22 Eylül 2024 Pazar

Elif Bayburt yazdı | Ölüler bizi uyarıyor

Emperyalistlerin ve bölge işbirlikçilerinin işgal, inkar ve imha planlarına hız kazandırdığı, savaş sermayesinden elde edecekleri karlarla patronların ellerini ovuşturduğu, Türk, Kürt, Arap, Fars, Ermeni ve tüm bölge halklarının, işçi ve emekçilerinin, egemenlerin çıkar planları arasında bir cendereye sıkıştırılmak istendiği güncel somut koşullarda, Rosa ve yoldaşlarının çağrısı bir kez daha ayrı bir anlam kazanıyor.

Siyonist İsrail'in Filistin'e dönük 75 yıldır süregelen işgal politikaları, 7 Ekim'den bu yana yeni bir aşamaya ulaştı. İsrail'in soykırım saldırılarında 24 bini aşkın Filistinli katledilirken, 2 milyona yakın insan da yaşadığı yerlerden göç etmek zorunda kaldı. Gazze Şeridi'nde hastaneler, okullar, camiler, kiliseler ve bir bütün olarak sivil altyapı yok edildi, süren ambargo sonucu Filistin halkı bir yandan yoğun bir bombardımanla uğraşırken bir yandan da elektrik, su, gıda, ilaç, yakıt gibi temel ihtiyaç maddelerinden yoksun bırakıldı. İşgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te de saldırılar, baskınlar sürüyor, neredeyse her gün bir başka Filistinli katlediliyor. İsrail ordusu, Filistinli direniş güçlerini ve liderlerini de özel olarak hedef almaya devam ediyor.

İsrail'in Filistin topraklarında sürdürdüğü apartheid rejimini en iyi anlayanlardan Güney Afrika hükümeti, İsrail'in soykırım suçuyla yargılanması için Uluslararası Adalet Divanı'na başvurdu. İki gün süren savunmalarda, Güney Afrika heyeti soykırıma dair bütün delilleri apaçık bir şekilde ortaya koyarken, İsrail heyeti tarihi 7 Ekim'den başlatarak, "Hamas'a karşı" yürüttükleri savaşta kendilerine her şeyin mubah olduğunu söylemekle yetindi.

Almanya'da Sosyal Demokrat Parti (SPD) hükümeti, Uluslararası Adalet Divanı'nda İsrail'e dönük dosyaya müdahil olacağını açıkladı. Alman hükümet sözcüsü Steffen Hebestreit, hükümetlerinin İsrail'e dönük soykırım suçlamalarını güçlü bir şekilde reddettiğini belirterek, suçlamaların hiçbir temeli olmadığını öne sürdü. Hebestreit, Alman hükümetinin İsrail'in "Hamas'a karşı kendini savunmasını" desteklemeye devam edeceklerinin altını çizdi. Açıklama, tam da 21'inci yüzyılın ilk soykırımı olarak kabul edilen, Almanların Namibya'da Herero ve Nama halklarına dönük soykırımının yıldönümünde geldi. Namibya hükümeti, Alman hükümetinin soykırımcı anlayışı sürdürdüğüne dair bir beyanla bu desteği kınadı.

Alman hükümeti, soykırımcı İsrail'e olan desteğini bugüne kadar Almanya'da Filistin'e destek için düzenlenen bütün eylemlere saldırarak, Filistin bayraklarını yasaklayarak, Filistin'le dayanışma eylemleri düzenleyen genç kadın örgütü Zora üyelerinin evlerini ve kafesini basarak ve son olarak 14 Ocak'ta başkent Berlin'de Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht ve Vladimir Lenin'i anmak için düzenlenen eylemde Filistin bayrağı taşıyan devrimcilere saldırarak; yaralayıp, gözaltına alarak gösterdi.

15 Ocak 1919'da aynı Sosyal Demokrat Parti'nin talimatıyla, Freikorps adı verilen, devlet tarafından komünistlere karşı özel olarak örgütlenmiş silahlı birlikler tarafından gözaltına alınan "Devrimin kartalları" Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht, işkencede katledildi. Bugün Berlin'de başka pek çok devrimciyle birlikte yan yana yattıkları anıt mezar üzerinde yer alan ifadeler, gayet açık: "Ölüler bizi uyarıyor."

Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında Almanya Sosyal Demokrat Partisi yönetiminin, tüm itirazlara rağmen 4 Ağustos 1914'te, Meclis'te, hükümetin savaş bütçesine destek vermesine karşı çıkan Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht ve yoldaşları, kısa bir süre sonra, revizyonizme saplanan SPD'yle kopuşarak sonradan Almanya Komünist Partisi'ne (KPD) dönüşecek Spartaküs Birliği'ni kurdu.

Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı nihayete ererken, Alman İmparatorluğu'nun yıkılması ve diğer yanda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin kurulmasıyla, Almanya'da halkın ve işçi sınıfının devrim arzusu giderek büyüyor, ülkenin dört bir yanında grevler, işçi ayaklanmaları hızla yayılıyordu. 1918'in Kasım ayına gelindiğinde ülkenin bütün büyük şehirlerinde işçi, köylü ve asker konseyleri kurulmuştu. Spartakistler, 1918-19 Alman devrimine giden süreçte işçi ve emekçiler arasında örgütlenme faaliyetlerini yürüterek, işçi sınıfının iktidarına giden yolun taşlarını dizerken, SPD, halkın devrim arzusunu bastırmak ve parlamenter düzeni kurmak için elinden geleni ardına koymuyordu.

Spartakistlerin öncülüğündeki silahlı işçilerin tüm direnişine, hatta Liebknecht tarafından Alman Sovyet Cumhuriyeti'nin kuruluşunun ilan edilmesine rağmen nihayetinde SPD'nin aparatlığında karşıdevrim kazandı. Binlerce devrimci, işçi ve emekçi katledildi. Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht de, önder kadroları oldukları Sosyal Demokrat Parti'nin katlettiği devrimcilerden oldu.

Doğruluğu tarih boyunca tekrar tekrar sınanarak kanıtlanmış bir gerçek: İşçi sınıfı ve ezilenleri yok sayarak, egemenlerin savaş çığırtkanlığına ortak olmanın revizyonizm ve karşıdevrimcilikten, aparatlıktan başka çıktığı bir yol yoktur. Rosa, devrimci deneyimler bahçemizin en kızıl gülü, ölümünden bu yana geçen 105 yılda uyarmaya devam ediyor.

1871'de Polonya'da doğan Rosa Luxemburg, genç yaşlarından itibaren devrimci mücadele içerisinde yer almış, ülkesini terk etmek zorunda kaldığında İsviçre'ye yerleşerek eğitimini burada sürdürmüştü. Zekası, öngörüsü, güçlü kalemi, teorisyenliğiyle ön plana çıkan Rosa, 1898'de Berlin'e taşınarak SPD'nin en dinamik kadrolarından biri oldu.

1904 ve 1906 yıllarında üç kez tutuklanan Rosa, hiçbir tutuklama saldırısının kendisini yıldırmasına müsaade etmeyerek devrimci mücadeleye ısrarla tutundu. SPD'nin eğitim merkezlerinde eğitmenlik yaptı, usta diliyle sosyalist mücadelenin teorik cephesinin en üretken isimleri arasına adını yazdırdı. Bernstein ve Kautsky revizyonizmini ilk teşhis edenlerden ve en acımasız eleştirmenlerinden biri olan Rosa, salt egemenler bakımından değil, devrimciler bakımından da erkek bir dünyada, nasıl bir kadın kadro olmalı sorusunun en esaslı cevaplarından biri olarak somutlaşıyor.

Elbette Rosa'ya dair tartışmalı pek çok yön var. Tarih bize öğrenmemiz için epeyce yüklü dersler sunuyor. Ancak Rosa, kadın önderleşmesinin yolunun ideolojik, teorik, pratik uzmanlaşma, keskin ve bütünlüklü bir bakış açısı -tıpkı bir kartal gibi- ve devrimci çizgide ısrardan geçtiğini oldukça yalın bir şekilde gösteriyor. Rosa bize sosyalist kadınlar olarak devrim ve sosyalizmde, mücadelede ısrarın, yaşamakta ısrar olduğunu anlatıyor. Devrimin her alanda emekçiliğini yapan, legal ve illegal tüm imkanları seferber eden Rosa ve yoldaşlarının yazdığı tarih, hepimizin tarihidir.

Emperyalistlerin ve bölge işbirlikçilerinin işgal, inkar ve imha planlarına hız kazandırdığı, savaş sermayesinden elde edecekleri karlarla patronların ellerini ovuşturduğu, Türk, Kürt, Arap, Fars, Ermeni ve tüm bölge halklarının, işçi ve emekçilerinin, egemenlerin çıkar planları arasında bir cendereye sıkıştırılmak istendiği güncel somut koşullarda, Rosa ve yoldaşlarının çağrısı bir kez daha ayrı bir anlam kazanıyor. İşçi ve emekçilerin, ezilenlerin kurtuluşunu reformda, parlamentarizmde gören, devletin ya kurucusu ya da aparatı günümüz "SPD"lerine karşı enternasyonalist devrimciler, bilhassa kadınlar, sınıf savaşımının tarihinden öğrenerek devrimci yürüyüşümüzü büyütmek gibi hayati bir sorumlulukla yüz yüzeyiz. Ölülerimiz bizi uyarıyor. Tarihin çarkları dönmeye devam ediyor. Ya bu çarklar arasında ezilip un ufak olacağız, ya da bu çarka çomak sokup yeni bir dünyanın kurucuları olacağız. Ya barbarlık, ya sosyalizm. Başka bir çıkışımız yok.