Gül Ege yazdı | Kürtaj ve nafaka hakkımızdan İstanbul Sözleşmesi'ne; direniş silahımızdır!
Polonya ya da Türkiye-Kürdistan farketmeksizin kadınlar bedenleri üzerindeki tasarruf hakkı kapsamındaki her şeyden yaşam haklarına, eşitlik ve özgürlükleri için burjuva devletlere karşı mücadeleyi heteroseksizme karşı mücadeleyi de büyüterek yükseltmek zorundadır. Öyleyse İstanbul Sözleşmesi'nin uygulanması için heteroseksist, kadın düşmanı iktidarlara karşı birleşik mücadelemizle başarılarımızdan aldığımız güçle, her alanda direnişi büyütmeye devam... Özgürlüğümüzü kazanana dek!
Polonya'da kadınlar yeniden sokakta. Perşembe gecesi başkent Varşova'da kadınlar, Anayasa Mahkemesi'nin kürtaj hakkını neredeyse tamamen ortadan kaldıran yasaya karşı eyleme geçti. Mahkeme, "fetüste ciddi ve geri döndürülemez hastalık veya anormallikler olması halinde bile kürtaj yapılamayacağına" karar verdi.
Avrupa'nın en geri kürtaj yasasına sahip, nüfusunun çoğunluğu Katolik olan Polonya'da Anayasa Mahkemesi'nin yeni kararı sonucunda, yalnızca ensest, tecavüz ve annenin sağlığının risk altında olduğu durumlarda kürtaja yasal olarak izin verilecek. Hükümetteki Hukuk ve Adalet Partisi (PiS) kürtaja ilişkin yasayı geçen yıl, üyelerinin çoğu iktidar tarafından atanmış olan Anayasa Mahkemesi'ne taşımıştı. Bu yüzden kadınlar, PiS'in kurucusu ve lideri olan Jarosław Kaczynski'nin evine yürüyüş gerçekleştirdi. Ellerinde mumlar ve 'İşkence' yazılı dövizler taşıdı. Pandemi yasaklarını bahane eden polis, yeni kürtaj kısıtlamasını protesto eden kadınlara saldırdı ve gözaltına aldı. Polonya'da kürtaj hakkı, Türkiye-Kürdistan'da nafaka hakkı, Avrupa'da 'Hayır Hayırdır Yasası" gibi kazanımların tırpanlanması ya da gaspı sık sık kadınların mücadele gündemi oldu, oluyor. Genel olarak kadınlar ile erkek egemen devletler arasında süren cengin ve irade savaşının merkezinde İstanbul Sözleşmesi'nin uygulanması duruyor. Polonya'daki sürece dair yakın döneme bir göz atmakta yarar var. Kadın düşmanı iktidarın, coğrafyamızdaki politik islamcı AKP ile muazzam benzerliğini görmek için bile hatırlamakta yarar var.
