24 Kasım 2024 Pazar

Zeynep Öter yazdı | Adaleti birleşik mücadelemiz getirecek

Türkiye ve Kürdistan'dan Rojava'ya giderek devrim savunmasında yer alan ve can feda savaşan ölümsüzler, birleşik mücadelenin nirengi noktasıdır. Onlar; aynı zamanda işçi ve emekçileri katleden, açlığa ve sefalete mahkum eden; toplumsal cinsiyet eşitliğini ve bilimi yok sayan eğitim sistemi ve ölüme sürükleyen sağlık sistemine; toplumsal mücadelenin her alanına yönelik saldırılara karşı müdanasız direnişin de yol göstericileri.

Türkiye ve Kürdistan kentlerinde devrime can suyu olanlar mezar başında anıldı. Kurban bayramı vesilesiyle gerçekleşen anmalarda öne çıkan çağrı ise birleşik mücadeleyi yükseltmek oldu. Çünkü vedalaşmaya zorlandığımız yoldaşlarımız için adaleti ancak birleşik mücadele getirebilir.

Rojava devrimiyle Kürtler, Araplar, Türkmenler, Ermeniler ve Süryaniler için umut serpildiğinde tarih yaprakları 2012'yi gösteriyordu. İktidarın saldırılarına karşı ezilen halklar; işçiler, emekçiler, 7'den 70'e direnenler sokakları doldurup AKP-MHP faşist iktidarının 11 yıl sonra bile hala korkulu rüyası olan Gezi direnişinin ateşini yaktığında ise 2013'tü. Ve tam da bu dönemde emperyalistler, DAİŞ ve işbirlikçilerinin Rojava devrimini boğmak istemesine karşı dünyanın birçok noktasından akın akın Kobanê'ye gidişler sürüyordu.

Ve aynı zaman kesitinde, Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu geleneksel yaz kampını reddederek yönünü ve yolunu Kobanê'ye dönüyordu. '69 yılında Deniz Gezmişlerin Türk ve Kürt halklarının kardeşliğini kurmak için Zap suyu üzerine inşa ettikleri Kardeşlik Köprüsü'nden ilham alarak Kobanê inşa kampanyasını başlattı. "Beraber savunduk beraber inşa edeceğiz" kampanyası kapsamında DAİŞ tarafından yakılıp yıkılan Kobanê'yi yeniden inşa etmek, Gezi direnişinin çocuklarını Rojava devrimiyle tanıştırmak, devrime topraklarında dokunmak için yola çıktılar. Devlet-DAİŞ-MİT işbirliğiyle gerçekleşen bir canlı bomba saldırısıyla Suruç'ta bizden koparıldıklarında ise tarih 2015'ti...

Gezi'den Kobanê'ye birleşik ve enternasyonal mücadelenin neferleri ölümsüzleştiğinde, mücadelenin sembolü olanlar iktidarın siyasi kumpas davalarıyla ağır hapis cezalarına çarptırıldı. Gezi davasında Osman Kavala'ya ağırlaştırılmış müebbet hapis ile Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden ve Çiğdem Mater Utku'ya verilen 18'er yıl hapis cezası onandı. Kobanê davasında aralarında HDP eski Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş'ın da olduğu siyasetçilere yüzlerce yıl hapis cezası verildi.

Sarayın talimatıyla verilen bu kararlarla sönümlemeyen Gezi direnişi ve "düştü düşecek" nidalarına karşı boğulamayan Kobanê zaferinin "intikamı" alınmış oldu.

Tıpkı, defalarca hedef gösterilmesine rağmen "PKK terör örgütüdür" demeyi reddeden Tahir Elçi'nin Dört Ayaklı Minare önünde katledilmesi gibi. Tıpkı, tüm tehditlere rağmen Ermenilerin de bu toprakların bir parçası olduğunu söylemekten vazgeçmeyen Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in katledilmesi gibi. Ve Dönemin başbakanı Erdoğan'a karşı doğasını savunmak istediği için polisin biber gazıyla katledilen devrimci öğretmen Metin Lokumcu gibi.
Devlet eliyle gerçekleşen bu katliamların davalarında failler cezasızlıkla ödüllendirildi. Tiyatro oyunlarına dönen mahkemelerin sonrasında katillerin davul ve zurnayla karşılanmadığı kaldı.

