavi, adil yargılanma gibi hakların talebiyle 33 farklı hapishanede açlık grevi eylemi yapıldığını aktaran Yoleri, "Bu açlık grevi eylemlerinin mahpusların sorunlarının çözümü noktasında adım atılmaması üzerine gerçekleştirildiğini görüyoruz. Tutsakların en önemli şikayetlerinden birinin muhatapsızlık ve aslında basit önlemlerle çözülebilecek meselelerin çözümsüzlüğe sürüklenmesi olduğunun altını çizdik. Tam da bu nedenlerle yine bir açlık grevi sürecindeyiz" dedi.

Açlık grevlerinin hem tutsakların kendi taleplerini dile getirmek, hem de toplumda bir duyarlılık geliştirmek amacını içerdiğini belirten Yoleri, Türkiye hapishanelerinde geçmişte yaşanan açlık grevleri süreçlerinde tutsakların ne kadar zarar gördüğünü hatırlattı. Açlık grevlerinin önlenmesi konusunda en büyük sorumluluğun devlete düştüğünün altını çizen Yoleri, "En önemli sorumluluk devlette. Tecrit işkencesinin önlenmesi konusunda da böyle, diğer hak ihlallerinin önlenmesi konusunda da böyle, mahpusların sağlık ve yaşam haklarının korunması bakımından da bu böyle. Biz yine bu hafta boyunca yoğun olarak bu talebimizi, bu değerlendirmelerimizi kamuoyuyla paylaşacağız ve duyması gereken herkese duyurmaya çalışacağız" dedi.

'TUTSAKLAR MUHATAP BULAMIYOR'
Hapishanelerdeki en önemli sorunlardan bir tanesi de eşitlik ilkesine aykırılıklar. 2022 yılında adil yargılanma ve eşitlik haklarının ihlaline ilişkin İHD İstanbul Şubesi'ne 541 başvuru yapıldı. İnfaz mevzuatının adli ve politik tutsaklara dair ayrı düzenlemeler içerdiğini belirten Yoleri, yaşanan eşitsizliğin infaz düzenlemesiyle sınırlı kalmadığının altını çizdi. 2021 yılında yürürlüğe giren İdare ve Gözlem Kurulları'nın eşitsizliği derinleştiren değerlendirmelerine dikkat çeken Yoleri, insanların okuduğu kitaplar, gönderdiği mektuplar gibi keyfi gerekçelerle infazlarının yakıldığını aktardı.

Adalete erişimin engellenmesi noktasında ise yapılan başvuruların sayısı 124. "Dört duvar arasındaki insanların en önemli savunma araçlarından bir tanesi, kendilerine uygulanan hukuksuzluklara karşı, ya da isteklerini ulaştırabilecekleri bir mekanizma olması" diyen Yoleri, tutsakların dilekçelerinin işleme konulmadığını, lehlerine verilen kararların kendilerine bildirilmediğini ve uygulanmadığını söyledi.

Tutsakların hapishanelerde muhatap bulamadıklarını ve hapishane idaresi ya da savcılık gibi yetkililerle görüşme taleplerinin de kabul edilmediğini aktaran Yoleri, "Herhangi bir yetkilinin karşılarına çıkıp bir duruma dair izah ya da çözüm konusunda bir adım atılmaması; dolayısıyla yok sayılmaları, pek çok mahpus üzerinde oldukça olumsuz bir etki yaratmakta. Bu durumun da çözümü noktasında adım atılması talebimiz var" dedi.

'EKONOMİK KRİZİN HAPİSHANELERE AĞIR BİR YANSIMASI OLDU'
Hapishanelerde aydınlatma haricinde her türlü elektrik ve ayrıca su kullanımı tutsaklara fatura ediliyor. Hapishanelerdeki yemeklerin azlığı sebebiyle kantin bir alternatif oluştursa da, pek çok hapishanede kantinlerdeki fahiş fiyatlar nedeniyle tutsaklar buradan da alışveriş yapamıyor. Dışarıdaki ekonomik krizin hapishanelere ağır bir yansıması olduğunu ifade eden Yoleri, yoksulluk nedeniyle tutsakların hem aileleriyle görüşme imkanlarının ortadan kalktığını hem de temel ihtiyaçlarına erişim sağlayamadıklarını vurguladı.

'TUTSAKLAR ÇALIŞMAYA ZORLANIYOR, ELDE EDİLEN KARIN AKIBETİ BELİRSİZ'
Bu ağır yoksulluğun adli tutsakların çalışmaya zorlanmasıyla birleştiğini ve hapishanelerin, özellikle açık hapishanelerin birer işletme gibi düşünüldüğünü dile getiren Yoleri, bu durumun da hak ihlallerinin önemli bir sebebine dönüştüğünü belirtti.