2016 yılında, kürtaj hakları için Polonyalı kadınlar, "yeni" bir mücadele biçimini denediler. Zira Polonya tarihinde ilk kez bir kadın grevi örgütlenmiş oldu. Grev çağrısı, kadın işçileri, öğrencileri ve ev emekçisi kadınlara yönelikti. Polonyalı kadınlar, İzlandalı kadınların 24 Ekim 1975'te gerçekleştirdiği kadın grevinden esinlenerek bu günü "Siyah Pazartesi" olarak adlandırdılar ve kadınları siyah giyinmeye davet ettiler. Bu grev çağrısının önemini kavrayabilmek için, Polonya'da halihazırda grev hakkının uygulanmasının önünde ciddi engellerin, yasal kısıtlamaların olduğunu bir dipnot olarak düşmek gerekir. Tüm baskılara rağmen o gün, çok sayıda kadın hayatında ilk defa bir eyleme katılma cesaretini gösterdi. Grev çağrısı böylece devasa bir kadın politizasyonunu sağladı. Polonyalı kadınlar birkaç hafta sonra yeniden bir grev ve eylem çağrısında bulundular. Bu kez eylemlerde Katolik Kilisesi'nin devlet üzerinde demoklesin kılıcı gibi sallanmasına öfke öne çıktı. Üst üste başarılı bir pratiğe imza atan kadınlar 2018 8 Mart'ına giden süreç için "Enternasyonal Kadın Grevi"ne çağrı yaptılar. Enternasyonal kadın hareketinin tarihine, kadın grevi gibi muazzam bir direniş silahını yeniden kazandırmış oldular. Nitekim, 70'i aşkın ülkede bu çağrı kadınlarca coşkuyla yanıtlandı. 2018 Enternasyonal Kadın Grevi'ne Polonya'da kadınlar kitlesel katılım sağladı. Polonyalı kadınlar cinsel özgürlüklerini kazanmak için devlet ve kilise eşgüdümüyle devreye sokulan kadın politikalarının son bulması gerektiğini haykırdılar. Devletin Katolik Kilisesi'nin etkisinden çıkması talebi eylemlerde öne çıkarken; kürtaj hakkı, kadına yönelik şiddete karşı somut önlemlerin alınması ve kadınların ekonomik haklarının iyileştirilmesine yönelik talepler yaygın biçimde dile getirildi.
Yukarıda özet geçilen, 2016'da kadınların ilk eylemlerini tetikleyen temel saflaşma konusu Katolik Kilisesine yakınlığıyla bilinen Polonya hükümetinin, tecavüz ve ensest saldırıları sonucu gelişen gebeliklerde dahi kürtajın yasaklanması ve kürtaj olan kadınlar ile kürtaj yapan doktorların hapisle cezalandırılmasını öngören yasa tasarısıydı. Kürtaj yasağı bağlamında Polonya zaten Avrupa'nın en gerici, kadın düşmanı yasalarına sahip ülke durumundaydı. Yüzbinlerce kadın bu süreçte, 140 farklı noktada protestolara başladı. Varşova'da 30 bin kadın toplandı. Bu nicelikte bir kitle hareketi, yeni bir nitelik düzeyinin göstergesiydi. Zira yakın döneme kadar kadınların protesto ve eylemlere katılımı yüzlerle ifade ediliyordu. Sonuç olarak bu muazzam direnişleriyle Polonyalı kadınlar hükümeti geri adım atmaya zorladılar. Kadın ve LGBTİ+'lara açılan savaşın yeni adı: İstanbul Sözleşmesi gerici faşist, erkek egemen ve Katolik Kilisesi'nin güdümünde olan "Hukuk ve Adalet Partisi"nden cumhurbaşkanı seçilen Andrej Duda, seçim kampanyasında eşcinselleri hedef alan heteroseksist tutumlarıyla biliniyordu. Seçilmesinin hemen ardından tıpkı muadili diktatörler gibi ezilenlerin aleyhine icraatlara başladı. Avrupa Birliği hibelerini hükümetine hortumlamanın önünü açan yasal düzenleme başta olmak üzere, medyanın tümüyle ele geçirilmesi ve yargı reformu adı altında yargıyı da kendine bağlama gibi yasalar geçirdi. Şimdi sırada İstanbul sözleşmesinin feshedilmesi vardı! Avrupa'da İstanbul Sözleşmesi'nden çekileceğini duyuran ilk hükümet Polonya hükümeti oldu. Kadın ve LGBTİ+ düşmanı iktidarın Adalet Bakanı "ebeveyn haklarını