23 Eylül 2024 Pazartesi

Adnan Özcan yazdı | Üniversitelerdeki öğrenci eylemleri bize ne söylüyor?

Gelişen hareketi analiz ettiğimizde, AKP'nin her şehirde bir üniversite adı altında gençliği kendi ideolojisiyle şekillendirme fikrinin boşa düştüğünü görüyoruz. AKP'nin kalesi olarak gördüğü kentlerde ve üniversitelerde, kimi öğretim görevlileri ve faşist çeteleri eliyle politik islamcı, faşist ideolojisini yayma çabaları, gençliğin gelişen öfkesiyle karşı karşıya kaldı.

"Keşke ülke daha iyi durumda olsaydı belki bu kadar genç, çocuk intihar etmezdi." Bu sözler, 15 Ekim günü yoksulluğa, geleceksizliğe ve AKP-MHP faşizmine daha fazla dayanamayarak intihara sürüklenen Resul Alan'ın sözleri.

Elbette içinde bulunduğumuz koşullar altında bunun bir intihar değil rejim tarafından gerçekleştirilmiş bir cinayet olduğu açıktır. Pandemi döneminin derinleştirdiği ekonomik sorunlarla birlikte "Barınamıyoruz" diyerek sokaklara dökülen, parklarda yatan üniversite gençliği, rejimi korkutmuş ve çeşitli önlemler almaya zorlamıştı. Ancak geldiğimiz noktada 15 günde 5 arkadaşımızı kaybetmemiz bir tesadüf değil, aksine rejimin yaptığı yamaların bu sefil düzeni döndürmeye yetmediğinin en somut göstergesi oldu. Barınamıyoruz eylemlerinden bugüne baktığımızda da ortaya çıkan tabloyu özetleyelim.

Bir buçuk yıllık pandemi sürecinde yurtlar ve evler boşaltıldı. Ekonomik krizin derinleşerek üniversite gençliğinin farklı bir şehirde okumasını engelleyecek düzeye gelmesi, üniversite öğrencilerinin sayısının hızla artması ve online eğitimden yüz yüze eğitime geçilmesiyle büyük bir kriz de yaşandı. Öğrenci sayısının artarak KYK kapasitelerinin bir hayli üstüne çıkması, burs verilen öğrenci sayısının yetersizliği ve durmadan artan ev ve apart fiyatları yukarıda da belirttiğimiz gibi öğrencilerin sokaklarda ve parklarda yatarak bu durumu protesto etmelerine neden oldu. Rejim, pandemiyi atlatır atlatmaz aktif bir öğrenci hareketi ile karşı karşıya kaldı. Bu durumun ciddiyetinin farkına vararak duruma hızlıca müdahale etmek istediler, iki kişinin bile rahatça yürüyemediği KYK odalarına ranzalar konuldu, sağlıksız koşullarda barınma biçimi oluşturuldu.

Henüz yapımı bitmemiş yurt binalarını, kimi zaman musluklarını bile takmadan kullanıma açtılar. Kira zammına yüzde 25 sınırı konuldu, yemek gibi yurt ve üniversite giderlerini düşürmek için birçok kez öğrencilerin zehirlenmesine neden olan kurtlu, bozuk ve yetersiz yemekler çıktı. Bütün bu uygulamalardan görülüyor ki, kapasitesinin üstünde insanın yaşamak zorunda kaldığı yurtlarda, denetim, lojistik, yemek vb. konularda öğrencilerin canını yandaşlara peşkeş çeken saray rejimi, gerçek anlamda gençliğin tek bir sorununu bile çözmedi. En az maliyetle en fazla sömürünün yollarını bulan rejim, emekçi çocuklarını tarikat yurtlarına mecbur bırakarak Enes Kara'nın ve daha nicelerinin katili oldu.

Her geçen gün koşulların ağırlaştığı, gençliğin baskı, tehdit, gözaltı, tutuklama ve ölümle tehdit edilerek "terbiye" edilmeye çalışılan üniversite gençliği, geleceksizlik dayatması altında intihara sürüklendi. Resul'un Eskişehir Anadolu Üniversitesi yemekhanesinde intihara itilmesi üniversite gençliği için bir işaret fişeği oldu. Hemen birkaç gün sonra yine Eskişehir'de genç kadın arkadaşımız Sezen Naz Reis ve Çanakkale'de Samet Taş'ın KYK yurtlarında intihar etmesiyle devam eden süreç, defalarca kez bozuk olduğu belirtilen asansörün tamir edilmemesi nedeniyle arkadaşımız Zeren Ertaş'ın Aydın'da öğrenci yurdunda katledilmesiyle yüzlerce yurt ve onlarca şehirde gençleri eyleme geçirdi. Yurt bahçelerini, üniversiteleri ve sokakları eylem alanına çeviren gençlik, "Katil KYK" sloganları ile öfkesini dışa vurdu. Günlerdir devam eden eylemler sürerken, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi 5. sınıf öğrencisi Elif'in KYK yurdunda intihar ettiği haberi geldi.

