Fatma Edemen yazdı | 1989 sonrası Polonya'da kadın mücadelesi
İkinci Dünya Savaşı'nın bitişiyle Nazi Almanyası'nın en çok zarar verdiği ülke olan Polonya'da halk demokrasisi inşası başladı. 1944-45'te başlayan inşa süreci sonucu 1952'de ülke Polonya Halk Cumhuriyeti (PRL) adını alarak 1989'a dek varlığını sürdürdü. 1989'da kapitalizmin Polonya'daki restorasyon süreciyle kadınların hayatlarında da keskin değişiklikler baş gösterdi. Polonyalı kadınların bugün ülkeyi sarsan eylemlerini anlayabilmek için 1989'daki sistem değişikliğinin getirilerini ve Polonya'da bağımsız kadın hareketinin doğuşuna bakmak gerekiyor.
1989 ve sonrasına gitmeden önce biraz daha gerilere gidersek, Polonyalı kadınların çoğunlukla tek başına kadın mücadelesi etrafında örgütlenmediklerini görebiliriz. 1918'e kadar çevresindeki başkaca ülkeler tarafından işgal edilmiş olan Polonya topraklarında oluşan ilk kadın örgütleri ulusalcı nitelikler taşıyor, yalnızca kadınların eğitim ve eşit vatandaşlık hakları için değil, Polonya'nın bağımsızlığı için de çalışma yürütüyordu. Polonyalı kadınların düzenlediği ilk kadın kongresi Avusturya Macaristan İmparatorluğu'na bağlı olan Galiçya bölgesinde, ilk olarak 1894'te Lviv'de sonrasında 1899'da Zakopane'de, 1900 ve 1905'te ise Krakov'da gerçekleşti. 1918-1939 arasında Polonyalı kadınlar seçme seçilme hakkı ve erkeklerle eşit vatandaşlık hakkı elde ettiler, ancak toplumsal hayatta arzu edilen değişim yaşanmadı. Bu tarihlerde Narcyza Żmichowska, Eliza Orzeszkowa, Gabriela Zapolska, Maria Konopnicka, Irena Krzywicka ve Maria Nałkowska gibi isimlerin başını çektiği pek çok kadın aktivist etkindir.
İkinci Dünya Savaşı esnasında ise işgal karşıtı askeri hareketlerde, yeraltı gruplarında ya da gerilla birliklerinde pek çok Polonyalı kadına rastlamak mümkün.
1945-1989 arası PRL'nin kadın politikaları yaygın bir şekilde üç dönem ve slogan altında incelenir. İlk dönem 1945'ten 1955'e kadar olan "Kadınlar traktöre" dönemi işgücündeki eksikliğin ön plana çıktığı dönemdir. Savaşta kaybedilen erkek nüfusun yerine kadınların geçmişte erkek işi olarak adlandırılan traktör şoförlüğü, duvar ustalığı, madencilik, çelik işçiliği vb. işlere yönlendirilmesi bu dönemde gerçekleşir. İkinci dönem ise 1955 ve 1970 arasında, "Irena eve" olarak adlandırılan, kadınların işgücüne katılımıyla oluştuğu düşünülen çocuk bakımı ve gençlerin eğitimi gibi sorunları gidermek adı altında kadınların ev işlerine ağırlık vermesinin talep edildiği dönemdir. Bu dönemde artık ağır işleri yapabilecek erkek nüfus yerine gelmiştir ve çocuk bakımı gibi meselelerin toplumsallaştırılmasındaki başarısızlığın bir sonucu olarak kadınların evlerine dönmesi tercih edilir. Kadınların iş kayıpları kitleselleşir, 1958'de yalnızca bir işyerinde bir gecede 6 bin kadının işten çıkarılması gibi örnekler görülür. Üçüncü dönem ise "Ludwik tencereye" sloganıyla bilinen 1970-1989 arasında ev işlerine erkeklerin katılımının teşvik edilmeye çalışıldığı dönemdir. Bu dönemde PRL yönetimi erkeklerin ev işlerine ve toplumsal hayata katılımının arttırılmasıyla çeşitli sorunları çözebileceğine inanmaktır.
