27 Temmuz 2024 Cumartesi

Yüksekdağ: Son sözü direnenler söyler

Kobanê ve bütün HDP'li seçilmişlere yönelik siyasi davaların amacının toplumu cezalandırmak ve gözdağı vermek anlamı taşıdığını söyleyen Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, iki ay önce son sözlerini tamamladıklarını hatırlattı. Yüksekdağ, "O gün söylediklerimi tekrarlayabilirim sadece. Son sözü direnenler söyler, dün de bugün de" dedi. 

Halkların Demokratik Partisi (HDP) eş genel başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş'ın da aralarında olduğu 18'İ tutsak 108 siyasetçinin üç yıldır yargılandığı davada yarın karar çıkması bekleniyor. DAİŞ'in Kobanê'ye dönük saldırılarına karşı 6-8 Ekim 2014 tarihinde yapılan eylemler gerekçe gösterilerek açılan davaya ilişkin Yüksekdağ, Mezopotamya Ajansı'nın (MA) sorularını yanıtladı.

'MÜCADELE DİNAMİKLERİNİN DİRENİŞTE ISRARININ ÖNEMLİ BİR PAYI VAR'
Kandıra Hapishanesi'nden soruları yanıtlayan Yüksekdağ, 31 Mart seçimlerini değerlendirdi. Toplumun üzerinde yıllardır biriken ağır baskı ve faşizan yönetimin dayatılmasına karşı bir kırılma anının kaçınılmaz olduğunu söyleyen Yüksekdağ, "31 Mart seçimleri böylesi bir andır. Siyasi iktidarın faşizmle muhalefeti ezme politikalarıyla edindiği uzatma süresinin sonuna gelindi. Dolayısıyla toplumun çoğunluğu AKP-MHP ittifakına 'dur' diyerek ağır bir yenilgi yaşattı. Bu, sessiz çoğunluğun seçim sandıkları aracılığıyla yönetenlere karşı geliştirdiği bir toplumsal siyasal tepkidir. Tabii ki bu tepkinin temelinde ve arkasında eksikliklerine, kitlesel karakter kazanamamasına ve iddia zayıflığına rağmen politik mücadele dinamiklerinin direnişte ısrarının önemli bir payı vardır" dedi. 

Halkların açlık ve yoksulluğa mahkum edilmeyi reddettiğini kaydeden Yüksekdağ, halkların saray iktidarına çok güçlü bir mesaj verdiğini ancak muhatapların bu mesajı almadığına dikkat çekti.

'DEM PARTİ'NİN SEÇİM STRATEJİSİ AÇIK BİR BAŞARI ELDE ETTİ'
Yüksekdağ, "DEM Parti'nin seçim stratejisi açık bir başarı elde etmiştir. Bu halkların, kadın özgürlükçü çizginin, üçüncü yolda temsil edilen tüm emek ve demokrasi güçlerinin başarısıdır. Seçim sonuçlarını, özellikle demokratik siyaseti tasfiye saldırılarına kuvvetli bir cevap olması bakımından önemsiyorum. Parti kapatma, Kobanê kumpas davasının gölgesinde, aralıksız tutuklamalar ve siyasi soykırım operasyonları altında kazanılmış bu başarı, direnişin zaferidir. Bizlerin her kazanımı gibi fazlasıyla hak edilmiştir ve helaldir. Bu düzeye tutunarak daha yükseğe ulaşmanın yeni imkanları doğmuştur. Üçüncü yol stratejisinin gelişerek güçlü bir biçimde vücut bulacağı bir sürecin içerisindeyiz. Kabul etmek gerekir ki 31 Mart seçimlerinden çıkan sonuç, politika haritada ve denklemlerde değişiklik yaratmıştır. Böyle bir değişim sürecinde kendisine ufuk açmayan, öz varlığını geliştirip takip etmeyen her yol kaçınılmaz olarak önce silkelenip tartışmalı hale gelir, sonra da yeni denklemlerden çıkarılır. Yani üçüncü yol dediğimiz ve anlık günlük edinimleri ile işlenmeyecek politik strateji, Kürdistan ve Türkiye halkları için dün olduğundan daha hayatidir" ifadelerini kullandı.