Lokumcu'yu katleden 13 polis için 11 Haziran'da mütalaa veren savcı beraat istedi, hızını alamadı Hopa halkını suçlama cüretinde bulundu. Özyönetim direnişi sürecinde Amed Barosu'nun ölümsüz başkanı Tahir Elçi'yi katleden polisler hakkında da 12 Haziran günü görülen karar duruşmasında beraat kararı verildi. Hrant Dink'i katleden Ogün Samast hakkında "silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek" suçlamasıyla açılan dava, savcının talebiyle "zaman aşımı"yla düşürülmek isteniyor. Mahkeme salonuna dahi gelmeye tenezzül etmeyerek SEGBİS ile bağlanan Samast, 12 Haziran'da görülen duruşmadan elinde tespih ve kendinden emin şekilde salınarak ayrıldı.

Henüz katillerin beraat haberlerinin öfkesi sürerken, 14 Haziran 2018 tarihinde hayat arkadaşı ve iki oğlu gözleri önünde katledilen Emine Şenyaşar'ın ağıtları yükseldi mezar başından. Urfa'nın Suruç ilçesinde AKP'li eski vekil İbrahim Halil Yıldız'a oy vermeyi reddettikleri için koruma ve akrabalarının işyerinde başlattıkları saldırı Suruç Devlet Hastanesine katliama dönüştü. Ağır yaralı hastaneye kaldırılan Celal, Adil, Mehmet, Fadıl ve Ferit Şenyaşar tekrar saldırıya uğradı. Hastaneye giden baba Hacı Esvet Şenyaşar, oğulları Celal ve Adil ile birlikte katledildi. Tüm kapılar suratına kapanan Emine ve oğlu Ferit Şenyaşar, yıllardır adalet arıyor.

Aynı yıl, tam 26 gün sonra Çorlu'da yaşanan tren katliamında sevdiklerini kaybeden aileler yıllarca adalet mücadelesi verdi. Çorlu 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde nisan ayındaki davada karar açıklandı. Verilen cezalar karşısında aileler gözyaşlarını durduramadı, ancak "Üst düzey yöneticiler yargılanmadığı sürece Çorlu tren katliamı davası kapanmayacaktır" diye haykırmaktan da vazgeçmedi.

Ankara Gar katliamı ve Suruç davasının ortak sanığı Yakup Şahin, 2021 yılında görülen Suruç davasında devletin suçu üstlenmesini istediğini anlattı. Ve katliamın sorumluluğu Şahin'e yıkılarak dava kapatılmak istendi. Ona verilen 34 kez ağırlaştırılmış müebbet, 70 kez 27 yıl hapis cezası ve on yıl hapis cezası ile katliamın ardındaki DAİŞ işbirlikçileri, MİT elemanları, sorumlu polis ve devlet yetkilileri en önemlisi de talimatı verenler aklanmış oldu.

Ankara katliamında da benzer tablo söz konusuyken, 5 Haziran Amed mitingine yönelik DAİŞ'in bombalı saldırısına ilişkin görülen davada 14 polis hakkında beraat kararı verildi.

Bu ülkede gözaltında kayıplardan işkencede katletmelere; kontrgerilla tarafından gerçekleştirilen faili meçhul bırakılan cinayetlere devletin katliamları ve karşısında adalet arayanlara yönelik cezalandırma saldırılarına sayısız örnek verebiliriz. Bunun karşısında yürütülen birleşik mücadeleye de. Türkiye ve Kürdistan'dan Rojava'ya giderek devrim savunmasında yer alan ve can feda savaşan ölümsüzler birleşik mücadelenin nirengi noktasıdır. Onlar, aynı zamanda işçi ve emekçileri katleden, açlığa ve sefalete mahkum eden; toplumsal cinsiyet eşitliğini ve bilimi yok sayan eğitim sistemi ve ölüme sürükleyen sağlık sistemine; toplumsal mücadelenin her alanına yönelik saldırılara karşı müdanasız direnişin de yol göstericileri.

Maruz kaldığımız haksızlıklar karşısında bir kuş tüyü gibi titreyen yüreğimizin acısı, adalet terazisinin dengesini olağanca ağırlığıyla alt üst ediyor. Çünkü haklılığımız bize o gücü veriyor. Acılara sarılıp, her alandaki mücadeleyi birleştirerek yükseltmek tek çıkış yolu. Çünkü adaleti sağlayacak biziz ve birleşik mücadelemiz.