Gül Ege yazdı | Sana çay seremonisi yaptırmayacağız
Erdoğan ve saray rejimi, sokaktan söküp atamadığı özgür bir yaşam için isyan eden, hakları ve hayatları için direnen kadın hareketini bastırmanın tek yolunu yepyeni bir kadın kuşağı yaratmakta buluyor. Coğrafyamızda bugün genç kadınların ve kadınların ihtiyacı asla kadın üniversiteleri değildir! Bugün en hayati ihtiyaç; AKP'nin yargıda, eğitim ve sağlıkta, üretimde, ev içinde, sokakta; siyasi ve toplumsal yaşamın her alanında bizzat bir devlet politikası olarak yürüttüğü egemen erkekliğin üretilmesi, kurumsallaşması, sürdürülmesi zemininin ortadan kaldırılmasıdır. Bu da ancak cinsel özgürlüğümüzün kazanılması ve faşizmin yıkılması mücadelesine, birleşik ve daha militan bir kadın örgütlülüğünü seferber etmekle mümkündür!
Tüm toplumu ilgilendiren ancak özellikle maalesef yine kadınları ve genç kadınları doğrudan ilgilendiren kadın üniversitesinin açılması kararı geçtiğimiz günlerde resmi gazetede yayımlandı. 25 Kasım'a giderken coğrafyamızda liseli-üniversiteli genç kadınlar ve bilumum kadın hareketi sanki meydanlarda- sokaklarda haykıracak talep sıkıntısı yaşıyormuş gibi... Öyle ki, erkek egemenliğiyle cenginde kadınlara yeni bir mücadele gündemi reva görülmüş saray şefince; 'Müjde! Kadın üniversitesi açıyoruz!'
KADIN ÜNİVERSİTESİ NEYİN NESİ?
Faşist şef Erdoğan 2019 yılında, G20 liderler zirvesi için gittiği Japonya'da Mukogawa Kadın Üniversitesi'ni eşiyle birlikte ziyaret etti. Erkek rektörle yaptığı çay seremonili görüşme esnasında Türkiye'de de kadın üniversitesi açma fikrini ilk kez dillendirdi (siz talimat diye okuyun). İlk adım olarak, "Kadın üniversitesi ve Eğitim Vakfı" adıyla, ayrılmış bütçesiyle birlikte Bahçeşehir Üniversitesi sermayedarları ve akademisyenlerinden oluşan çekirdek bir kadro da oluşturuldu. Vakfın merkezi olarak Hatay seçildi. Vakıf olarak kurumsallaşmaya eş zamanlı yapılan "araştırma-inceleme" çalışmaları, zaten on yıldır Bahçeşehir Üniversitesinin yürütmüş olduğu ilişki vasıtasıyla kendilerine oldukça karlı gözükmüş olacak ki, hızla üniversiteleşme kararına vardılar. Son olarak konu geçtiğimiz günlerde, 2021 yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı kapsamına alınarak kadın üniversitesinin açılma tarihi önümüzdeki yıl olarak somutlanmış oldu.
Ondokuzuncu yüzyıla dek Japonya'da kadın cinsin toplumsal konumu evsel kölelikle maluldü. Ataerkil düzende kadınlar derin cinsel sömürüye maruz kalıyor, yaşamları gerçek anlamda yatak odası, mutfak ve çocuk bakımından oluşuyordu. Dolayısıyla bırakın yükseköğrenim görmeyi, ortaöğrenim hakları da büyük ölçüde kısıtlanmıştı. 1900'lü yılların başında "Japonya'yı yönetecek erkeklerin yetişmesine yardımcı olmak" maksadıyla bir grup genç kadın batıya (ABD) eğitim için gönderildi. Geri dönmeleriyle birlikte geleneksel cinsiyet rollerine uygun kadınlar yetiştirmeleri için görevlendirilmiş ve bu minvalde ilk kadın üniversitesi açılmıştı. "Üniversitede her istenileni yapan, kibar, zarif kadınlar yetiştirmek" temel eğitim anlayışı olarak tanımlanmıştı. Öğretilmiş cinsiyet rollerini üretme ve egemen erkekliği sürdürme anlayışıyla da olsa açılmış bu üniversiteye kadınların katılımı sınırlı kaldı. Bulunan "çözüm", kadınların eğitime katılımdaki eşitsizliği hemen ortadan kaldıramadı. Bu süreç, 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası kapitalizmin gelişimiyle birlikte kadınların işgücüne katılımlarında artış ile dünyasal ölçekte kadınların oy ve eğitim hakkı mücadelesinin yansıması olarak tanınan cinsel eşitlikçi haklarla birlikte Japon kadınlarının da evin eşiğini aşmasıyla değişime uğradı. Daha çok kadın üniversiteye gitmeye başladı. Son derece geri toplumsal erkeklik koşullarında kadınlara dayatılan eğitimsizlik halini aşma anlayışıyla "çözüm" olarak açılmış ve yaygınlaştırılmış bu kadın üniversitelerinin oranı günümüzde yüzde 10'dur. Yavaş da olsa zamanla, eğitimde tek cinsiyet uygulamasından kopuşulmuştur. Kadın üniversiteleri açık kalmakla birlikte karma üniversiteler de hayata geçirilmiştir. Şimdilerde kadınlar, daha çok karma eğitim veren üniversiteleri tercih ettiği için kadın üniversitesi mantığı terk ediliyor. Kimi kadın üniversiteleri kapatılıyor.