'EŞBAŞKANIN SAHİPLENMESİNE İKTİDAR BLOKU KAYITSIZ KALAMADI'
Van halkının iradesine sahip çıkarak sergilediği direnişi hatırlatan Yüksekdağ, kayyum girişimine halkın müdahale ettiğini kaydetti. Şayet Van halkı başta olmak üzere Kürt kentlerinde ve batıda güçlü bir demokratik direniş sergilenmeseydi AKP'de de farklı sesler çıkmayacağını, çıksa da gündeme oturacağını düşünmediğini dile getiren Yüksekdağ, "Halkın görkemli ayağa kalkışı ve geniş kesimlerin demokratik paydada birleşerek seçilmiş belediye eşbaşkanı sahiplenmesi karşısında iktidar bloku kayıtsız kalamadı ya da dümen kırdı. Dikkate değer başka bir noktada şu; faşizmin kayyum mekanizması artık halkın direnci karşısında da anlamını yitirdi. Cumhur ittifakı içindeki kliklerin arpalığı, rüşvet, yolsuzluk barınağı haline getirildi belediyeler. Çürüme ve yozlaşma sembolüne dönüşen bu mekanizma AKP'yi bölgede tabelası dahi sallanan bir partiye dönüştürdü. Kürt açılımı yerine ikame ettikleri HÜDA-PAR açılımı ise tam bir fiyaskoya dönüştü. Böylesi koşullarda üstelik sıcağı sıcağına, Van Belediyesi'ne siyasi darbe yapmanın akıllıca olmadığını düşünen AKP'liler oldu. Karşılarında yılmayan hakkından vazgeçmeyen iradesini alanlarda savunan halk olmasa, yeni kayyum ve türevlerinden yiyeceklerinden kimsenin şüphesi olmaz" dedi. 

'TEHLİKE HENÜZ GEÇMEDİ'
En bilinen anlamıyla belediyelerin gasbının bir yoklaması olduğunu söyleyen Yüksekdağ, tehlikenin henüz geçmediğini ancak gideceği ancak nasıl bir hareket tarzı izleyeceğini bilen ve her deneyimde bildiğini yineleyen bir  toplumsal mücadele gücünün geliştiğini kaydetti. Yüksekdağ, "Özgürlük yürüyüşünde, Newroz'da zorlu yollarda bütün diriliği ve heybetiyle siyasete müdahale eden halk bölükleri artık iradesinin yoklanmasını ve sabrının zorlanmasını istemiyor. İktidar kendini Kürtlere yoklama çekerek, DEM ve demokrasi güçleri üzerindeki baskıyı arttırarak kurtaramaz. İktidar ve saray rejimi asıl çürüyüp dökülen iç dinamiklerini yoklamalı. Bunu yapma kabiliyeti var mı? Tartışılır" diye belirtti.

'İKTİDARIN YUMUŞAMA KAPASİTESİ, KABİLİYETİ KALDI MI'
DEM Parti'nin Kürt, sol, sosyalist ağırlık mevcut dengelerin bozulmasında belirleyici rol oynadığının altını çizen Yüksekdağ, şöyle devam etti: "Bilhassa Kürt oyları CHP'nin kazanımlarının da ana belirleyeni oldu. Aynı ölçüde iktidarın kaybetmesinin de ana belirleyeniydi. Yumuşama söylemleri ise şimdiye kadar saray iktidarının yaşadığı ağır yenilgiyi yumuşatma gayretinden öte gidemedi. Henüz kimse bu soyut söylemin nerede karşılık bulduğunu göremiyor. Sopayla silahla yönetilmeye tahammül kalmadığı ortada ama iktidarın yumuşama kapasitesi, kabiliyeti kaldı mı? Asıl mesele bu sürekli gaza basmaya çalışanların normal viraj almaları mümkün mü? İktidarla birlikte ana muhalefet de yumuşamada uzlaşmalı söylemine sarıldı. İlginç olan, Erdoğan ve saray rejimi 'adı var, kendi yok' yumuşama uzlaşı beyanlarını ve görüşmelerini halihazırda kendi eksenini belirlemek için kullanıyor. Kobanê davasına gelince, eğer gerçekten iktidarın yumuşamaya gitme niyeti varsa, bunu her şeyden önce yargı alanında görmek gerekir. Zira muhalefeti toplumu baskılamanın, bölmenin düşman hukukunu uygulama alanı yargıdır? Tabii bizim asıl ilgilenmemiz gereken husus, toplumsal mücadeleyi antifaşist hareketi, kadın özgürlük yürüyüşünü hiçbir sınır ve beklentiye tabi olmaksızın kendi bağımsız mecrasında geliştirmektir. Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonrada güçlü halk hareketleri olmadan hiçbir otoriter faşist yapı değişmedi, değişmez. Biz her zaman olduğu gibi kendi mücadele kanalımızı ve kararlılığımızı geliştireceğiz."

