30 Eylül 2024 Pazartesi

Azad Fırat (Okan Altunöz) yazdı | LGBTİ+'lar her yerde!

Rojava'da 8 Mayıs 2022 tarihinde ölümsüzleşen MLKP/KKÖ savaşçısı trans kadın Okan Altunöz'ün 2017 yılında kaleme aldığı Azad Fırat mahlaslı yazıyı güncel önemi nedeniyle yayınlıyoruz. Yazı, "Kadın bedeninin metalaştırılması, ev içi emeğin analizi, LGBTİ+'ların toplumsal durumu, heteroseksizmin analizi, cins bilinci" üzerine tartışma yürütmek amacıyla Sosyalist Kadın dergisinin özel eki olarak yayınlanan Kadın Şafağı dergisinin 7. sayısından alınmıştır.

"Onlar dans ederken görüldükleri için müziği duyamayanlarca deli sayıldılar."

Konumuz olan öznenin, özellikle de Gezi ayaklanması ile kendi bakımından niteliksel sıçramalara sarıldığı bir döneme girmiş olduğunu dile getirebilmek mümkün. Buradan ortaya çıkartılan niceliğin ise deklare edilen örgütlülüklere dönüştürüldüğünü süreç içerisinde gözlemledik. Tarihine oranla, bu kimliklerin kendi yaşam hakkı savaşımını daha iddialı düzeylere taşıdığını söyleyebiliriz. Bu iddia düzeyi ile de burjuvazi-proletarya savaşımında emekçi saflarda daha etkili bir nitelik ile beraber keskinleşen çizgilerin varlığından söz etmek mümkün.

Burjuva aygıtların "barış" sürecinde, sözüm ona toplumun tüm kesimlerine yönelik dile getirdiği sahte politikaları, bugün kendini kokuşmuş ve ayyuka çıkmış bir siyasi karakter ile beraber toplumun ezilen kesimlerinin üzerinde daha görünür tahakküm ve baskı biçimlerine bırakmıştır. Ayyuka çıkan baskılama ve saf dışı bırakma politikaları, erkek egemen zihniyet çerçevesinde öncelikle kadın özgürlük mücadelesini sonrasında da LGBTİ+'lar ve örgütlerini hedefine almıştır. İktidarın ötekileştirme politikaları da özneyi örgütlü olmaya, mücadelenin bütün zor aygıtlarını kullanmaya ve bununla beraber mücadele dinamiklerini emekçi saflarda yoğunlaştırmaya itmektedir. Görünen o ki, LGBTİ+'lar ve örgütlerinin cinsel özgürleşme perspektifi temelinde sınıfsal kurtuluşu öngörecekleri mücadele tarzı ve biçimlerine bürünmeye ihtiyacı vardır.

Böyle kısa bir süreç analizinden yola çıkacak olursak LGBTİ+ dinamiklerinin, sürecinin ve tarihinin daha detaylı, geniş ve kapsamlı bir analize ihtiyacı olduğunun altını çizmek gerekir.

Fakat LGBTİ+ bir partili olarak hem devrimci mücadelenin kendi özgünlüklerinde hem de toplumsal yaşam içerisinde yaşanan sorunları ve bunlara dair öngörülmesini düşündüğüm perspektifleri, öznenin kendi ağzından dile getirmemin, günümüz mücadele koşullarını daha sağlam temeller ekseninde örmek adına bir katkı olabileceğini düşünerek, konumuzu 4 başlık altında ele aldım. Bu başlıklar da kendi içerisinde derin ve uzun tartışmaları kapsamadığından, sürecin analizine yönelik tartışmaları kısıtlamak durumunda kaldım. Yine erkek egemenliğinin veya burjuva politikanın teşhirinden ziyade devrimci mücadelenin iç dinamiklerine yoğunlaşmayı tercih ettim.