PRL'nin varlığı boyunca kadınlar için pek çok kolay erişilebilen doğum kontrolü, işgücüne tam katılım, çocuk bakım yardımı vb. haklar tanınsa da siyasete katılımda cam tavan durumu yaşandığını tespit etmek mümkün. 1944-89 arasında Polonya İşçi Partisi'nin Merkez Komitesi'nde toplamda 260 üyenin yalnızca 7'si kadındır. Komiteye seçilen ilk kadın olan Zofia Grzyb'dan kadın kimliğiyle değil yalnızca proleter kimliğiyle komitede var olması beklenir. Cam tavan halinin başkaca verileri yüksek öğrenimde karşımıza çıkar, 1960-74 arasında doktora unvanlarının yalnızca yüzde 26.9'u kadınlara verilirken, postdoktora derecesinde kadınların oranları yüzde 18.9'a düşer ve bu oran profesörlükte çok daha korkunç bir şekilde yüzde 7.2'ye geriler.
Merkezi parti politikaları bir yana bu partilerin kadın örgütleri bakımından döneme bakılınca zaten çok etkin ve uzun yıllara yayılan çalışmalarla karşılaşmak mümkün olmuyor. 1952 gibi çok erken bir tarihte Polonya Birleşik İşçi Partisi'ne (PZPR) bağlı olarak çalışan Kadın Kolu'nun etkisiz görülerek kapatılmasıyla, 1956'yla birlikte geleneksel aile yapısının ve milliyetçi fikirlerin yükselişiyle devlet sosyalizmi altında dahi kadınlar için yaşam zorlaşmaya başlar. Kadınların siyaset sahnesinden geri tutulmasına rağmen bugün Polonyalı kadınların aktif olarak mücadele ettikleri kürtaj hakkının, devlet sosyalizminin çöküşüne dek bir hak olarak kaldığını da söylememek olmaz.
Polonya'da PRL'ye yönelik en güçlü muhalefetin 1980'lerde dünya çapında üne kavuşan Dayanışma, tam adıyla Bağımsız Özyönetimli Dayanışma Sendikası olduğunu söylemek mümkün. 1980'de ülkenin en büyük kentlerinden biri olan Gdańsk'taki Lenin Tersaneleri'nde kurulan Dayanışma, ülkede devlet kontrolünde olmayan ilk sendika olarak ortaya çıktı. Başlangıçta bir sanayi sendikası olarak örgütlenen Dayanışma yalnızca işçi hakları için mücadele etmez ve toplamda sosyalist sisteme karşı muhalefetin çekici gücü olur. Dayanışma başlarda, halk demokrasisi içerisinde reform talebiyle yola çıksa da en temel destekçileri arasında Katolik kilisesi yer alır. 1981'de PRL hükümetinin yükselen toplumsal hareketlerle başa çıkmak için sıkıyönetim ilan etmesiyle Dayanışma üyeleri yeraltına çekilir. Bugün artık gizlenmeyen başka bir gerçek ise Dayanışma'nın büyük destekçilerinden birinin de CIA olduğudur. CIA, Dayanışma'yı başta maddi olmak üzere pek çok bakımdan destekler. Dayanışma'nın ilk lideri Lech Wałęsa yalnızca Polonya'da değil, dünyada bir sembol haline gelir ve 1990'da Polonya Cumhurbaşkanı olur.
Polonya'da 1989 sonrası kadın hareketine bakmak istediğimizde gözümüze ilk çarpan Dayanışma içerisinde örgütlenen kadınlar oluyor. Evet, kadınlar Wałęsa gibi yıldız isimler haline gelmeden Dayanışma'da yer aldı ve muhalefetin pek çok işini yüklendi, ancak ne Dayanışma'nın talepleri arasında ne de başkaca muhalefet hareketleri içerisinde kadınlardan yana, kadınlar için talepler ve mücadele biçimleri görmek mümkün değil. Günümüzde çeşitli feminist hareketler kendi tarihlerini Dayanışma çatısı altında çalışma yürüten kadınlardan başlatmak istese de ortada bir kadın mücadelesinin olmadığını söylemek abartı olmayacaktır. Tersine, Dayanışma'nın en büyük destekçisi Katolik kilisesinin ve onun başındaki Polonyalı Papa Jean Paul'ün yoğun taleplerinin de bir sonucu olarak kürtajın Polonya'da yasaklanması 1989'da açılan ilk tartışmalardan biri olur. 1989'la birlikte ortaya çıkan kadın hareketinin belki de ilk itirazı da işte bu girişime karşı olur.
