29 Eylül 2024 Pazar

Hacer Yeşil yazdı | Faşizmin hegemonyası dikiş tutmuyor

Gülşen'in sahne kıyafetleri nedeniyle lince tutulması ardından örgütlenen politik islamcı güruhlara rağmen geri adım atmaması, üstüne üstlük LGBTİ+'ları düşmanlaştıranlara karşı çeşitli tarihlerde yaptığı konserlerde gökkuşağı bayrağıyla sahneye çıkması... Bu ve benzeri örnekler faşizmin kurmak istediği "hegemonya"yı bozan pratikler. İçinden geçilen süreç bu ve benzeri birçok örneği karşımıza çıkaracaktır.

Erdoğan'ın propaganda şefi Fahrettin Altun, Twitter'dan "Siyasi hegemonyanız bitti, kültürel hegemonyanız da bitecek..." paylaşımı yaptığında tarih 5 Temmuz 2018'di. Faşizmin, 2014'ten itibaren başlayan "çöktürme stratejisi"yle tankları ve toplarıyla Kürdistan şehirlerini yerle bir etmeye ant içtiği, devrimci ve sosyalistleri tutuklama saldırısıyla özgürlüğünden ettiği, sosyal medya paylaşımları nedeniyle çocukları gece yarısı operasyonlarıyla gözaltına alarak AKP-MHP iktidarına kim karşıysa "ayar" verdiği bir dönemde Altun bu sözleri kullandı.

Kendince bir "zafer" ilanıydı. Faşist şeflik rejiminin öncelikli tehdit olarak gördüğü Kürt hareketini, devrimci ve sosyalistleri fiziki olarak zapturapt altına almada bir yol katetmişlerdi. Onlarca devrimci hapishanelerde tutsak edilmiş ya da verilen hapis cezalarıyla sokak siyasetinden uzaklaştırılmıştı. Saray medyasının ve yandaşlarının argümanları, korku, yıldırma, sindirme üzerine şekillenmişti. Bu yöntemle aynı zamanda kendi kitlesini etrafında tutma, karşılarında olanları ise düşmanlaştırma amacındaydılar. Ancak bu isteklerini gerçekleştirmeleri o kadar kolay değildi. Altun paylaşımıyla bu gerçeği deşifre ediyordu. "Kültürel hegemonyanız da bitecek..." Yani savaş yeni bir evreye geçecekti.

Okullar, camiler, kışlalar, televizyonlar, basılı veya sanal binlerce aracı elinde tutan saray rejimi, Türkçülükle sosladığı politik islamcı ideolojiyi rızayla olmadıysa, zorla topluma kabul ettirme savaşına ağırlık vermeye başladı. Kreşlerde Kuran kursları açılması, Cuma hutbelerinin kadınlara, LGBTİ+'lara, ezilen halklara ve inançlara nefret söylemiyle donatılması, RTÜK eliyle dizilerin kontrol altına alınması, sosyal medya mecralarının resmi atama yapmadığı durumda önce reklamlarının kesileceği tehdidiyle kontrol altına alınması vb. daha nice yöntem devreye sokuldu.

Yetmedi tabii ki... Üniversitelerde şenliklerin yasaklanmasını birçok kentteki festival yasakları takip etti. Sanatçıların sahne kıyafetlerinden fotoğraflarına, devlet işletmelerinde çalışanların içki paylaşımları sonrasında işten atılmalarına kadar bir dizi yaptırım adım adım yaygınlaştırıldı.

Bir yandan ekonomik krizin etkileri, zam üstüne zam haberleri, işsizlik ve işten atmalar, gençlerin gelecek umudunun kalmaması, kadınlara yönelik artan şiddet, bir yandan dış politikada işgal ve savaş gündemleri, derin devletin türlü türlü çetelerinin iç çatışmaları ve bunun bir yansıması olarak bütün çürümüş ve yozlaşmış sistemin deşifre edilmesi... Her yerde biriken öfke...

Rejim, bu öfkenin farkında... Nerede ve ne şekilde patlayacağı ise belirsiz. Kalabalıklar öyle korkutuyor ki konser veya festival yasaklarında olduğu gibi yüzlerin, binlerin bir araya gelişlerinden ciddi ürküntü duyuyorlar. Konserlere veya festivallere ilişkin, 'oradaki görüntüler bizim yapımıza aykırı' sözleri rahatsızlığın bir boyutunu oluştururken, bir başka ve önemli boyutunun ise birbiriyle organik teması olmayan on binlerin yan yana gelişi, bireysel tepkilerin toplumsallaşmasından duyulan korkudur. Çünkü ne kadar çabalasalar da aradaki uçurum çok büyük, o istedikleri hegemonyayı kuramayacaklarının farkındalar.

Sarayı korumak için örülen korku duvarları aşılıyor. Polis ablukasında direnenlerle aşılıyor... Ağaçları kesilen köylülerin iş makinalarının önüne kurduğu barikatlarla aşılıyor. Kürsüleri ellerinden alınan akademisyenlerin tuttukları nöbetlerle aşılıyor. Özcesi faşizm, direnişin hegemonyasını hala aşamıyor.