Gelişen hareketi analiz ettiğimizde, AKP'nin her şehirde bir üniversite adı altında gençliği kendi ideolojisiyle şekillendirme fikrinin boşa düştüğünü görüyoruz. AKP'nin kalesi olarak gördüğü kentlerde ve üniversitelerde, kimi öğretim görevlileri ve faşist çeteleri eliyle politik İslamcı, faşist ideolojisini yayma çabaları, gençliğin gelişen öfkesiyle karşı karşıya kaldı.

Genç kadınların daha özelde yaşadığı yurt sorunlarına ve onların bu hareketteki pozisyonuna değinmek gerekiyor. KYK yurdunda kalan genç kadınlar beş dakika geç kaldıklarında aileleri arandı, yurttan atılmakla tehdit edildi, kıyafetlerine müdahale edildi. Bütün bunlar rejimin kendi ideolojisini dikte etmek için uyguladığı denetim mekanizmaları olarak karşımıza çıkıyor. Genç kadınlar, yaşamlarına müdahale eden saray rejimine, bir asansörün güvenli çalışmasını denetlemeyerek ölümlerine yol açmasına karşı sokaklara çıkarak yanıt verdi. Hareketin eylemlerine devam ettiği bugünlerde birçok üniversitede gerek daha önce yaşanmış, gerek bu süreçte yaşanan taciz olayları ve bu durum karşısında da hiçbir çaba harcamamayı seçen rejime karşı genç kadınların bu gündemle daha özel bir bağ kurarak kendi sözünü örgütlemesine neden oldu.

Tüm bu süreçte gençliğin sorunlarına cevap olabilecek, onları geleceksizliğe karşı kendi öz güçlerine yaslanmaya davet edecek olan öncü güçler ile rejim arasında da çetin bir mücadele sürdü. Aile aramaları, burs ve kredi kesme, gözaltı saldırısıyla mücadeleden uzaklaştırılmak istenen sosyalist gençliği de yıldıramayan rejim, onlarca sosyalist genci özerk-demokratik üniversite mücadelesi de dahil olmak üzere tamamı meşru faaliyetlerini bahane ederek tutukladı. İşte içinde yaşadığımız rejimin gerçekliği budur. Gençlerin sosyalizmle, devrim fikriyle ve mücadeleyle buluşmasındansa intihar etmesini yeğlemektedir.

Bizler bakımından günün ihtiyacı harekete geçen binlerce gence umut olabilmek ve onları bu sömürü düzeninin çarklarının arasından çekip çıkarmaktır. Rejimin bütün aygıtlarıyla bu cinayetlerdeki payı etkin bir şekilde anlaşılmalı, süreç tekil olarak KYK yurtlarındaki ve üniversitelerdeki problemlerin teşhirinden, bu sistemi bilinçli bir şekilde devir daim ettirerek arkadaşlarımızı katleden rejimin etkili teşhirinin eylemli ve talepli mücadele yönüne evrilmelidir. Bu konuda atılacak adımlarda cesur olmalı, öfkesini bugüne kadar eylemli olarak ifade eden gençliğin daha ileri bir düzeyde mücadele etmesinin önünü açmalıyız. Ancak bu şekilde gençlik, içine çekildiği geleceksizlik, yoksulluk girdabından çıkarılabilir.

Hareketin gelişimi için ortak zeminlerde mücadele güçlendirilmeli, gençliğin enerjisi tek ve en doğru yani rejimin açıkça teşhirinde toplanmalı. Talepler mücadeleyi sönümlendirecek şekilde örgütsüz ve her üniversitenin-yurdun kendi durduğu yerden söz kurduğu biçimlerde değil, somut ve sistemli bir şekilde yapılmalı, insanca ve adil bir yaşamı örgütleme yolunda üniversite gençliğinin yol açıcı bir pozisyon alması için çalışılmalıdır. Bu bağlamda hareketin yönü gençliğin kendi sözünü ve politikasını örgütlemesini engellemek, üniversitelerde faşizmin cirit atmasının önünü açmak için kurulan YÖK'ün kuruluş yıl dönümü olan 6 Kasım'a çevrilmelidir.

Bu yola paralel olarak genç kadınların da 25 Kasım'a giderken yurtlarda ve üniversitelerde yaşadıkları erkek-devlet şiddetine karşı biriktirdikleri öfkeyi daha güçlü taşımalarını sağlayacakları görünüyor. Genç kadınların bu potansiyeli barındırdığı aşikar. Bu gerçeklerle hareket etmek gençlik kitlelerinde devrimci bir eğilim örgütlemenin yolu olacaktır. Bu topraklarda devrimciler olduğu sürece umutsuzluğa yer yok. Her birimizin pratiğiyle bunu gençliğe göstermesi gerekiyor. KYK yurtlarında katledilen, geleceksizlikle intihara sürüklenen arkadaşlarımızın hesabını sormak için cesur ve enerjik adımlar atmanın tam zamanıdır.