CİNSİYET EŞİTLİĞİ RAPORU NE SÖYLÜYOR?
2018 Dünya Cinsiyet Uçurumu rapor verilerine göre rapora konu olan 149 ülke içinde Japonya 110. sıraya yerleşiyor. Yine kadınların ekonomik ve politik yaşama katılımı konusunda ise 127. ve 115. sıraya yerleşerek sınıfta kalıyor. G-20 içindeki, yani gelişmiş ülkeler sıralamasında kadınların durumları kıyaslandığında bile Japon kadınların durumu teknoloji ve endüstriyel açıdan gelişmiş bir ülke olması itibariyle de içler acısı. Sıralamada yalnızca kendinden sonraki Güney Kore, Türkiye ve Suudi Arabistan'dan daha iyi düzeyde kabul edilerek 16 ülkenin ardına yerleşiyor. Japon devletinin kadın politikasında ne denli bir egemen erkekliğin ve cinsiyet ayrımcılığının hüküm sürdüğünü bu veriler açıklıyor. Kapitalizmin azgın emek sömürüsüne maruz kalan Japon emekçi kadınların erkeklerle ücret eşitsizliği temelinde ve ağır iş koşulları altında çalıştırılmaları çeşitli zamanlarda gündemleşmişti. Artan kapitalist sömürü karşısında kadınlar; ücretli kölelik ile evsel kölelik arasında seçim yapmak zorunda bırakılıyor. Çünkü kadınlar hem ağır iş koşulları altında üretime katılıp hem de bir çocuk yetiştirmenin yükünü taşıyamayarak eve kapanmak zorunda kalıyor. Her şeye rağmen derin cinsiyet eşitsizliğiyle baş etmeyi başarmış yüzlerce üniversite mezunu kadın bu kez de mobbing ve çeşitli cinsiyet ayrımcı uygulamalar nedeniyle işlerinden ayrılmak zorunda kalıyor. #KuToo etiketiyle sosyal medya üzerinden başlatılmış ve patronların çalışan kadınlara dayattıkları topuklu ayakkabı dayatmasına karşı yirmi bin imza toplanmıştı. Japoncada ayakkabı ve acı çekmek anlamlarına gelen kelimeleri birleştirerek başlattıkları bu hareket aynı zamanda #metoo'ya da bir göndermeydi.
Kısacası, kadıların eğitim seviyeleri ne denli yüksek olursa olsun erkek devlet politikasının ürünü olarak şekillenen toplumsal cinsiyetçilikle kadınlara çalışma yaşamından el çektiriliyor ve eve dönüş dayatılıyor. Bu belli düzeyde eğitim almış kadınlar için, kadın emeğinin kapitalist üretimdeki sömürüsüyle birleşen ve atbaşı giden cinsiyetçiliğe karşı evsel kölelik zeminindeki sömürünün tercihi anlamına geliyor. Öyle ki, cinsiyetçi iş bölümünün hüküm sürdüğü akademisyenlik, doktorluk ya da yöneticilik düzeyindeki çeşitli pozisyonlara ısrarla kadınlar alınmıyor. Tokyo Tıp Üniversitesi giriş sınavında erkeklerden daha yüksek puan aldıkları halde kadın adayların puanlarının düşürüldüğü ve erkeklerin puanlarının şişirildiği gerçeği hafızalarımızda tazeliğini koruyor. Bunu yapan üniversite yönetiminin ise "Nasıl olsa çocuk doğurunca doktorluğu bırakıp evlerine döneceklerdi" mealindeki öne sürdükleri savunmalarını da unutmadık.
KADIN ÜNİVERSİTELERİYLE NE AMAÇLANIYOR?
Kadın üniversitelerinin kurulmasına yönelik projenin yer aldığı karar metninde bir de toplumun politik İslamcı temelde dönüşümünü hızlandıran görsel ve basılı dini yayınların sayısının ve çeşitliliğinin arttırılması, "aile ve dini rehberlik vaizliği" tanımının mevzuatta yapılması gibi maddeler bulunuyor. Kadın bedeni üzerinde tahakkümü arttırıcı yeni bir uygulamanın da çanları niteliğindeki madde ise şöyle; "Doğurganlık hızının yenileme seviyesinin üzerinde tutulması için "iş ve aile yaşamını uyumlaştırıcı" politikaların etki değerlendirmesi yapılacak ve gerekli değişiklikler hayata geçirilecek" Altından ne tür bir kadın düşmanı yasa tasarı ve beden politikası çıkar şimdilik bilemiyoruz ancak, yeni açmayı planladıkları kadın üniversiteleriyle tüm toplumu politik İslamcı faşizan temelde dönüştürerek toplumsal çürümeyi hızlandırma ve kadın cinsini de bu çürümenin öznesi ve nesnesi pozisyonuna sokma hedefinde oldukları aşikar.