1- CİNSEL KİMLİĞİN TOPLUM VE DEVRİMCİ KOLEKTİF YAŞAM İÇİNDEKİ SORUNLARI
Her ötekileştirilen kimliğin veya her yönelimin kendi özgünlüğü ile özdeşleşmekte sorunlu ve sancılı süreçler geçirdiğine, bir kısmımızın bu sancılı süreçler sonucu kendi yaşamsal varlığından vazgeçtiğine, bir kısmımızın da toplumun ahlak duvarlarını parçalayıp bir alt üst oluşla kendi rengiyle yaşamayı tercih ettiğine tanıklık etmişizdir. Ne var ki oransal bakımdan, kendi özgünlüğüyle özdeşleşmekten ziyade, bunu benimsemekte sancılı süreçler yaşayan ve kendi kimliğiyle beraber yaşamına son vermeye dek varan sonuçların ortaya çıktığı örneklerle daha çok karşılaşırız.

Aslında benim de kendi kimliğim ile yaşadığım farkındalık sürecimin sonunda, böyle bir tanışma ve benimseme sürecine girdiğimi ve bunun hala devam ettiğini söyleyebilirim. Bu tanışma savaşımımın etkin dinamiklerinin büyük bir çoğunluğunu toplumsal ve çevresel baskı faktörleri kaplarken, bir kısmını da özgünlüğüm ile barışık olma düzeyim oluşturuyor. Bir özne olarak kendi kimliğime yaklaşım tarzımın ve düzeyimin büyük bir çoğunluğunu toplumsal "ahlakçı" zihniyetin baskısı kaplıyor.

Bu baskı ve "ahlak" çerçevesinde yaşamak zorunda olduğumu düşündüren uzun bir zaman geçirdim. Çünkü bu çerçevenin ilk iktidar aygıtını öğretilmiş erkeklik ele geçiriyor. "Bana böyle öğretildi", "ailem böyledir, böyle düşünüyor", "arkadaşlarımın hepsi şöyledir", "erkek erkektir" gibi örnekleri, çizilmiş öğretilmişlik çerçevelerinin dile ve düşünceye yansımaları olarak nitelendirebiliriz.

Dolayısıyla kimliğimle tanışma sürecimin toplum zihniyetiyle mücadeleden daha çok öğretilmiş erkek cins bilinciyle içsel bir mücadele ile geçtiğini söyleyebilirim. Bu içsel mücadele sorununu ele alıp bir organizma veya bir kolektif ile bağdaştıracak olursak eğer, örneğin parti kuvvetlerinin veya parti politikasının kendi gelişimini esas alıp kendini masaya yatırmasıyla benzer olduğunu söyleyebiliriz. Ya da toplumsal erk zihniyetin yaratmış olduğu bilinç çerçevesinden uzaklaşma mücadelesiyle kurduğu ilişki üzerinden tanımlayabiliriz.

Ancak birey bu tahlili ve sorgulamayı kendi özgürleşmesi üzerinden yapar. Parti ise hem kendi özgürleşmesi hem de toplumun özgürleştirilme misyonu üzerinden yapar. Buradan bu tahlili ilerici sonuçlara ulaştırabilmek önemli bir yer tutar. Kendi politikasını, eleştirdiği burjuva politikanın ve sistemin karşısında geliştiremeyen, alternatifini iç örgütlülüğünde vücutlaştıramayan bir parti düşünün;  politik veya askeri kazanımlarının ivmeli bir hızla geriye düşeceğini öngörmek mümkün. LGBTİ+'lar için de bu tahlil halinin özgürleşme ile sonlandırılmasının çok önemli bir durum olduğuna vurgu yapmak gerekir.

Buna rağmen birçoğumuz henüz böylesine inkarcı ve erkek egemenliğinin yaratmış olduğu gerici baskı çerçevelerinden tamamen sıyrılmış değiliz. Bu sıyrılamama durumu özellikle de devrimci bir LGBTİ+'nın, partisi özgünlüğünde içinde bulunduğu kolektifin bireylere yansıyan erkeklik veya öğretilmiş kadınlık hallerinin homofobik düşünce ve yaklaşımlara dönüşmesinden veya bu yaklaşımlar sonucu toplumsal kaygıların içsel tartışmalarda ağır basan bir yerde durmasından kaynaklıdır.

