26 Kasım 2024 Salı

Ece Şimşek yazdı | Kadınlar kendi adalet sistemini inşa ediyor

Pek çok kadına sistematik cinsel şiddet uygulayan Hasan Ali Toptaş, suçunu ‘eril faillik’ olarak tarif ediyor. Özür dilemekten bile aciz -ki suçun karşılığı özür değil cezadır- laf cambazı erkekler, cümleler böyle dizilince kadınların etkileneceğini düşünüyor sanırım. Ama yanıldığını söyleyelim. Çünkü o sırada kadınlar kendisinin cezasını kesmekle meşgul…

"Bugün karşınızda hakkımdaki iddialardan ötürü bulunmaktan dolayı çok üzgünüm. Büyük bir gururla yürüttüğüm avukat, aktivist kimliğime yakışır şekilde hareket etmek istiyorum. Yıllarca aynı gerçeği savundum, bugün de bu değişmeyecek. Kadının beyanı esastır. Eşimin yanında olmanızı haklı olmaya tercih ederim. İddialar dikkate alınsın, araştırılsın."

Bu sözler Fransız yapımı Le Bazar de la Charité dizisinden uyarlanan Alev Alev'de, eşine sistematik şiddet uygulayan Çelebi Karabeyli karakterinin repliğinden alıntı. Ne kadar tanıdık geldi, öyle değil mi? Söyleyen kişinin işlediği suçları bilmeden dinlesek, kulağa hoş gelecek. Tıpkı Hasan Ali Toptaş'ın, "eril faillik" açıklaması gibi...

Kadınlar, birkaç gündür edebiyat dünyasının tanıdık isimlerinin işlediği cinsel şiddet suçlarını sosyal medyadan ifşa ediyor. Buna yeni bir metoo hareketi diyebiliriz. Hareket temel dayanağını, 'Uykuların kaçsın ben ne zaman ifşa edileceğim diye' sözünden alıyor. İfşalar #UykularınKaçsın hashtagi ile paylaşılıyor.

Her şey Hasan Ali Toptaş'ın ifşası üzerine başladı ve dalga dalga yayıldı. Suç büyük olunca çıkardığı gürültü de böyle büyük oluyor. Edebiyat dünyasından başkaca isimler ve tacizi destekleyenler, meşrulaştıranlar da kadınların tepkisi ile karşılaştı. Dahası bu ifşa hareketi edebiyat camiası ile sınırlı kalmadı. Sosyal medyaya kadınların beyanları düşmeye devam ediyor. Kadınların birbirinden güç alarak büyüttüğü bu hareket karşısında hakikaten uykuları kaçan çok erkeğin olduğu görülüyor. Öte yandan ifşa yöntemi üzerine de çeşitli tartışmalar yapılıyor. Bu konuda derinleşmeye ihtiyacımızın olduğu açık.

İfşa, daha çok şiddete uğrayan kişinin kendisini terapi etme, rahatlatma yöntemi olarak değerlendiriliyor. Kadınların tek derdinin anlatıp rahatlamak olduğu düşünülüyor. İfşanın tek nedeni ve sonucu bu olsa yine kadın mücadelesinin ve dayanışmasının büyümesi açısından çok önemli olmuş olurdu, ancak bununla sınırlı değil. İfşa esasen şiddet failinin alanını daraltmak, suçunu tekrarlamasını önlemek ve başkaca örneklerin önüne geçmek bakımından önemli bir yöntem olarak karşımızda duruyor. Bu nedenle ifşayı bir cinssavunma hareketi olarak tanımlamak gerekiyor.

Bu hareketi nasıl büyütebileceğimiz, suçu önlemede başka tamamlayıcı yöntemleri nasıl geliştirebileceğimiz, yönteme dair çeşitli manipülasyonlarla nasıl mücadele edeceğimiz ise üzerine tartışmamız gereken konular.

İfşanın en zor kısmı kadının kendisiyle verdiği mücadeleyi kazanmasıdır. Cinsel suçla muhatap olduktan sonra toplumsal kodlar devreye girer, 'buna neden olacak ne yaptım', ya da 'bana kim inanacak', 'nasıl ispat ederim' kaygıları başlar. Hele ki tacizci toplum tarafından tanınan, sevilen bir karakterse 'iftira' atmakla suçlanmaktan korkar. Bir kadının ifşası, en başta kendisine karşı kazanılmış bir savaştır. Arkasında durulmazsa bütün kadınlar kaybeder.

