30 Eylül 2024 Pazartesi

Can Tombul yazdı | Hangi adalet!

Fark etmemiz gereken bir durum var. Zulmün artması değildir tez zeval getiren; zulme karşı direnişin yükseltilmesidir. Maalesef coğrafyamızda zulmün her boyutu mevcut. Belki de hiçbir zaman eksik olmadı. Tam da bu nedenle, bu zulmün ortasında, tüm fiziki-hukuki saldırılara rağmen daha adil-insanca yaşam mücadelesini yükseltmek zorundayız. 7 yıldır devam eden Suruç için adalet mücadelemiz de aslolarak topyekun toplumsal mücadelenin bir parçası niteliğindedir. Tüm sorumlulardan hesap sorulsun, yeni katliamlar yaşanmasın diyedir.

"Bilin: Halkın ekmeğidir adalet" diye başlar Bertholt Brecht meşhur şiirinde. "Bil"mekte ve anlatmaktadır: Halkın, en yaşamsal gereksinimlerine -emeği karşılığında- ulaşabilmesi için dahi adalete gereksinimi vardır.

Sınıflı toplumlar tarihi boyunca, tüm ezilen sınıf ve toplulukların mücadelesi, adalet mücadelesini de içinde barındırmıştır. Ve yaşam hakkı dahil hiçbir hak, uğruna mücadele yürütülmeden, hatta çoğunlukla ağır bedeller ödenmeden elde edilmemiştir. Hatta ve hatta elde edilen hakların korunması dahi sürekli bir toplumsal duyarlılığı, çoğu zaman da aktif bir toplumsal mücadeleyi gerekli kılmıştır.

Daha spesifik olarak ise hukuk aygıtı, her ne kadar egemenliğin hükmetme aygıtlarından biri olsa da, mevcut toplumsal düzenin sürdürülebilmesi bakımından "diplomatik" bir misyona da sahiptir. Temel görevi toplumsal adalet talebini dindirmektir. Egemenliğin diğer aygıtlarıyla birlikte toplumsal adalet talepleri bastırılamadığı veya zayıflatılamadığında, toplumsal düzenin sürdürülebilmesi adına hukuk aygıtı bu talepleri kısmen veya tamamen karşılamak zorunda kalır. Hatta toplumun geniş kesimlerince sahiplenilmiş bir adalet mücadelesi iktidarın kliğini, biçimini, yapısını hatta sınıfını dahi değiştirmeye adaydır. Sadece yolsuzluk suçlamasıyla devrilen iktidarlar olmuştur.

Tarih, adalet mücadelesinin ve/veya adaletsizliğe karşı direnmenin sonucu olan toplumsal kazanımlarla doludur. Bugünün kazanılmış en temel insan hakları (yetersizlik ve soyutluklarına rağmen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi), burjuva devletlerin "adil olma" kararının değil, Nazi zulmüne direnen halkların, katliamlara ve işkencelere rağmen Nazi Mahkemelerindeki adalet çığlığının kazanımlarıdır. Yine bugünün İnsanlığa Karşı Suçlar ve Savaş Suçları kavramları, Nürnberg İlkeleri olarak bilinen ve ilk kez Nazilerin yenilgisi sonrası oluşturulan Nürnberg Mahkemeleri'nce kullanılan ilkelerdir.

Aynı şekilde insanlığın en temel değerlerinin korunması adına yürütülen ve temel sacayaklarından biri de adalet olan; gözaltında kayıplara karşı mücadelenin, işkence ve insanlığa karşı suçlarla mücadele pratiklerinin, siyasi darbelere karşı yürütülen mücadelelerin, köy yakma ve boşaltmalara, Çorum-Maraş-Sivas-Gazi katliamlarına karşı yürütülen mücadelelerin önemini yadsıyabilir miyiz? Dünyada ve coğrafyamızda bu mücadele pratikleri olmasaydı hangi insani değerimiz, hangi varlığımız-kimliğimiz kalırdı geriye?

Evet, doğru olan mücadeleydi. Bu mücadeleler zaman zaman zulmü dizginledi, sadece daha kötüye gidişi önledi. Bazı dönem ve coğrafyalarda ise daha kalıcı sonuçlar alındı. Ancak bazı durumlarda yeterli olmadı.

Fark etmemiz gereken bir durum var. Zulmün artması değildir tez zeval getiren; zulme karşı direnişin yükseltilmesidir. Maalesef coğrafyamızda zulmün her boyutu mevcut. Belki de hiçbir zaman eksik olmadı. Tam da bu nedenle, bu zulmün ortasında, tüm fiziki-hukuki saldırılara rağmen daha adil-insanca yaşam mücadelesini yükseltmek zorundayız.

7 yıldır devam eden Suruç için adalet mücadelemiz de aslolarak topyekun toplumsal mücadelenin bir parçası niteliğindedir. Tüm sorumlulardan hesap sorulsun, yeni katliamlar yaşanmasın diyedir.

