22 Eylül 2024 Pazar

18. yılında 19 - 22 Aralık saldırısı ve direnişi - Berjin Heval

"Hayata Dönüş" saldırısına bir bütün olarak bakıldığında, doğrudan yok etme anlayışının da işin içinde olduğu, kanlı ve katliam boyutunda cereyan etmiş saldırılar olduğu açıkça görülüyor. Hedef bir bütün olarak devrimci hareketin ideolojik, siyasi tasfiyesi ve ezilmesidir. Bu durum devletin konuya dair yaklaşımı ve siyasi tutsakların hapishanelerdeki varlığıyla birlikte değerlendirildiğinde aslında şaşırtıcı olmamalı.
19 Aralık 2000 tarihinde sabaha karşı cezaevlerinden dumanlar, feryatlar yükselmeye başladı. Tüm dünya 20'yi aşkın cezaevinden yükselen feryatlara, alevlere, yanmış vücutlara tanıklık etti. Kimyasal gaz ve kurşunlarla yapılan bu katlamda, onlarca devrimci yaşamını yitirdi, yüzlercesi yaralandı veya sakat kaldı. Başta aileler olmak üzere kitle örgütlerinin, demokratik kurumların katliamı önleme çabaları hiçe sayıldı. Bu katliamın adının dönemin Ecevit başkanlığındaki hükümetin "Hayata Dönüş Operasyonu" olarak adlandırması tarihin ironisi olarak görülebileceği gibi devletin iki yüzlülüğünün ve algı yaratma operasyonunun somut bir örneği olarak da okunmalıdır. Aynı katliamcı zihniyet Efrin işgalini "Zeytindalı Operasyonu" olarak adlandırmıştı. Oysa işgalcilerin ilk işlerinden biri zeytin talanı yapmak olmuştu.
 
Adına "Hayata Dönüş" dedikleri saldırıları iyi anlamak için, bugüne kadar yaşanan hapishanelere saldırılara bakmak gerekir. Bugüne kadar ki saldırıların; zamanı, amacı, uygulanış tarzı, şiddeti ve sonuçları "Hayata Dönüş" saldırılarının arkasındaki gerçeklerin kavranmasına ışık tutuyor. "Hayata Dönüş" tek bir merkezden yönetilen saldırılardı. Kapsamı ve büyüklüğü itibarıyla, öncesinde ciddi bir hazırlık yapılmıştı.
 
"Hayata Dönüş" saldırılarında; hapishane idareleri, mülki amirler, hapishane savcıları somut ve hukuki hiç bir işleve sahip olmadı. Saldırılar tamamen Milli Güvenlik Kurulu (MGK) ve Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarafından planlanıp uygulandı. Operasyonlar doğrudan Genel Kurmay Başkanlığı tarafından yönetilip organize edildi.
 
"Hayata Dönüş" saldırısı devletin en üst düzeyindeki kurumları arasında tam bir mutabakatla gerçekleştirildi. Operasyonlar da MGK, Hükümet (DSP, MHP, ANAP koalisyonu) ve meclisteki muhalefet partilerinin onayı, kararı ve oluru bulunuyordu. Bu yanıyla operasyon çok net devlet operasyonudur. Operasyonlar her ne kadar hapishanelerdeki siyasi tutsaklara yapılmış ise de aslında dışarıya yönelikti de. Saldırılar bir bütün olarak coğrafyamızdaki muhalif olanlara yapıldı. Dışarıya adeta "gözdağı" verildi. Bu gözdağı "Bana muhalif olanların sonu "Hayata Dönüş" olur."
 
"Hayata Dönüş" devletin hapishaneler politikası ve siyasi tutsaklarla ilgili operasyonların yapılış tarihi de tesadüf değil. 2000 yılı başında İMF ile yapılan yeni Stand - By anlaşmasının ülkeye getireceği ağır şartlar ve reçetenin uygulanması gereği, buna karşı çıkacak muhalefet odaklarının da ortadan kaldırılmasına bağlandı. Ocak 2000 de 17. Stand - By anlaşması imzalandıktan bir kaç hafta sonra Başbakan Bülent Ecevit, "Hapishaneler sorununu çözmeden geleceğe güvenle bakamayız" demişti. Uzun yıllardır siyasi tutsakların "etkisiz hale getirilmesi" amacı, artık devlet açısından mutlaka uygulamaya geçmeliydi.
 
"Hayata Dönüş" saldırısına bir bütün olarak bakıldığında, doğrudan yok etme anlayışının da işin içinde olduğu, kanlı ve katliam boyutunda cereyan etmiş saldırılar olduğu açıkça görülüyor. Hedef bir bütün olarak devrimci hareketin ideolojik, siyasi tasfiyesi ve ezilmesidir. Bu durum devletin konuya dair yaklaşımı ve siyasi tutsakların hapishanelerdeki varlığıyla birlikte değerlendirildiğinde aslında şaşırtıcı olmamalı. Çünkü; devlet her zaman ve her türlü uygulamasını zora dayalı politikalarla yaşama geçirmiş ya da geçirmeye çalışmıştır. Bu bakımdan devletin hapishanelerde hayata geçirmek istediği her türlü uygulamanın temeli en nihayetinde zor ve şiddetin kullanımına dayanır.
 
Saldırı kadar direnişin de ideolojik, siyasi ve kararlılık itibarıyla güçlü bir karşı koyuş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Savaşa gider gibi ateşli silahlarla, kimyasallarla ve yangın çıkarılarak yapılan saldırılara karşı siyasi tutsaklar ideolojik ve adanmışlık bilinçlerini kuşanarak ve hücre hücre erirken bile ölüme direndiler.
 
Bugün içinde bulunduğumuz "OHAL" günlerinde en çok konuşulan ve gündeme gelen yerler yine hapishanelerdir. Sürekli bir operasyon haliyle her gün onlarca insan tutuklanıyor. Sürekli işkence, kötü muamele, sürgün sevk, disiplin cezaları, iletişim cezaları v.b. şikayetleri geliyor. 15 Temmuz'dan önce tutsakların bedel ödeyerek elde etmiş oldukları tüm haklar gasp ediliyor. Yayınlar, kitaplar verilmiyor. Keyfi disiplin cezalarıyla infazlar yakılıyor. Askeri düzen dayatılıyor v.b. gibi uygulamalara hergün bir yenisi ekleniyor.
      
Bugün tutsakların 19 - 22 Aralık saldırısından önce olduğu gibi, düşünceleriyle, üretmeleriyle var olmaya devam etmeleri, hiç değişmeyen bir sürecin farklı şekiller alarak devam ediyor oluşudur.
 
Tüm bunların ötesinde artık bugün olması, yapılması gerekli en önemli şey saldırılarda yaşanılanların aydınlatılması ve hukuki sorumlulukları olanların yargı önüne çıkarılması ve cezalandırılmalıdır. Kararı alanlar, uygulayanlar, bir fiil icra edenler ve arkasında duranlar bellidir.