Homofobik yaklaşımlar, samimi bir kolektif içerisinde dahi kimliğini gizli tutmaya kadar varan sorunları ve çoğunlukla kaygıları beraberinde getiriyor. Bu kaygıları daha basit olgulara indirgeyecek olursak eğer; bunları bazı maddeler altında sıralayabiliriz. Aile içinde örneği çok yaşanan bir kaygıyı ele alalım. Bu, anne veya herhangi bir aile ferdi tarafından cinsel kimliğinin anlaşılması durumunda bu kişilerin senin hakkındaki düşünceleri, duyguları veya yaklaşımlarının olumsuz yönde değişeceği kaygısı olarak tanımlanabilir.

Bu kaygının parti kolektifi içerisindeki yansıması da biraz böyle yaşam buluyor diyebilirim. Buna bir eşcinselin, cinsel özgürleşmenin, kimlik özgürleşmesinin önüne taşlar koyan bir kaygı demek mümkün. Çözüm anahtarı ise öncelikle öznenin kendisinde, daha sonra ise kolektifin düşünce yapısında somutlaşıyor. Burada her iki tarafın da normal algısını kendisine dayatması ve bunu samimi bir biçimde düşüncesine işlemesi önemli bir yerde duruyor.

Diğer yandan cinsel yönelimin salt cinsellik üzerine kurulu olduğu ve bunun seks endüstrisine ait olgular olarak gelişim gösterdiği düşüncesi de devrimci sol cephenin son yıllarda dile getirdiği tartışmalar içinde yer aldı. Bu düşünce biçimiyle de birçok açıdan karşılaşmak mümkün oluyor. Konu üzerinden iki tarzda ve biçimde tartışma yolu izlenebilir. İlki cinselliğin özgür yaşanması konusundaki düşüncemizin niteliği, ikincisi ise cinsel kimliğin neden cinsellik veya seks olguları üzerinden nitelendirildiği olmalıdır. Buradan gerici yanlarımıza sorular sorduğumuzda ancak bir sonuca ulaşabiliriz.

Açıktır ki; cinsel kimliğini ve yönelimini salt cinsellik üzerinden tanımlamak, kadını seks kölesi olarak gören, onu salt yatak algısıyla tanımlayan gerici erk düşüncenin bir ürünü, bir sonucudur. Çoğunlukla açık kimliğiyle yaşam sürdüren LGBTİ+'ların çalışma koşullarından yoksun bırakılarak seks işçiliğine mahkum edildiğini bir kenara atarak, seks işçiliğini de salt tercih olarak betimleyen zihniyet, gerici burjuva erkek egemen zihniyettir. Veyahut cinselliği evliliğin kalıpları içerisinde düşünen, kadının köleliğe mahkum, erkeğin özgür olduğu bir durum olarak tanımlayan insani olmayan zihniyetle benzeştiğinden dolayı bu cinsel özgürleşme durumunun önüne taşlar diziliyor.

Bu tartışmaların birçoğuna devrimci mücadelenin ön saflarında bile rastlamak mümkün oluyor. Buradan kararlı iç hesaplaşmalarla yola çıkılmalı, kararlı savaşımlarla bütünleşilmelidir.

2- VAROLUŞ BİÇİMLERİNİN ÖZGÜNLÜĞÜ
İkinci bir başlık olarak varoluş biçimlerinin özgünlüklerini tanımanın önemine dikkat çekmek istiyorum. Zorlandığımız bir konunun da ya doğal yollarla (yani interseksüel olarak) ortaya çıkan ya da isteğe dayalı fiziksel hareket ve görünüm tercihlerinin, hem toplum tarafından hem de devrimci mücadele saflarında eleştirilen ve önüne geçilen bir durum olarak ortaya çıkması olduğunu söyleyebiliriz.