O yüzden ifşada bulunan kadın bütün sorulara hazırlıklıdır. 'Neden şimdiye kadar anlatmadın' sorusunda, erkeğin değil kendisinin yargılanacağını bilir. Zaten mesele kadınların beyanı olunca kimse esasa bakmaz, usule takılmak en konforlusu ve bilerek ya da bilmeyerek en erkek yanlısı olanıdır. Bir kadın bir şiddet beyanında bulunduğunda bunu nasıl yaptığı, kimlere anlattığı, hangi platform üzerinden anlattığı, örgütlü mü hareket ettiği bireysel mi davrandığı, doğrusunun bu mu olduğu başka bir yöntem mi tercih edilebileceği tartışılır. Bir bakarsınız suçu işleyen görünmez kılınır. Bu yüzden bütün kadınların parolası, bir kadın konuştuğunda, onun söylediklerine yüzünü dönmek olmalıdır. Çünkü birimizin konuşması hepimize güç verir. Konuşan bir kadın ancak güçlendirir, tehlikeli olan sessizliktir.

'Şimdiye kadar neden anlatmadın' sorusunun yanıtı gerçekten bilinmiyor mu? Bu yüzden mi soruluyor? Şiddete uğrayan pek çok kadın tepkisini şiddet anında veremediğini söylüyor. Hele ki bu bir cinsel şiddetse, kabullenmesi, isminin konulması bile uzun zaman alıyor. Kadının bedeni iradesi dışında kaldığında, kendisinin bir canlı olarak değil bir nesne olarak görüldüğünü düşündüğünde, bunun sonucu özsaygı yitimine kadar gidebiliyor. Çoğu kadın kendisine dahi anlatmaktan kaçıyor. Taciz karşısında bütün kadınların hissettiği aynı değil elbette. Kadının bedeni ile kurduğu ilişki, toplumsal kodlar karşısındaki tutumu, kişisel ve psikolojik pek çok etkeni var verilen tepkinin ya da hissedilenin. Ancak burada mevzuu bu değil. Mevzuu kadını sorgulayan sorunun şiddeti uygulayan erkeği koruduğu…

Pek çok kadına sistematik cinsel şiddet uygulayan Hasan Ali Toptaş, suçunu 'eril faillik' olarak tarif ediyor. Özür dilemekten bile aciz -ki suçun karşılığı özür değil cezadır- laf cambazı erkekler, cümleler böyle dizilince kadınların etkileneceğini düşünüyor sanırım. Ama yanıldığını söyleyelim. Çünkü o sırada kadınlar kendisinin cezasını kesmekle meşgul…

Sosyal medyada ifşaların peşi sıra gelmesi ve yazar İbrahim Çolak'ın intiharı üzerine "linç" nitelendirilmeleri ile bir manipülasyon girişimi başlatıldı. Kimileri ifşa eden kişinin suçu açık bir şekilde ortaya koymasını istiyor. "Kamuya açık alanda ifşa ediyorsanız 'taciz' deyip geçemezsiniz" deniyor. Eğer ki Türkiye'de kadının beyanını esas alan, aksinin ispatını erkeğe bırakan, adil bir yargı olsaydı, bütün bu suçların açıklanacağı adresin yargı olması gerektiği açık. Peki bunun olmayışının bedelini yine kadınlar mı ödemeli? Ne bekleniyor kadınlardan? Cinsel şiddete uğrayıp bunu detayları ile herkesle paylaşması mı? Ya da suçu ortaya çıkan erkeğin intiharının vicdan azabını çekmeleri mi isteniyor?

Eğer ki intihar konuşulacaksa gelin Batman'da Uzman Çavuş Musa Orhan'ın tecavüzü nedeniyle intihar eden 18 yaşındaki İpek Er'i konuşalım. 18 yaşında öğretmeni tarafından tecavüze uğradığı için intihar eden Cansel Buse Kınalı'yı konuşalım. 22 yaşında abisinin tecavüzüne uğradığı için intihar eden Aysu Altay'ı konuşalım. 9 yaşından 17 yaşına kadar bir akrabasının cinsel istismarına uğrayan ve intihar edene kadar sesini duyuramayan Ahmet Emre Yıldır'ı konuşalım. Suçu ortaya çıkınca çevre baskısı ve tepkisinden korktuğu için intihar eden İbrahim Çolak'ı değil...

Kadınlar kendi adalet sistemlerini inşa ediyor. Kadın adaletinde statü, ün, sıfat, görev, para, mevkii suç işleyenleri koruyamıyor.