4+4+4 eğitim sistemiyle birlikte; yeni açılan ve dönüştürülen onlarca imam hatip lisesi, sınav sistemi değişikleri ve ders müfredat içerikleri, KHK ile onlarca devrimci demokrat öğretmen ve akademisyenin işine son verilmesi ve akademilerin çöpe çevrilmesi eğitimin dinselleştirilmesi yönünde atılan çok köklü adımlardı. Her yönteme başvuran AKP, gençlik kitleleri ve özelde de genç kadınlar ve kadınlar üzerinde hegemonya kuramadı. Ancak toplumun politik İslamcı restorasyonu hedefinden de asla şaşmadı ve bu adımlarına kadın üniversitesi açmayı ekledi. Görünen o ki, kendini sağlama almada bir umudunu kadınların çocuk yaştan itibaren kendi politik İslamcı ideolojisiyle eğitimine bağlamış. Bunu Erdoğan'ın YÖK başkanına talimat verirken sarfettiği şu cümlelerden anlıyoruz; "Sadece kızlardan oluşan üniversite. Bu üniversite (Mukogawa Kadın Üniversitesi) şahsıma fahri doktora verdi. Kreşten alıp ilk-orta-lise-üniversite olmak üzere farklı bir yapıyı oluşturmuş durumdalar... Çalışmanı buna göre yap. Çok önemli bir şey. Türkiye'de benzer adım atılmalı."
Erdoğan ve saray rejimi, sokaktan söküp atamadığı özgür bir yaşam için isyan eden, hakları ve hayatları için direnen kadın hareketini bastırmanın tek yolunu yepyeni bir kadın kuşağı yaratmakta buluyor. Kreşten başlatarak üniversite eğitimi boyunca, iş ve sosyal hayatının tümünü bilfiil kuşatarak makbul, itaatkar, erkeğin kölesi olmuş; ırkçı, şoven, heteroseksist ve faşist bir kadın kuşağı yaratmayı hedefliyor. İktidar olmanın olanaklarıyla medya araçları ve şiddet-zor aygıtlarıyla, vakıf ve STK adı altında sosyal yaşamı büyük oranda kuşatma gerçeğine rağmen saray rejimi, kadınlar ve LGBTİ+ üzerinde ideolojik hegemonya kuramıyor, rıza üretemiyor. İşte bu yüzden kadınları eğitim-üniversite yoluyla toplumsal yaşamdan tecrit ederek, soyutlayarak denetimi altına almayı hedefliyor.
"Kadın erkek eşitliği yoktur, fıtrata aykırıdır" diyen faşist şef, iktidarı boyunca kadınların kazanılmış haklarına saldırılarına hiç ara vermedi. 'Kızlı-erkekli' paylaşılan evleri yasaklama girişimleri, liselerde kılık kıyafet yönetmelikleriyle etek boyu belirlemeler, cinsel taciz ve tecavüz saldırılarından kadın katliamlarından suçlu-katil erkekleri aklamak için kadınları sorumlu tutmalar, kürtaj hakkının gasp edilme girişimleri, en birinci ağızdan çocuk yaşta evliliklerin önünü açan yasal düzenlemelerin savunulması, üç kuruşluk nafakanın türlü yalanlarla kaldırılmaya çalışılması, kadın kurumlarıyla sığınma evlerini kapatması ve en temel insan hakkı olan kadının yaşam hakkı ve kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin İstanbul Sözleşmesi'ni uygulamadığı gibi iptaline çalışılması vb. kadın üniversitesinin kadınların lehine olacağı, kadınları özgürleştireceği yalan ve demagojilerine kadınların işte bu yüzden karnı tok.
Coğrafyamızda bugün genç kadınların ve kadınların ihtiyacı asla kadın üniversiteleri değildir! Bugün en temel ihtiyaç kadın katliamlarının ve erkek şiddetinin son bularak kadın adaletinin sağlanmasıdır. Bir diğer deyişle bugün en hayati ihtiyaç; AKP'nin yargıda, eğitim ve sağlıkta, üretimde, ev içinde, sokakta; siyasi ve toplumsal yaşamın her alanında bizzat bir devlet politikası olarak yürüttüğü egemen erkekliğin üretilmesi, kurumsallaşması, sürdürülmesi zemininin ortadan kaldırılmasıdır. Bu da ancak cinsel özgürlüğümüzün kazanılması ve faşizmin yıkılması mücadelesine, birleşik ve daha militan bir kadın örgütlülüğünü seferber etmekle mümkündür!