Bugüne kadar Suruç için adalet mücadelemiz defalarca fiziki saldırıya uğradı, anmalarımız engellenmeye çalışıldı; ailelerimiz, yaralılarımız, tanıklarımız, avukatlarımız dahil olmak üzere gözaltı-tutuklama saldırılarına maruz kaldı. Davaların üzeri kapatılmaya, Suruç'ta bulunan yoldaşlarımız terörist ilan edilmeye çalışıldı. Duruşmalar kervan geçmez hapishane kampüslerine kaçırıldı. Tek tutuklu sanık bir kez olsun mahkemeye getirilmedi. Halkın ve hatta basının dahi dosyayı takibi engellenmeye çalışıldı.

Katliamın hemen sonrasında, dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu tarafından dile getirilen "Suruç'un failini bulduk, Şeyh Abdurrahman Alagöz'dür" şeklindeki söylem açıkça katliamın üzerinin kapatılması talimatıydı. Ancak özellikle SGDF'nin diğer gençlik örgütleriyle birleşik mücadeledeki ısrarı, "Gizlilik kararı kaldırılsın, failler yargılansın" eylemleri, ailelerimiz ve yaralılarımızın adalet talebinden vazgeçmeyişi, hukukçu meslektaşlarımızın bizlerle sokak sokak delil toplayışı, takip edilen diğer katliam dosyalarıyla bağlantıların ortaya çıkartılması sonucunda mevcut davalar açılmıştır.

Polisin yazılı istihbarata rağmen katliamı önlemedikleri ortaya çıkartılmıştır. Görevi ihmal suçundan "göstermelik" cezalar verilmiş olsa da, katliamda devletin sorumluluğunun kabul edilmek zorunda kalınması bakımından önemlidir.

Suruç katliamı davası ve bağlantılı katliam davalarında IŞİD yapılanması ve devlet sorumluluğuna dair birçok veri ortaya çıkmıştır.

IŞİD'in komuta kademesindeki davanın firari sanıklarının katliam öncesinde 19 ay boyunca fiziki ve teknik olarak takip edildiği, yeterli delile ulaşılmasına (IŞİD hücrelerinin oluşum süreçleri; IŞİD'le bağlantılı derneklerin ve şirketlerin kurulması, para akışları; El Kaide ve IŞİD örgütlerine insan kazandırmak amacıyla eğitim faaliyetleri; Suriye'deki çatışmalı bölgelere gidiş gelişler; Türkiye'den ve başka ülkelerden terör örgütlerine insan ve malzeme akışları; Suriye'den Türkiye'ye örgütsel faaliyet amaçlı geçişler; Bu faaliyetlere destek olan, yardım eden şahıslar; Suriye'nin çatışmalı bölgelerinde yaralananların Türkiye'ye geçişleri ve tedavilerinin yapılması vs.) rağmen hiçbir işlem yapılmadan takibe son verildiği ortaya çıkmıştır.

IŞİD'in dünyaya yayınladığı infaz videolarında fail olarak yüzü görünen Ahmet Güneş'in yakalanıp, bu infaz videolarından sorgulanmasına rağmen serbest bırakıldığı ortaya çıkmıştır.

Brüksel havaalanında bombalı katliam yapan İbrahim El Bakraoui'nin, daha önce Türkiye'de gözaltına alınıp mahkemeden "yurtdışı çıkış yasağıyla" serbest bırakılmasına rağmen, polis tarafından sınır dışı edildiği ortaya çıkmıştır.

Suruç Katliamı davasının firari sanıklarından, IŞİD üst düzey yöneticilerinden İlhami Balı'nın arandığı dönemde (2016) Ankara'da bir otelde MİT ile görüştüğüne dair basına sızan "emniyet raporu"na dair tüm taleplerimize mahkemenin hiçbir araştırma yapmayışı, otel kamera görüntülerini dahi istemeyişi, daha sonra İlhami Balı'nın yakın tarihlerde Konya'da devlet hastanesinde tedavi gördüğünün ortaya çıkması devletin bu katliamdaki rolünü ortaya koymak için yeterlidir.

Daha birçok veri, "400 milletvekili verin bu iş huzur içinde çözülsün" diyen, "Katliam sonrası anket yaptık, oylarımız artmış" diyen siyasi iktidarın "kabul"ünü doğrulamıştır.

Suruç için adalet mücadelesi; tüm sorumlulardan hesap sorulana kadar sürdürülmesi, toplumun en geniş kesimlerine yayılması elzem bir mücadeledir.
Elzemdir, yeni Suruç'lar yaşanmasın diye!
Elzemdir, 33'lerimizin düşleri gerçek olabilsin diye!
Sonuç olarak Bertholt Brecht'in dediği gibi;
"Öteki ekmeği kim pişiren?
Adaletin ekmeğini de
kendisi pişirmeli halkın,
gündelik ekmek gibi.
Bol, pişkin, verimli."

*Suruç İçin Adalet Platformu avukatı