"Tutsaklar tarafından yapılan pek çok başvuruda bu yoksullaşmaya bağlı olarak daha fazla çalışmaya zorlandıklarını, çalışmayanların cezalandırıldıklarını, çalışmamaları durumunda bu temel haklara ve ihtiyaçlara erişemedikleri için zaten kendilerini buna mecbur hissettiklerini görüyoruz. Kamuoyuna çok yansıtılmamakla birlikte iş yurtları bir işletme esasına göre oluşturulmuş durumda ve pek çok ünlü markanın fason işlerini hapishanelerde mahpuslara ucuz bir biçimde yaptırdıklarını görüyoruz. Buradan elde edilen gelirin tam olarak nerede kullanıldığı konusunda pek çok soru var. Bu çok net olarak açıklanmıyor" diyen Yoleri, tutsakların aldıkları "en iyi" ücretin ise asgari ücretin neredeyse dörtte birine tekabül ettiğinin altını çizdi.

Son açıklanan verilere göre 60 binin üzerinde tutsak bu şekilde, kayıtlı olarak çalışıyor. Çok sayıda tutsağın da kayıt dışı çalıştığına işaret eden Yoleri, "Hapishanelerde yaşam hakkından emek sömürüsüne kadar geniş bir yelpazede sorunların yaşandığını görüyoruz" ifadelerini kullandı.

'ÇOK SAYIDA TUTSAĞIN YAŞAM HAKKI İHLAL EDİLDİ'
Hapishanelerde 2022 yılında tespit edilebilen 70 tutsağın yaşamını yitirdiğini ve 140 yaşam hakkı ihlali veya buna yönelik davranış olduğunu kaydeden Yoleri, yaşamını yitiren tutsaklar dışında kalan ihlallerin intihara zorlanma, kişinin yaşamını tehdit eden saldırı biçimlerinde gerçekleştiğini belirtti. Marmara Hapishanesi'nde adli tutsaklara yönelik toplu intihara zorlama ve Kandıra Hapishanesi'nde işkence sonucu intihara sürüklenen Garibe Gezer örneklerini hatırlatan Yoleri, hapishanelerin yaşam hakkı ihlali bakımından en önemli alanlardan bir tanesi olduğunun altını çizdi.

'HAPİSHANELER BİATA ZORLAMANIN GÖSTERGESİ OLDU'
2023 Haziran ayı verilerine göre hapishanelerde 350 bine yakın tutsak yer alırken Temmuz ayında sessiz sedasız, toplumun gözünden kaçırılarak yapılan bir değişiklikle 84 bin adli tutsak serbest bırakıldı. Dolayısıyla ekim ayı itibariyle hapishanelerdeki tutsak sayısı kapasitenin altına düşmüş oldu. Gülseren Yoleri, buna rağmen tutsak sayısının hızla yükseldiğine dikkat çekiyor.

"Türkiye'de gerek yargı pratiği, gerek idarenin pratiği, gerek hapishanelerde gördüğümüz pratik; genel olarak toplumun baskı yoluyla susturulması, ve tutuklamanın en önemli baskı araçlarından biri olduğu gerçeği. Yapılan yasal düzenlemeyle azalan sayı hızlı bir şekilde yükselişe geçmiş durumda. Hapishaneler Türkiye'de ve bütün dünyada, toplumun susturulmaya çalışıldığı, toplumun biata zorlandığı, bu bakımdan bir gösterge olarak kullanılan yerler. Hapishanelerde artan hak ihlalleri ve bunların kamuoyunda tartışılma biçimlerini düşündüğümüzde, tutuklu olmayanların da sırf hapishaneye girmekten ve bu kötü koşullara maruz kalmaktan çekindiği için kendi kabuğuna çekilmek durumunda kaldığını görüyoruz" diyen Yoleri tutsaklarla ayrım yapmaksızın dayanışmanın, yaşanılan haksızlıklara ilişkin seslerini dışarıya duyurabilmenin, tutsak aileleriyle dayanışmanın temel bir ihtiyaca dönüştüğünü ifade etti.

