22 Eylül 2024 Pazar

Zarife Çet yazdı | İstanbul Sözleşmesi: Savaş ilanı

Bizler kadın özgürlük mücadelesinin tarihini sokakta yazdık. İstanbul Sözleşmesi'ni sokakta kazandık. Kürtaj yasasını, çocuk istismarı yasasını sokakta çöpe attık. Bu eylem biçimlerini aşacak, hayatı durduracak, kritik noktaları kilitleyecek eylem biçimlerine geçmenin acil olduğu bir gerçek. Arjantin, Polonya, ABD'de başlayan grev dalgası kadın özgürlük mücadelesine yeni bir eşik getirdi. Şimdi "İstanbul Sözleşmesi kararı geri çekilsin" somut talebi ile evlerden sendikalara, işyerlerinden üniversitelere kadın grevini örgütleme çağrısında bulunuyoruz.

Politik İslamcı AKP iktidara geldiği ilk günden bu güne kadın düşmanlığını artırarak sürdürdü. İlk zamanlarda farklı toplumsal kesimlerin desteğini almak, AİHM'den "Nahide Opuz" davasında aldığı utanç kararı nedeniyle imajını düzeltmek ve AB'ye girmek için göstermelik yasalar çıkarsa da ilk fırsatta kadın düşmanlığına sarıldı. En son gece yarısı kararnamesiyle İstanbul Sözleşmesi'nden imza çekildi.

Faşist şeflik rejimi, işçi ve emekçilerin haklarının gaspından, Kürt düşmanlığından, kadın ve LGBTİ+ düşmanlığından besleniyor. Bu beslenme kanallarını canlı tutmazsa rejim ayakta kalamayacağı için her geçen gün saldırılarını arttırıyor. Kadınların ve LGBTİ+'ların mücadelesinin somut kazanımı olan İstanbul Sözleşmesi'nin uygulanması ve kadına yönelik şiddete karşı sokakları tutan kadın mücadelesi iktidarın bekasını temelden sarstığı için saldırıların hedefi oluyor.

İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmenin gündeme geldiği ilk günlerde kadınların güçlü direnişi AKP içindeki kadınları da etkilerken, AKP'ye yakın KADEM'den de itirazlar yükselmişti. Bu süreçte kendi içinden gelen itirazları bastırırken, Özlem Zengin örneğinde olduğu gibi kadınların karşısına kadınlar çıkarıldı. 

AKP Milletvekili Hülya Nergis'in katıldığı bir televizyon programındaki "İstanbul Sözleşmesi kadın aklıyla yazılmış bir sözleşme, o yüzden bizim değerlerimize uymuyor" sözü, iktidarın neden sözleşmeyi uygulamadan kaldırmak istediğinin özeti. Bu açıklama "İstanbul Sözleşmesi yerine yazarız" dedikleri "Ankara Sözleşmesi"nde kadın aklından zerrece kırıntı bulunmayacağının da ilanı.

Politik İslamcı Saray rejimi erkek egemen politikalara razı edemediği kadınları aile içinde tanımlayıp şiddetle bastırmayı iktidarın bekası için zorunlu görüyor. Son dönemde hayata geçirilmeye çalışılan kadın üniversiteleri, evlilik okulları, "makbul kadını" yetiştiren kutsal aile söylemlerinin tamamlayıcı araçlarına dönüştürüyor. Toplumun yeniden İslami değerlerle inşa edilmesi için "köleleştirilmiş kadını" yaratmak zorunda. Sözleşme erkek şiddeti karşısında boyun eğerek "makbul kadınlığın" dayatıldığı kadınlara, bu şiddete karşı bir koruma ve savunma mekanizması sunuyor.

İktidar, cinsiyetçi işbölümüne razı edemediği kadınların kazanılmış haklarını uygulamayarak, sözleşmeden çıkarak savunmasız hale getirmeye çalışıyor. Kadınların özgüvenini kırmak istiyor. Bu politikaların altında heteroseksist aile üzerinden miras, kadının görünmeyen emeğinin sömürüsü, eşitsizliğin sürdürülmesi gibi çok kapsamlı bir sömürü yatıyor.

LGBTİ+'ların varlığı heteroseksist aile üzerinden yok sayılıyor. Toplumsal cinsiyete dayalı işbölümünü çözücü niteliği nedeniyle LGBTİ+'ların varlığını da kendisi için bir tehdit olarak gören iktidar, çok özel bir nefret kampanyası yürütüyor.

İktidar bu süreçte, kadına yönelik şiddet karşısında saflaştıramadığı kadınları ve toplumsal kesimleri LGBTİ+ düşmanlığı üzerinden saflaştırmaya girişti. 8 Mart ve 21 Mart alanlarında "Her bayrağı alırız ama gökkuşağı bayraklarını almayız" tavrı, Kadıköy'deki 8 Mart mitinginin ardından LGBTİ+'ların bindikleri taksilerden indirilerek gözaltına alınması, LGBTİ+ hareketinin hedef haline getirilmesi ile İstanbul Sözleşmesi'nin feshedilmesi sürecinde toplumu gerici temelde kutuplaştırarak meşruluk zemini yaratılmaya çalışıldı. İktidar, kadın hareketinin örgütlü öznelerini, kadın eylemelerini terörize ederek, marjinalleştirerek her zaman ki yöntemlerini kadın örgütleri üzerinden uygulamaya girişti.