Konya'da bir genç çıkıyor, Gençlik ve Spor Bakanlığı'nın hem de İslami Dayanışma Oyunları kapsamında düzenlediği bir etkinlikte korkusuzca sahneye çıkıyor, "Konya uyan artık, Ak Parti'ye oy verme" diye haykırabiliyor.

Veya Gülşen örneği. Gülşen'in sahne kıyafetleri nedeniyle önce lince tutulması ardından örgütlenen politik islamcı güruhlara rağmen geri adım atmaması, üstüne üstlük LGBTİ+'ları düşmanlaştıranlara karşı çeşitli tarihlerde yaptığı konserlerde gökkuşağı bayrağıyla sahneye çıkması...

Bu ve benzeri örnekler faşizmin kurmak istediği "hegemonya"yı bozan pratikler. İçinden geçilen süreç bu ve benzeri birçok örneği karşımıza çıkaracaktır.

Politizasyon hali git gide yükseliyor. Sokakta, pazarda, markette, evde veya toplu taşıma araçlarında yapılan sohbetlerin konusunun tümü bu politizasyonu yansıtıyor. Göçmen karşıtlığından kadınlara yönelik şiddete veya zamlara... İktidara öfke büyük ama aynı zamanda ezilenler cephesinde bu politizasyonun doğrudan pozitif bir sonucu olduğunu söylemek de pek mümkün değil. Kutuplaşma, ötekileştirme, düşmanlaşma hali göçmen ve mülteciler üzerinden çokça yansıdığı gibi aynı zamanda devletin kurmak istediği Türkçü ve politik islamcı erkek egemen sistemin de bir parçası şeklinde ilerliyor.

İktidara karşı bir öfke var ama ona bilinçli ve yöntemli bir şekilde yönetilmeyen her öfke kendi içine dönüyor. Egemen düşünce sisteminin öğrettiği kodlarla, en zayıf gördüğü kesime yönelen bir tepki halinde büyüyor. Gülşen'in tutuklanması örneğinde olduğu gibi. Gülşen, kıyafetiyle ve gökkuşağı bayrağını taşıyarak kadınların ve LGBTİ+'ların taleplerini haykırırken, faşizmin yönetme argümanlarından olan laik-şeriatçı suni çelişkisine de su taşıyor.

Artan zamlara karşı tepkisini dile getiren bir emekçi, çeşitli nedenlerle bu topraklara gelen göçmen ve mültecilerin bu zamlara neden olduğunu düşünüyor. Göçmen karşıtlığı, halkların birbirine saldırmasına kadar varıyor. Çeşitli köylü direnişlerinde devletin doğayı talan etmesine tepki gösterilirken en radikal duruşlar sergilenirken, "Devlet gitsin doğudaki çorak dağlardan çıkarsın madeni" diyebiliyor.

Süleyman Soylu'nun son günlerde sıklıkla LGBTİ+'lara yönelik saldırı cümleleri sarfetmesini nefret söylemiyle tanımlayabiliriz ama aynı zamanda toplumu nefret duygusu üzerinden taraflaştırdığı ve AKP karşıtlığında bir araya gelen toplamı da bölmeye hizmet ettiği bir gerçek.

Tablonun bütününe bakıldığında saray rejiminin hegemonyasını kıran birçok örnek aynı zamanda kendi içinde bir handikap da taşıyor. AKP-MHP veya Erdoğan karşıtlığına oturan öfke nereye evrilecek ve nasıl şekil alacak?

Saray rejimi kendi hegemonyasını kurmak için varlık yokluk savaşı yürütüyor. Bu hegemonya mücadelesini kazanmak, karşı hegemonya kurmayla mümkün. Sosyal medya üzerinden sürdürülen ve esası burjuva popülizmin sonucu olarak gündeme oturan hedefsiz ve amaçsız tepki ve öfkeler bu hegemonyayı kuramaz. Bu hegemonya savaşı "iyilik-kötülük" ikilemiyle açıklanamaz. İyiliği de kötülüğü de belirleyen şey yaşam içindeki duruştur. Bireysel özgürlüğün kazanılması veya kesimsel çıkarların güdülmesiyle iktidarın hegemonyası yenilemez.

Sadece "AKP'ye oy vermeyin" demek yetmeyecek, bu topraklarda yaşayan ezilenlerin taleplerini ortaklaştırmayı başarabilecek bir seçenek de ortaya koymak gerekecektir. Sadece "Gülşen serbest bırakılsın" diyerek erkek egemenliğinin hegemonyası kırılamaz, aynı zamanda 80 yaşındaki Makbule Özer'in sağlık sorunlarını Kürtçe anlattığı ve tercüman bulundurulmadığı için işlem yapılmayarak tekrar hapishaneye konulmasına veya iki aylık bebeğiyle tutuklanan Rojavalı Reyhan Abdi'nin tutuklanmasına aynı güçlü tepki gösterilirse çözüme giden yola girilmiş olur.