1989'da mecliste tartışmaya açılan ve kiliseye bir nevi komünizmle mücadeleye katkısında teşekkür niteliği taşıyan kürtaj karşıtı yasa, tepkiyle karşılanır ve uygulamaya konulamaz. 1990'larda 300'ün üzerinde kadın örgütü ve inisiyatifi kurulur. Gittikçe muhafazakarlaşan ve kapitalist restorasyonun hızla devam ettiği ülkede kadınların halihazırda var olan pek çok sorunu derinleşir. Getirilmek istenen kürtaj yasasının yanı sıra 1989 öncesinde yaygın olmayan cinsiyete dayalı ücret farkı 1989'la birlikte uygulamaya geçer. Yine sözde demokrasiye geçişle kadınların parlamentodaki temsil oranında da büyük bir düşüş yaşanır. 1993'te ise beklenen yasa çıkar ve kürtaj Polonya'da bir hak olmaktan çıkarılır. Bu tarihten sonra oluşan kadın örgütleri genelde kurumsallaşmayı tercih eder ve sivil toplum kuruluşları olarak ortaya çıkar. 1995'te Birleşmiş Milletler tarafından Pekin'de gerçekleştirilen Dünya Kadın Konferansı'na da yine bu STK'lar dahil olur. 1995'te hükümet kadın örgütlerini çeşitli şekillerde desteklemeye başlasa da bu ancak 1997'ye dek sürer. Bu dönemde ortaya çıkan tartışma ise kadın hareketinin kurumsallaşmaya karşı bakışı olur. Kadın örgütlerinin kurumsallaşma sürecinden geçtiği 90'lı yılların sonuna doğru kurumsal yapıları reddeden başkaca aktivist hareketler doğmaya başlar. Bu dönemde yükselen feminist hareket patriyarkal sistemin araçlarını kullanmayı reddederek kurumsallaşmaya ve STK'larla örgütlenmeye karşı çıkar.
1989'la birlikte kadınların doğum kontrolüne ve sağlık haklarına erişimi kısıtlanır, işgücüne katılım düşer, sosyal ve ekonomik yaşam koşullarında zorluklar en çok kadınları etkiler. 1990'lı yıllarda kadınların geçmiş sistemde "çifte yüke" maruz kaldıkları fikri yaygınlaşır, öncesinde hem çalışıp hem de ev işleriyle ilgilenen kadınların evlerine dönmesi, aileleriyle ilgilenmesi komünistlerin daha önce onlara tanımadığı bir "hak" olarak nitelendirilir. Yine bu tarihlerde büyüyen cinsiyete dayalı ücret farkı kadınların evlere dönmesinde tetikleyici rol oynar. 1989'da Dayanışma'nın kadın seksiyonu 37 bölgesel örgütün 22'sinde aktif çalışma yürütse de, harekette kadın sayısı azımsanamayacak derecede olsa da, Dayanışma konferansının delegelerinin yalnızca yüzde 10'u kadındır. Dayanışma'daki kadın sayısının çokluğuna rağmen egemen olan muhafazakar ideoloji ve yönetici pozisyonların tamamen erkekler tarafından işgal edilmesi örgütün kürtaj yasağının savunucularından biri olmasına yol açar. Ocak 1993'te yürürlüğe konulan kürtaj yasasına karşı Polonya vatandaşlarının topladığı neredeyse 1.7 milyonu bulan imza kampanyası hem hükümet hem de parlamento tarafından yok sayılır. Kadınların parlamentoda temsilini arttırmak için planlanan Parlamenter Kadın Grubu projesi 1996'da önerildiğinde 460 parlamento üyesinden 160'ının desteğini alırken, bu destek 1997'de 120'ye, 1998'de ise 71'e düşer. 1990'lı yıllarda Polonya'da feminist hareket toplumsallaşmaktan ziyade uzmanlaşma yolundadır. Bu uzmanlaşma akademik olarak toplumsal cinsiyet çalışmaları etrafında yoğunlaşır. Hareket hükümet dışı çeşitli örgütlerin çatısı altında eğitim programları ve toplumsal cinsiyete dair duyarlılık artırma çalışmalarıyla ilgilenir. Oska, eFka, Kadınlar ve Aile Planlaması Konfederasyonu, LaStrada, NEWW gibi örgütlerin yanı sıra günümüzde de adından söz edilen Barbara Limanowska, Slawomira Walczewska, Inga Iwasiow, Agnieszka Graff, Magdalena Sroda, Maria Janion ve Kazimiera Szczuka gibi aktivistler de bu dönemde öne çıkar.