Sözleşmeden imzanın çekilmesinin ardından faşist şeflik rejimi yaptığı açıklamalarla kadın katliamlarının sayısının azaldığı yalanına sarıldı. "Şiddete karşı mücadelemiz sürecek. İstanbul Sözleşmesi varken de kadın katliamları engellenmedi" söylemleri ile tepkileri bastırmaya çalıştı. Katledilen her bir kadının sorumlusunun iktidar olduğunu sayısız örnek gözler önüne serdi. Aleyna Çakır'ın, İpek Er'in, Nadira Kadirova'nın katilleri hala ortalıkta dolaşıyor. Gülistan Doku'nun kaybedilmesinin faili olan Zainal Abakarov sorgulanmadı bile. Binlerce kadının katili cezasızlıkla ödüllendirilirken, kadınların koruma talepleri de karşılanmadı. Saray rejiminin karakteri faşisttir ve faşizmin cinsiyeti de erkektir. Bu nedenle, faşist rejim yıkılmadıkça ne kadınların can güvenliği vardır ne de hakları güvence altındadır.

İstanbul Sözleşmesi'nin feshedilmesinden bugüne büyüyen tartışmalarda hukuksal olarak sözleşmeden çekilmenin mümkün olmadığı pek çok kez gündeme geldi. Tek adam rejiminde hukukun tek imzaya bağlandığı bu süreçte HDP'yi kapatma girişimi, Kod 29 uygulamaları, kıdem tazminatı gaspı, gözaltı, tutuklama ve kaybetme saldırılarına bakınca hukuk tartışmalarını çoktan aşıldığını görürüz. Bu uygulamaların her birinin kaynağında faşizmin yer aldığını görerek, "Sözleşmeden hukuki zeminde çıkılmaz" tartışmalarını bir kenara bırakarak faşizmi nasıl yeneceğimize odaklanmamız gerekiyor. Bir taraftan hukuki mücadele zaten verilecektir ancak bu tartışmanın ön plana çıkması kadınlarda yükselen öfkeyi bastırma, beklemeciliğe sevk etme tehlikesi barındırıyor.

"Kadınlar bu saldırıya karşı sözleşme bizim, sokakta karşılık vereceğiz" diyerek cevap verdi. Ülkenin dört bir yanında sokağa çıkan kadınlar kitlesel eylemler ve kararlılıkla sözleşmeden vazgeçmeyeceklerini beyan etti. Yasakları, engelleri aştı. AKP önünden yasaklı meydanlara eylem biçimleri ortaya koydu. İlk gün merkezi noktalarda yapılan kitlesel eylemler, yerellerde tüm haftaya yayılan eylemlere dönüştü. Pencerelerden ses çıkarma eylemleri de yaygınlığın bir parçası oldu. Sendikalar, hukukçular açıklamalarla tepkilerini ortaya koydu. Kadınların cevabı sokakları terk etmemek biçiminde oldu.

Bizler kadın özgürlük mücadelesinin tarihini sokakta yazdık. İstanbul Sözleşmesi'ni sokakta kazandık. Kürtaj yasasını, çocuk istismarı yasasını sokakta çöpe attık. Erkek egemen iktidar kadınların sokaktaki gücüyle yasaları uygulamak zorunda kaldı. Kadınlar sokağı terk etmese de sözleşmeden çıkılan bu aşamada bu eylem biçimlerini aşacak, hayatı durduracak, kritik noktaları kilitleyecek eylem biçimlerine geçmenin acil olduğu bir gerçek.

Kadınlar, eylem biçimlerini hayatı durdurma perspektifiyle ele almaya başladı. Durmayacağız... Hayatı durduracağız... "Hayatımızı alırsanız hayatı durdururuz" tartışmaları yapmaya başladı. 

Bugüne kadarki mücadele biçimlerini de aşan parçalılığı birleştiren, fiili meşru mücadele biçimlerine geçmediğimiz sürece, İstanbul Sözleşmesi'ne saldırılara cevap olmamız mümkün değil.

Arjantin, Polonya, ABD'de başlayan grev dalgası, kadın özgürlük mücadelesine yeni bir eşik getirdi. Grevler birçok ülkede somut kazanımlara dönüştü. Şimdi "İstanbul Sözleşmesi kararı geri çekilsin" somut talebi ile evlerden sendikalara, işyerlerinden üniversitelere kadın grevini örgütleme çağrısında bulunuyoruz. Kadın grevi toplumun bütün kesimlerinden kadınları sokağa dökecektir, biz durursak hayatın duracağını gösterecek, örgütlenme alanlarını genişletecek yegâne araçtır. Hayatı durdurmak, işgal eylemleri yapmak, her alandan yürüyüşe geçmek, fiili meşru mücadele biçimlerini hayata geçirmek, İstanbul Sözleşmesi'ne yapılan saldırıya cevap vermek için hayati önemde duruyor. Bu cevap, sadece kadınların hakları, hayatları için değil faşizmin tüm saldırılarına verilmiş bir cevap olacaktır.