'YILLARA YAYILAN GENEL YASAK KARARLARI VAR'
İktidarın baskı ve şiddeti, hem hapishanelerde hem de sokakta katlanarak devam ediyor. Hapishanelerde tutsaklar çeşitli hak ihlalleri ve işkenceyle cendere altına alınmak istenirken, faşist zihniyetin tahakkümcü uygulamaları sokakta hak mücadelelerine dönük saldırılarla da kendini gösteriyor. Toplantı ve gösteri özgürlüğüne yönelik çok ciddi yasaklar olduğuna işaret eden Gülseren Yoleri İstanbul'da Taksim Meydanı gibi sembolik alanlarda ya da Van gibi bölge illerinde yıllara yayılan genel yasak emirlerine dikkat çekiyor. Bu yasak kararlarının hem hukuka aykırı olduğunu, hem de toplantı ve gösteri hakkını kullanılamaz hale getirdiğini dile getiren Yoleri, iktidarın bu yasaklarla kendi Anayasasını da tanımadığının altını çiziyor.

'ŞİDDET PEK ÇOK BİÇİMDE KENDİNİ GÖSTERİYOR'
"Toplantı ve gösteri hakkının, hatta basın özgürlüğünün, ifade özgürlüğünün, aklınıza gelebilecek pek çok hakkın kullanımı sırasında da şiddet uygulanıyor ve bu devlet kaynaklı şiddetle bu hakkın kullanılmasının önüne geçiliyor" diyen Yoleri, bu şiddetin hem fiziksel şiddet, hem hukuksuz gözaltı, hem sistematik işkence biçiminde karşımıza çıktığını ifade etti.

Şiddetin sadece fiziksel olmadığını belirten Yoleri, "Örneğin yargı baskısı. Örneğin mahalle baskısı diyebileceğimiz; kişinin itibarsızlaştırılması, yaşadığı hayattan izole edilmeye çalışılması, ailesinin ya da toplumun saldırılarına açık hale getirilmesi, tehdit edilmesi biçimlerinde de olabilir" ifadelerini kullandı. Her tür muhalif hareketin ve özellikle özgür basın emekçilerinin pek çok biçimde bu saldırılara maruz bırakıldığını söyleyen Yoleri, toplumda işkencenin yaygınlaştırıldığını belirtti.

'TÜRKİYE'DE ŞİDDET YAPISAL BİR SORUN'
"Şiddetin neden arttığı sorusu önemli. Şiddetin Türkiye'de her şeyden önce yapısal bir sorun olduğunun altını çizmeye ihtiyacımız var. Türkiye Cumhuriyeti devletinin tarihine kısaca baksanız bile sürekli bir takım şiddet olaylarını görüyoruz. Her türlü farklı düşüncenin, kimliğin, her türlü hakikat, adalet mücadelesinin hep baskıyla, şiddetle bastırıldığı örneklerle karşı karşıyayız. Dolayısıyla yapısal bir şiddetten söz ediyoruz ve bu yapısal şiddete toplumda yaratılan nefret ya da karşıtlık duygularıyla toplumun kamplaştırılarak nefret saldırılarının, söylemlerinin eklendiğini görüyoruz. Şiddetin yapısal olarak devletten çıkıp topluma sirayet ettiği, toplumun bir davranışı haline getirildiği bir süreçten söz ediyoruz" diyen Yoleri, bugün şiddetin en basit kişisel, sosyal ilişkilerin içine geçtiğini ve basit anlaşmazlıkların dahi cinayetlerle sonuçlandığını vurguladı.

Bireysel silahlanma ve şiddet davranışının giderek arttırıldığını belirten Yoleri, hukukun adaleti sağlamayacağına dair inancın pekişmesiyle herkesin bir anlamda "kendi adaletini sağlamaya yöneldiğini" kaydetti. Yukarıdan aşağı giderek yaygınlaşan bu şiddette devletin rolünün önemine dikkat çeken Yoleri, devleti temsil edenlerin çözüm olarak şiddeti önermesiyle topluma da bu durumun yansıdığını belirtti.

'KUTUPLAŞTIRMA SİYASETİ TEHLİKELİ BİR ROL OYNUYOR'
Türkiye'nin sınır ötesi politikalarına dikkat çeken Yoleri, burada da öldürmelere, cinayetlere alıştırıldıklarının altını çizdi. Bu durumda kutuplaştırma siyasetinin rolüne işaret eden Yoleri, toplumun sürekli karşıt gruplar haline getirilerek, kendisinin dışında birinin ölümü, işkence ve şiddete maruz kalmasını haklı gören tehlikeli bir anlayışla karşı karşıya olduklarını ifade etti. İnsan haklarını tehdit eden en önemli nedenlerden bir tanesinin savaşlar, çatışmalar ve şiddet olduğunu belirten Yoleri, şiddete, savaş ve çatışmalara karşı her türlü demokratik, insan hakları ve barıştan yana çözüm için çağrılarını sürdüreceklerini vurguladı.