2000'li yılların başında Polonya gündemini meşgul eden belki de en önemli şey Avrupa Birliği üyeliği müzakereleri olur. Müzakereler 2003'te sona erer ve 2004'te Polonya AB üyesi bir ülke haline gelir. AB müzakereleri bazı kesimlerin umduğunun aksine kadın hakları ve toplumsal cinsiyet görünürlülüğü gibi konularda ilerleme sağlamaz, hatta genel olarak bu konular yokmuş gibi davranıldığını söylemek mümkündür. 2002'de "Yüz Kadının Mektubu" isimli bir metin AB Çalışma ve Sosyal Politika Komiseri Anna Diamantopoulou'ya gönderilir. Mektup aynı zamanda Polonya'nın en büyük günlük gazetesi olan Gazeta Wyborcza'da da yayınlanır. Mektup hem hükümet hem de Katolik kilisesi tarafından görmezden gelinildiği gibi anti-feminist söylem için araç haline getirilir.
Polonyalı kadın hakları aktivistlerinin sokağa indiği ve daha dinamik bir hareketin ortaya çıktığı dönem ise Manifa'yla başlar. Manifa, 2000 yılından itibaren her 8 Mart'ta kadınların sokağa çıkmasını temsil eden protestolar serisinin çatısıdır ve Resmi Olmayan 8 Mart İttifakı tarafından ilk kez Varşova'da düzenlenir. Manifa'yı biraraya getiren olay aslında Lubliniec'te polisin bir ihbar üzerine jinekolog muayenesini basması ve muayene olan kadını adli tıbba götürerek kürtaj işleminin yapılıp yapılmadığına dair zorla inceleme yaptırması olur. İlk kez bu olayı protesto etmek için sokağa çıkan kadınlar, sonrasında Manifa'yı oluşturur. Önce Varşova'da başlayıp Krakov, Poznan ve Wroclaw gibi büyük şehirlere yayılan Manifalar, günümüzde de her 8 Mart'ta düzenlenmektedir. Yine 2000 başlarında kadın hareketi daha çok üçüncü dalga feminist tarzı benimseyerek sokak performansları, ironi, pastiş gibi yolları tercih eder ve hem Polonya'da hem de uluslararası olarak LGBTİ+ hareketiyle dayanışma örgütler. Manifalar genellikle sakin geçse de tehlikesiz değildir. 2005'te Poznan'daki Manifa'da milliyetçi bir gençlik grubu ve futbol holiganları eylemci kadınlara saldırır ve olayın sonucunda saldırganlar değil, kadınlar gözaltına alınır. Keza günümüzde de Manifalar ellerinde devasa kanlı kürtaj, ölü bebek resimli pankartlar taşıyan ve kitleyi megafonlardan açtıkları yüksek sesli bebek ağlama sesleriyle taciz eden kürtaj karşıtlarının hedefidir.
Hukuk ve Adalet Partisi'nin (PiS) gittikçe güçlenmesi ve yönetimde çok daha muhafazakar adımlar atılmasının istemesi ülkede kadınlar için önemli değişimlerin habercisi olur.