'CHP KÜRT SORUNUNUN DEMOKRATİK ÇÖZÜMÜ KONUSUNDA BÜTÜNCÜL BİR PROGRAM AÇIKLAMADI'
CHP'nin iktidar iddiası taşıyan bir ana muhalefet partisi olarak Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda hala bütüncül bir program açıklamadığını söyleyen Yüksekdağ, "Bu konu siyasi iddiasında zayıf tarafı olmaya devam ediyor. Geliştirilen bu tutum her şeyden önce CHP'nin demokrasi iddiasıyla uyumu ve tutarlılığı açısından normal olandır. Ne yazık ki memlekette demokratik normalitenin şirazesi epeyce kaydığı için siyasetin zorunlu gerekliliklerini yerine getirmek bile sıra dışı bir duruma dönüşür. Elbette CHP'nin daha önceki yaklaşımlarıyla kıyaslandığında bir gelişme yaşandığını da kabul edebiliriz. Kayyum darbesi yapanların bile artık böyle gitmez diye kendi aralarında tartıştığı bir konjonktürde, ana muhalefet partisinin buradan çok ileri bir tutum sergilemesi hem normal, hem de zorunludur. Aynı zamanda CHP'nin son yıllardaki seçim başarılarında tartışmasız belirleyici olan Kürt seçmene daha fazla saygı ve sorumluluk borçludur. CHP iktidar iddiası taşıyan bir ana muhalefet partisi olarak Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda hala bütüncül bir program açıklamadı. Bu konu siyasi iddiasında zayıf tarafı olmaya devam ediyor. Kobanê davasını yakından izlemeleri Türkiye demokrasisinin gelişimi ve bu alandaki kriz unsurlarının çözümü bakımından önemli. Tabii CHP yönetiminin son dönemde spesifik olarak Gezi davasına odaklandığını görüyoruz. Yaygın hukuksuzluk ve kumpas davaları konusunda bütünlüğü bozmayan toplumsal vicdanı yaralayan bir yönelime ihtiyaç var. Gezi, Kobanê ve tüm hukuksuz siyasi davalar karşısında bütünlüklü bir muhalefet cephesi örülmeli" dedi. 

'POLİTİK BİRİKİM VE DONANIMIN DEĞERİNİ İYİ BİLMEK VE YÜKSELTMEK GEREK'
Halkların Demokratik Kongresi (HDK), Halkların Demokratik Partisi (HDP) geleneğinin ve bugün Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi'nin (DEM Parti) en güçlü yanının, bileşenliğinin yarattığı bütünlüğün sinerjisini taşıması olduğunu vurgulayan Yüksekdağ, "Elbette her bir aşamada bizleri tıkayan sorunlarla yüzleşip çözmemiz gerekir. Ama şunu unutmamak gerekir, bizlerin demokratik siyaset stratejisi, bu fikrin ve paradigmanın etkisiyle, tarihsel kazanımlara ulaştı. Eril egemen statükonun en amansız saldırılarına, temsil ettiği bu çizginin gücü nedeniyle maruz kaldı. Bu gücü biz unutursak ya da önemini silikleştirirsek, kendi deneyimlerimize ve öz gücümüze yabancı kalırız. Bugün tam tersine DEM Parti'de ve HDK'de temsilini bulan üçüncü yola daha sıkı sarılmamız, bu yoldaki yıpranmaları, aşınmaları, onarmamız gerekiyor. Siyasi iktidar ve düzen siyaseti başta Kürt politik, özgürlük hareketi olmak üzere Türkiye, devrimci, sosyalist dinamiklerine karşı uzun süredir stratejik saldırılar gerçekleştiriyor. Strateji ve oyun belli. Herkesi kendi sınırları içine göndermek, o sınırlar içinde boğmak ya da etkisizleştirmek, bu saldırı ve yönelimlere prim verme lüksümüz yok. Bütün ezilenlerin kurtuluşu ve kaderi birbirine bağlı. Etrafımıza bir bakalım, dünyaya bölgeye memleketin iç dinamiklerine ve toplumsal gelişmenin yönüne dikkat edelim. HDP, tam da böyle bir dönemin tarihsel geçiş sürecini öngörerek kuruldu. Tarih büyük tufanlara gemisiz, düzensiz yakalananların silinişiyle doludur. Bu nedenle oluşturulmuş politik birikim ve donanımın değerini iyi bilmek ve yükseltmek gerekiyor" dedi.