ihlal ettiği"ni ileri sürerek, AKP gibi verilen cinsel eğitimin "eşcinselliği özendirdiği" klasik yalanını savurdu. Çocuklara cinsiyet eğitimini zorunlu kılan maddelerin tepki çektiğini de ekledi. Aynı açıklamasında sözleşmeyle ilgili "zararlı olduğunu düşündüğümüz ideolojik unsurlar içeriyor" diyerek çekilme kararını savundu. Sözleşmenin kadına yönelik şiddetle mücadele hükümlerini kabul ettiklerini ancak; bazı maddelerinde "biyolojik cinsiyete karşı sosyo-kültürel cinsiyetin dayatıldığını" iddia ederek "Polonyalı gençleri, cinsiyeti insanların seçebilecekleri bir şey olduğuna dair eğitmemiz isteniyor ve bunu kabul edemeyiz" dedi. Yine LGBTİ+'ları kendi cinsiyet anlayışlarını İstanbul Sözleşmesini arkalayarak bütün halka kabul ettirmeye çalışmakla suçladı. Bu zat, daha bakan olmadan evvel sözleşme için "Feminist lobinin eşcinsel ideolojiyi meşru kılma hedefiyle icad ettiği bir belge" demişti. Polonya'da kadınlar PiS'in iktidar olmasından bu yana İstanbul Sözleşmesi'nin uygulanması için sokaktalar, eylemdeler. PiS'in Aile, Çalışma ve Sosyal Politika Bakanı 16 Temmuz'da sözleşmenin feshi için çabaladıklarını açıkladı. Bu açıklamadan hemen sonra kadınlar, çeşitli kentlerde sözleşmeyi savunma eylemleriyle direnişe geçtiler. Erkek egemen, tekçi faşist hükümetin amacının "ev içi şiddeti yasallaştırmak" olduğunu, çünkü her yıl yaklaşık 800 bin kadının ev içi şiddete maruz kaldığını vurguladılar.
Polonya İstanbul Sözleşmesi'ni 2012'de imzaladı ve 2015'te PiS'ten önceki iktidar tarafından uygulanmaya başlanmıştı. Geçen yıldan beri feshedilmesi hükümetçe her fırsatta gündemleştirildi. Dillendirdikleri "Katolik aile geleneklerine aykırı, eşcinselliği özendiriyor, bizim yasalarımız bize yeter, feminist lobilerin icadı..." cümleleri ne kadar da tanıdık değil mi? Politik İslamcı faşist AKP'nin bakanları, kalemşörleri sözleşme için nasıl "Türk aile geleneklerine aykırı, eşcinselliği hortlatıyor" diyorlarsa Polonya hükümeti de sözleşmeye tıpatıp aynı manipülasyon, demagoji ve yalanlarla saldırıyor. Bütün erkek egemen, kadın düşmanı devletler kadınların özellikle enternasyonal bir boyut kazanan eylem ve direnişlerinden korkuyorlar. Sözleşmenin iptalini, sözleşmeyi savunanları ayrıştırma yöntemine başvurarak daha kolay başarabileceklerini düşünüyorlar. Kadına yönelik şiddete karşı maddeleri savunduklarını, ancak eşcinselliği özendirdiğini iddia ettikleri ayrımcılığa karşı maddeleri zinhar kabul edemeyeceklerini söyleyerek "ailenin korunması"nı ileri sürüyorlar. Yani, erkek egemen iktidarlar kadına yönelik şiddete karşı olan tüm toplumsal kuvvetlerin hışmının, itirazının, potansiyel eylem gücünün hedefi olmamak için "eşcinselliği özendiriyor" yalanını an be an her mecradan yükselterek sözleşmeyi "ailenin korunması" zemininde yeniden düzenlemeye açmayı planlıyorlar. Kadın örgütleri ve kadınların kitlesel direnişleriyle sözleşmeyi savunan kesimler genişledi, büyüdü. Bu önemli bir kazanımdır. Polonya ya da Türkiye-Kürdistan farketmeksizin kadınlar bedenleri üzerindeki tasarruf hakkı kapsamındaki her şeyden yaşam haklarına, eşitlik ve özgürlükleri için burjuva devletlere karşı mücadeleyi heteroseksizme karşı mücadeleyi de büyüterek yükseltmek zorundadır. Öyleyse İstanbul Sözleşmesi'nin uygulanması için heteroseksist, kadın düşmanı iktidarlara karşı birleşik mücadelemizle başarılarımızdan aldığımız güçle, her alanda direnişi büyütmeye devam... Özgürlüğümüzü kazanana dek!