Polonya günümüzde de Katolik kilisesinin siyasete doğrudan müdahale etmeye çalıştığı bir ülke olmayı sürdürüyor. 2013'te Katolik kilisesinin özel anti-feminist kampanyası öne çıkar, kilise 'toplumsal cinsiyetçilik' diye bir tehlike olduğunu iddia eder ve toplumsal cinsiyetin bir 'ideoloji' olduğunu vurgular. Polonya'da ideoloji kavramının kötücül anlamda kullanımının ve 'totaliterleşme' korkusunun baskın ve derin olduğunu unutmamak gerekir. Ülkede var olan totaliter rejimlerin propagandasının yapılmasını yasaklayan yasa yalnızca faşizm ve komünizmi kapsar gibi görünse de aslında genişletilmeye, yorumlanmaya da oldukça açıktır. Hükümetin günümüzde de körüklemeyi sevdiği totaliter rejim korkusu, Nazi işgalinin süregelen travması ve toplumdaki yoğun antikomünist ögelerle birleştirilerek kullanışlı hale gelir. Geçtiğimiz yıl Polonya devlet kanalı TVP 1'de toplumsal cinsiyetçi, feminizm, LGBTİ+ ve ekoloji gibi pek çok kavramların, 'yeni totaliter ideolojiler' olarak tartışılması konunun ne kadar yoruma açık ve genişletilebilir olduğunun en önemli kanıtlarından oldu.
2016'da PiS hükümeti, ülkede yasal çerçevede düzenlenen kürtajların ve şüpheli düşüklerin 'cezai sorumluluk' kapsamında soruşturmaya tabi tutulmasını ve bunun için bir birim kurmasını talep eder. Aslında kürtaj yasağının derinleştirilmesi süreci bu taleple başlar. Bu talebe karşı tabandan örgütlenen bir kadın toplamı sokakları doldurur. Siyah Protesto olarak bilinen büyük kadın eylemleri bu tarihte başlar. 23 Eylül 2016'da parlamentoda Kadınları Kurtarma Komitesi'nin, yine meclise sunulan ve kürtajı tamamen yasaklamayı öngören Kürtajı Durdur önerisine karşılık kürtajın liberalleştirilmesi için sunduğu öneri reddedilir. 25 Eylül'de ise Razem (Birlikte) adlı o dönem meclis dışında olan bir sol partinin çağrısıyla dokuz eylem düzenlenir ve ilk olarak bu eylemler #CzarnyProtest (Siyah Protesto) olarak anılır. Wroclaw'daki buluşmada hareketin bugün en önemli liderlerinden olan Marta Lempart, 1975'te İzlandalı kadınların yaptığı kadın grevini hatırlatır ve 3 Ekim 2016'da kadınları tüm Polonya'da eyleme çağırır. 3 Ekim 2016'da 147 kent ve kasabada Siyah Pazartesi / Polonya Kadın Grevi örgütlenir. Eylemlerin hemen ardından 6 Ekim 2016'da Kürtajı Durdur adıyla yapılan öneri parlamentoda reddedilir. Siyah Protesto Polonya'dan tüm dünyaya yayılır ve pek çok farklı coğrafyada kadın eylemlerini, grevlerini tetikler. Siyah Protesto, bir diğer adıyla Kadın Grevi kazanımla sonuçlansa da kürtaj 1993'te düzenlendiği haliyle günümüze dek yasak olmaya devam eder.