Gayet tabi gey bir yoldaşımızın kendine özgü hareketleri, konuşması veya görüntüsü olabilir. Bunu kendi yönelimine göre vücutlaştırabilir. Veyahut trans bir yoldaşın kendine has bir giyim tarzı olabilir.

Burada önemli olan, yönelimlerin ortaya çıkardığı renkleri toplumsal gerici zihniyet gibi mi ele alacağız, yoksa ilerici bir tutumla bunları özgürleştirmek adına ezilenlerin dayanışma ruhu ve karakteriyle mi harekete geçeceğiz? Toplumlara yüzyıllardır işlenmiş algıların tuzaklarına takılmadan, bunları düşünce bloklarımızdaki normal kategorisine katmak gerekir. Hatta bir bakıma bu renklerin ortaya çıkarılmasını, erkek egemenliğine açılmış bir isyan bayrağı, baskıcı faşizm aygıtları karşısında devrimci bir tutum olarak değerlendirmek gerekir.

Örneğin bu tarz yönelimlerin önü geçersiz koşullar ortaya koyularak engellenmemelidir. Devrimci eylemin, devrimci çalışmanın herhangi bir cephesinde yer alan bir yoldaşın karşısına kitlelerin bakış açısını çıkarmak, ondan utanıldığı düşüncesi dışında nasıl yorumlanabilir?

Kendi başına bu kimliklerin tarz veya görünüşlerine müdahale, erkek egemenliğinin görünümleridir. Böyle bir anlayış homofobi ve transfobiye tekabül eder.

Buradan kendimize bir perspektif çizecek olursak. Kadın beyanını esas alma ilkesiyle benzeştirecek olursak, konu bakımından, öznenin yani LGBTİ+'ların beyanını esas almayı, düşünce, duygu ve davranışlarımızı bu beyan üzerinden şekillendirmeyi önümüze çekmek durumundayız.

3- YOLUMUZ DEVRİM YOLU
Gezi-Haziran ayaklanması ve onur yürüyüşlerinin hız kesmeden büyüyen savaşımıyla kendi adımıza kazanımlarımız olduğu dönemleri yaşadık. Bu kazanımlar kimi yanlarıyla toplumun bazı kesimlerindeki algılarda değişimler olarak ortaya çıktı, kimi yanlarıyla da öznenin kendi savaşımını yürütme biçimlerindeki değişimler olarak ortaya çıktı. Bu değişimi dernekler, örgütler veya topluluklar aracılığı ile örgütlü mücadelenin kapılarını aralayan bir değişim olarak nitelemek mümkün. Yine bunlarla beraber LGBTİ+'ların devrimci mücadele saflarına katılımındaki artışı da kendi mücadele dinamiklerini emekçiler ve ezilenlerin devrimci mücadelesiyle birleştirme yönelimi olarak tanımlamak gerekir. Buradan yola çıkacak olursak, önümüzdeki dönem bakımından ezilenler cephesinin çok farklı mevzilerinin bir arada birçok rengi barındırma zorunluluğunu öngörmek elzemdir.

"Bir kimsenin düşüncesini açıklayamaması köleliktir." Bizler de bu baskıcı toplum modeli altında düşüncelerimizi açıklamaktan yoksun bırakılıyoruz. Kimliklerimizin veya yönelimlerimizin iktidar aygıtları ile baskı altına alınmasının temeli erkek egemenliği ve homofobik burjuva ahlakçılığına dayandığına göre homoseksüellerin, transseksüellerin kendi düşüncelerini, kimliğini, özgürlüğünü arayabilmenin en doğru yolu, baskıcı burjuva aygıtlara karşı örgütlü ve etkin mücadele yollarından geçmektedir.