'KENDİ GÖREVLERİMİZE VE KARARLARIMIZA YOĞUNLAŞACAĞIZ'
Kobanê davasının demokratik siyaseti rehin tutmak, kaybettikleri yarışlarını öcünü almak için kullanıldığını vurgulayan Yüksekdağ, şunları söyledi: "Kobanê davası zaten en baştan beri hukuk ve bu kavramın temel anlamı olan usul bakımından tam bir facia. Böylesine usul skandalının yaşandığı, bir davadan normal koşullarda karar verilmemesi gerekiyor. En azından görüntüyü kurtarmak için dosyayı ıslah etmeleri lazım. Ama tabi burası sarayın ve saray savcısı MHP'nin Türkiye'si. Yargı kararları ve pratiğiyle bize ve bütün topluma böyle diyorlar. Karar verilir veya verilmez. Bunun artık bir önemi yok. Baştan sona demokratik siyaseti rehin tutmak, kaybettikleri yarışların öcünü almak için bu davayı kullandılar. Halklarımıza saldırıp siyasi soykırıma tabi tuttukları sürece kaybetmeye devam edecekler. Kararlılar mı, kararsızlar mı bilmem ama bizim içimiz rahat, yüreğimiz ferah. En azından onlar her kaybettiğinde 8 yılı bulan esaretin anlam kazandığını düşünüyoruz. Bizi bu kumpas davasıyla, onun baskı ve kötü muameleyi aşan ağırlığıyla, yoğunluğuyla cebelleştirmek için çok uğraştılar. Ama her duruşmayı politik mücadele ağını ve alanı olarak gördük. Aynı zamanda kadınların, halkımızın, partimizin görev çağrıları karşısında geri durmadık. Yine kendi görevimize, kendi kararlarımıza yoğunlaşacağız."

'SON SÖZÜ DİRENENLER SÖYLER'
Kobanê davasının ve bütün HDP'li seçilmişlere yönelik siyasi davaların en baştan beri sadece HDP'lileri değil tüm toplumu, emek ve özgürlük güçleni cezalandırmak, gözdağı vermek anlamı taşıdığını söyleyen Yüksekdağ, "Kobanê, Gezi gibi davalarda sonucu iktidar yargısının vicdanına bırakmak, dayatılan bu çizgiye teslimiyet ve mahkumiyet yolunu açar. Meşru ve haklı toplumsal hareketlerin mahkum edilmesini temelden reddetmek üzerine kurulu bir politik tavrın sergilenmesi genel toplumsal yarar açısından hayatidir. İktidar açısından baktığımızda fazla söze gerek yok. Kobanê'nin ve HDP'nin, yani Kürt halkının onuru, iradesi ve Türkiye gerçeğiyle kurduğu bağın yargılandığı, mahkum edildiği bir kararın geri dönüşü günlük olamaz. Başta Kürtler ve halkların demokratik birliğine köprü olan devrimci, özgürlükçü emekçi, sol kitlenin bilincinde ve hafızasında derin etkilere yol açar. Ben ve dava arkadaşlarımın çoğu son sözlerimizi yaklaşık 2 ay önce tamamladık. O gün söylediklerimi tekrarlayabilirim sadece. Son sözü direnenler söyler, dün de bugün de" dedi.