Kürtaj yasağına karşı irili ufaklı çalışmalar Polonya'da devam eder, örneğin Kürtaj Rüya Takımı gibi oluşumlar Polonyalı kadınlara kürtajın erişilebilir kılınması için çalışma yürütür. 2019'da PiS 1989'dan bu yana alınan en yüksek oy oranıyla tek başına iktidar olur. 2020'de ise PiS'in desteklediği Cumhurbaşkanı Andzej Duda rakibi karşısında çok düşük bir oyla da olsa yeniden Cumhurbaşkanı seçilir. Belki de bu gelişmelerden güç alan iktidar, kürtaj konusunda yeniden atağa geçer. PiS lideri ve Başbakan Yardımcısı Jaroslaw Kaczynski'ye yakınlığıyla bilinen Anayasa Mahkemesi, 22 Ekim 2020'de kürtajı neredeyse tamamen yasaklayan yasa değişikliğini onaylar. Yasa değişikliğinden önce kürtaj fetüste anomali varsa, hamile kadının sağlığı ciddi tehlike altındaysa ya da hamilelik bir suç sonucu (ensest ya da tecavüz) gerçekleşmişse, ancak yapılabiliyordu. Yasal kürtaj verilerine bakıldığında kürtaj gerekçesinin genellikle fetüsteki anomali olduğunu görmek mümkün. 22 Ekim'de Anayasa Mahkemesi'nin onayladığı değişiklik ise fetüsteki anomalinin bir kürtaj gerekçesi oluşunu ortadan kaldırmaya yönelik. Katolik kilisesinin fetüsteki anomali sonucu kürtaja "öjenik" bir kavram olarak baktığı bilinen bir gerçek, Ordo Iuris gibi dini vakıfların kentlerde hem kürtaj hem de LGBTİ+ karşıtı posterlerle kaplanmış kamyonetler gezdirerek propaganda yapmasının, parlamentoda PiS'le gericilik yarıştıran aşırı sağcı Konfederacja gibi partilerin güçlenmesinin de bu kararda etkisi olduğunu düşünmek mümkün.
22 Ekim'de yasanın onaylanmasının hemen ardından kadınların öncülüğünde eylemler başladı. Kaczynski hükümetinin artık Kadın Grevi olarak bir örgüt haline de gelen yapının gücünü azımsadığını, pandemi koşullarının da etkisiyle pek de eylem beklemediğini düşünebiliriz. Tabi ki geçen bir buçuk aylık süreç bize Kaczynski'nin yanıldığını gösterdi. Sokak eylemleri azalmak yerine her gün güçlenerek devam etti, 28 Ekim'de ülke çapında kadın grevi yapılırken, 30 Ekim'de Varşova buluşması düzenlendi. 30 Ekim'de Varşova'da düzenlenen eylem 1989'dan sonra Polonya'da gerçekleşen en kitlesel eylem olarak tarihe geçti. Cumhurbaşkanı Andzej Duda, orta yolu bulabilmek amacıyla fetüsteki anomali durumunda yasaklanacak olan kürtajın yalnızca down sendromu için geçerli olmasını önerdiğini açıkladı. Duda, festüste tek başına bir sorun olmasının değil, sorunun ne olduğunun önemli olduğunu vurgularken, değişikliği bir yasa olarak değil, "down sendromlu çocukları kurtarma" olarak görmeyi tercih ettiğini söyledi. Kısa bir süre sonra ise 2016'da olduğu gibi hükümet geri adım atmak zorunda kaldı ve yasa değişikliğinin parlamentoda biraz daha tartışılması gerektiğine karar verdi.
Eylemler ilk kitleselliğiyle olmasa da özellikle büyük kentlerde düzenli olarak devam ediyor. Sokaklarda özellikle genç kadın ve erkekleri görmek mümkün, eylemlerin sloganları ve konuşmalara kulak verildiğinde ise gençlerin yalnızca kürtaj yasağına karşı değil toplamda hükümete karşı sokakta olduğu ve iklim değişikliği, kapitalizm karşıtlığı gibi daha büyük toplumsal taleplerle sokağa çıktıkları görülüyor. Polonya'da kürtaj yasağı tartışmalarının tekrar alevlendirilmesinden önce de benzer bir kitle aslında Onur Yürüyüşü esnasında ortaya çıkıyordu. Ancak bu genç kitlenin, bir başka tanımla Z kuşağı Polonya gençliğinin talepleri gittikçe genişliyor.
Kaynak:
Aborcyjny Dream Team, http://aborcyjnydreamteam.pl/.
Bystydzienski, J.M. (2001).The feminist movement in Poland: Why so slow?" Women's Studies International Forum 24 (5), pp. 501–511.
Fuszara, M. (2005). Between Feminism and the Catholic Church: The Women's Movement in Poland. Sociologický Časopis 41 (6), pp. 1057-1075
Krzyżanowska, N. (2015). Polish Feminist Movement after 1989: Achievements, Challenges and Open Questions. Kultura i Edukacja 2 (108), pp. 39–62.
Strajk Kobiet, http://strajkkobiet.eu/.