Elbette bu özgürleşme savaşımının odağında salt cinsel özgürleşme de olmamalı, toplumsal özgürleşme çatısı altında şekillenmeyi elzem görmelidir. Çok basit bir denklemle nitelemek gerekirse kimliklerimizi özgürce yaşayamamamızın, hatta bunu dile bile getirememenin en büyük suçlusu, topluma aşılanan erkek egemen ideoloji ise toplumun kendisiyle de doğru orantılı bir özgürleşme denklemi kurmak durumundayız. Buradan kaynaklı özgürlüğümüzü toplumun özgürlüğünden bağımsız ele alamayız, şayet birbirinden bağımsız ele alacak olursak buradan ileri bir adım atamayız. Eklemek gerekir, tersinden toplumun özgürleşme denkleminin de kadın özgürleşmesi ve LGBTİ+'ların özgürleşmesiyle doğrudan bağlıdır.

Fakat bugün bakımından LGBTİ+ hareketinin mücadele biçimi ve karakteri, yalnızca kimliğini ve tercihini bugünün kapitalist toplum modeline kabullendirme hattından ileriye geçememiştir. Salt kimlik dayatma mücadelesi yerine kimliğini sağlam temeller ile özgürleştirme mücadelesi benimsenmeli ve hareket bu doğrultuda kendine perspektif çizmelidir. Çünkü baskıcı aygıtlar karşısında kimliğimizi ne kadar dayatırsak dayatalım, bu aygıtların asıl sahibi baskıcı bir politikanın ve inkarcı bir iktidarın aygıtları olmaktan çıkmayacak. Söz gelimi kimliğimizi ne kadar kabullenirlerse kabullensinler, evlilik hakkı, çalışma hakkı, yaşama hakkı gibi taleplerin kabulü, faşizmin zulmünü, ataerkil toplumun ideolojisini, burjuvazinin gerici ahlakçı karakterini değiştirmeyecektir.

Burada algılarımızı çevirmemiz gereken ilk nokta, marksist ideolojinin cinsel özgürleşme ufkunun genişliği ve heteroseksist bir topluma nazaran cins özgürlükçü hedefler ortaya koyuşu olmalıdır.

Dolayısıyla marksist ideolojide de ifadesini bulan topyekun kurtuluş projesi ile cinsel özgürleşme ufku arasındaki bağı detaylandırma ve bağdaştırma gerekliliği öne çıkmakta. Sınıfsal, cinsel, etnik sömürü ve baskı mekanizmalarının kapitalizmin güncel durumu içinde ne şekilde eklemlendiğini, gerek teorik düzeyde gerekse buradan türeyen politik çıkarımlar düzeyinde tartışmanın zorunluluğu yadsınamaz.

Toplumsal özgürleşme ile cinsel özgürleşme ufku arasındaki bağın, heteroseksüalite dışındaki cinsel tercihlerin, yani LGBTİ+'ların özgürleşmesindeki rolünü tanımaya ihtiyacımız var. Sonuç olarak LGBTİ+ hareketin toplumsal bir mücadele ile özgürleşmeye, dolayısıyla marksist leninist ideoloji doğrultusunda, ezilen ve emekçilerin mücadele hattından yürümeye ihtiyacı var. Bu amaç doğrultusunda böyle bir hattan mücadele yürütmenin yükü de hem marksist leninistlerin hem de LGBTİ+ hareketinin öncü birliklerin omuzlarına yüklüdür.

4- LGBTİ+'LAR HER YERDE
Ahlakçı burjuva aygıtların tahakkümünde var olmaya çalışan LGBTİ+ hareketin tarihi rollerini marksist leninistler olarak bir nevi ortaya koyabilsek de geçirilen süreç bakımından hareketin teorik çerçevesini çizmek çok da mümkün kılınamadı. Devrimci hareket bakımından cinsel kimlik ve cinsiyet yönelimlerine toplumsal bir rol yüklemek ve bunun öncü gücünün misyonunu oynamak bakımından, ne yazık ki hala teorik sekterlikler ve pratiklerle karşı karşıyayız.

LGBTİ+ hareketin dinamiklerini bir kenara bırakalım, LGBTİ+'ların tek başına var oluş renklerinin dahi günümüz faşizm koşulları ve burjuva zor aygıtları karşısında bir isyan bayrağı olarak konumlandığını söylemek mümkündür. Doğallığında LGBTİ+'ların burjuva zor aygıtları karşısında, erkek egemenliği karşısında güçlü bir mevzi olabilme potansiyelini görmeliyiz. Fakat buna rağmen hala özneye yönelik ayakları üstünde duran bir ideolojik çerçeve çizebilmiş durumda değiliz.

En başta bu durumu özeleştiri konusu yapmak ve buradan doğru bir rota çizmeye yönelmek gerekir. Bir eşcinsel olarak gelinen düzeyi sınırların ötesine taşımada ileri bir hattan yürünmesine dikkat çekmek elzemdir. Bu gelişim çizgisiyle beraber LGBTİ+'ların örgütlülük koşullarının zenginleşme, detaylandırılarak ayakları üstüne oturtma ihtiyacı görünür bir durumda varlığını korumakta.

Öncünün kendi saflarında, kadrolarından kitle çeperine dek uzanan yelpazede farklı kimliklerin cinsel özgürlükleri için mücadele konusunun kavramlaştırılması, kavranması ve benimsenmesi politik hedefi belirlenmelidir.

Bir düzeye getirilmiş olan teorik birikimin pratik adımlarla daha çok buluşabilmesi adına homofobiyle, transfobiyle mücadele yöntemlerini zenginleştirmeye yönelik adımlar atmaya başlamak sürecin görevlerinden olmalıdır.

Öyledir ki LGBTİ+'ların kadın örgütlülükleri altında organik bir biçimde örgütlenmesi öngörülmüştür. Öncelikli olarak LGBTİ+'ların kendi özgünlüğünde bir örgütlülüğe ihtiyacı göz önünde bulundurulmalıdır. Yine de günümüz koşullarını ortaya sunarak, bu türden örgütlenmeyi günün ihtiyacı olarak görmeme eğilimleri ile karşılaşmak mümkün. Fakat öncünün saflarında LGBTİ+'ların örgütlülük düzeyinin düne göre farklı bir duruma ulaştığını, yarın bu niceliğin ve niteliğin daha da yükseleceğini, dolayısıyla bu türden bir örgütlülüğün gerekliliğini dayatabileceğini öngörmek önemlidir.

Bir yanıyla bu açıdan bakmak gerekir, bir yanıyla da LGBTİ+'ların kendi özgün mücadele koşullarını ezilenlerin sınıfsal mücadelesi çizgisiyle birleştirme yönelimlerinin düne göre yüksek olduğunu düşünürsek, proleter mücadele çizgisine yönelen bu eğilimin kapsanabilmesi için bu tarz örgütlülüklerin ihtiyaç olduğunu tez elden görmek gerekir.

Böyle bir örgütlülüğün temelini oluşturuncaya kadar, kadın örgütlenmeleri içerisinde organik bağın biçimleri güçlendirilmeli, ayakları üstüne oturtulmalıdır. Yine kadın örgütünün LGBTİ+ mücadelesine yönelik tartışmalarını yoğunlaştırmasına, amaçlarını berraklaştırmasına, biz LGBTİ+'ların ihtiyacı var. Her iki mücadele hattının da birbiri ile ortaklaşan noktaları üzerinden daha güçlü bir çizgi yaratılması ihtiyacı tartışmasızdır.

Diğer bir yandan devrimci mücadelesini daha ileriye taşımak isteyen her LGBTİ+ yoldaşımızla hem böyle bir perspektifle ilişki kurulmalı hem de bu yoldaşların mücadeleye katılım talepleri daha özgün koşullarda değerlendirilmelidir.

Ezilen kimliklerin faşist diktatörlüğün baskıcı, katliamcı politikaları karşısında bu denli keskin bir saflaşmayla ortaya çıkmış olma gerçeği, bu kesimleri kapsamak ve öncülük etmek ihtiyacını dayatmaktadır.

Geleceğini rengarenk hayal edebilme güdüsü ile burjuvazinin korkulu rüyası olan ezilenlerdir yarınların sahipleri. Eşcinsel özgürlükçü bir sosyalizm hayaliyle, rengarenk bayraklarla donanmaya!