25 Kasım 2024 Pazartesi

Yüksekdağ: 6-8 Ekim'i yaratan Cumhurbaşkanı'nın 7 Ekim'de Antep'te yaptığı konuşmadır

Tutuklu yargılandığı duruşmada 6-8 Eylül Kobanê eylemlerine ilişkin konuşan HDP önceki dönem Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, "İddia ediyorum 6-8 Ekim'i yaratan bizzat Cumhurbaşkanı'nın 7 Ekim'de Antep'te yaptığı konuşmadır, çağrıdır. Bu konuşma ciddi infial yarattı" dedi.
Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ'ın tutuklu yargılandığı davanın 7. duruşması Sincan Hapishanesi Mahkeme Salonu'nda görülüyor.
 
Duruşmayı HDP Grup Başkanvekili Ayhan Bilgen, HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Murat Çepni, HDP MYK üyesi Emine Kaya, milletvekilleri Habip Eksik, Oya Ersoy, Tülay Hatimoğulları, ESP MYK Üyesi Şahin Tümüklü ve uluslararası kurum temsilcileri takip ediyor.
 
Öğleden sonraki bölümde savunmasına devam eden Yüksekdağ, 6-8 Ekim isyanına ilişkin konuştu. Yüksekdağ, "6-8 Ekim olayları yaşanırken ve yaşandıktan sonra herhangi bir yargılama konusu yapılmadı. Ne zaman ki 7 Haziran seçimleri yaşandı, bize yönelik komplonun miladı 7 Haziran seçimleridir. Siyasi bir fenomen olarak HDP tarih sahnesine çıktı ve iktidar denklemlerini bozdu. İlk defa tek başına hükümet kuramayacak noktaya geldi. HDP'nin başarılı bir kitle desteğiyle o seçimlerden çıkması siyasi iktidarın suntasına son verdi. Geçmişte suç olarak görülmeyen birçok başlık operasyon konusu haline getirildi. 6-8 Ekim olaylarının partimizle bağının kurulması böyle bir gündemdir. İktidar kendi sorumluluğunun üstünü örtmek için yapmıştır, bunu Demirtaş'a yönelik kişisel bir linç operasyonuna dönüştürdü. Herhangi bir dayanağı olmamasına rağmen algı operasyonuyla bir partinin suçlu ilan edilmesi ve cezanın yargıya bırakılmadan siyasi iktidar tarafından kesilmesi ile karşı karşıya kaldık. 6-8 Ekim'in iddianamesini yazan da yargı kürsüsünü kuran ve yargılayan da cezayı kesen de siyasi iktidardır. Bütün suçlama operasyonları sürdürülmüş siyasi iktidar tarafından yargı organları da fon olmaya alet olmaya zorlanmıştır. Türkiye'deki yargı sisteminin maruz kaldığı meşruiyet sorgulamalarına yol açan davalardan birisi de budur" diye belirtti.
 
TÜRKİYE AKP TARAFINDAN BİR ÇUKURA İTİLDİ
 
Yüksekdağ konuşmasını şöyle sürdürdü:
"6-8 Ekim konusunda ilk söylenmesi gereken, siyasi iktidarın algı operasyonundan çıkarılmasıdır. Bu baskıdan çıktığımız sürece gerçeği bulma şansımız olur, aksi durumda tarih bir dizi aydınlatılmamış katliamlar sürecinde olduğu gibi bu da karanlığa gömülür. Gerçeğe sadık kalarak, bütün Türkiye toplumunun gözünden kaçırılan gerçeklere işaret edeceğim. Önemli bir düşünürün söylediği gibi 'yalanların bacakları kısadır bir süre sonra koşmayı başaramaz.' İşte 6-8 Ekim için söylenen yalanların da böyle bacakları kısadır. 6-8 Ekim'in bir yargılama konusu haline getirilişi sürecinde insanlarla birlikte gerçekler de katledildi. 6-8 Ekim siyasi iktidar tarafından kendi sorumluluğunu karartmak amacıyla bilinçli planlı bir şekilde partimizin üzerine yıkılmaya çalışılmıştır. Neden doğrudan siyasi iktidarın sorumluluğundadır diyorum. Eğer bir memlekette 51 kişinin katledilmesine yol açan bir olay yaşanıyorsa, bunu önlemek, geleni görmek, siyasi iktidarın görevidir, siyasi iktidar bunun sorumluluğunu muhalefete atamaz, bu gayrımeşrudur. Siyasi iktidar 6-8 Ekim'in geldiğini göremedi. Biz göremedik, muhalefet olarak bunun özeleştirisini veriyoruz. Ama o iktidar, muhalefetin hiçbir uyarısına kulak vermeyen bu kadar kadiri mutlak bir iktidarın geleni görmemesi suçtur. 6-8 Ekim başlamadan önce Türkiye'de hiç söylemedikleri, unutturmak istedikleri başka şeyler yaşandı. Suriye'de yer yerinden oynamıştı, iç savaşın 5. yılıydı. Türkiye'deki siyasi iktidar burnunun ucundaki komşusundaki savaşa son vermeye çalışmak bir yana, Suriye'deki ateşe benzin döküyordu. O günün koşullarında eski Osmanlı hayallerini tekrar canlandırıp sınırlarını Suriye'ye kadar genişletmek dahil bir dizi hayal tartışılıyordu, adına da 'stratejik derinlik' deniyordu. Derin olmasına derin ama Türkiye'yi bir çukurun içine saplayan bir derinlikten söz ediyoruz. Bu yanlış Suriye politikası, çok daha yakın saldırılara yol açtı. IŞİD, Türkiye'de varlığını genişletmiş, Türkiye sınırları IŞİD tarafından ele geçirilmişti. Yani biz IŞİD'le komşu olmuştuk. Neden? Tek bir cevabı var, çünkü siyasi iktidar IŞİD'i öfkeli çocuklar politikası ile desteklemiştir. O kadar korkunç ki hala IŞİD kampları duruyor. Tek bir caydırıcı adım, işin yanlışlığına işaret eden tek bir muhalefet bırakılmadı. Adana'da, Urfa'da, Hatay'da IŞİD'in çok rahat örgütlendiğini söylüyorduk. İttifak altında girilen işbirliği politikasının Türkiye'yi bir çukura ittiğini gösteriyor bize.
 
6-8 EKİM SÜRECİ SADECE KÜRTLERİ İLGİLENDİREN BİR MESELE DEĞİLDİ
 
"6-8 Ekim süreci sadece Kürtleri ilgilendiren bir mesele değildi, kadınlara tecavüz eden, köle pazarında satan, çocuklara tecavüz eden, insan kalplerini yiyen bir vahşet ordusundan bahsediyoruz. İslam adını karalayarak vahşet siyasetini sınır boyunca yaymış ve içeri kadar yerleşmiş bir yapıdan söz ediyoruz. O koşullar içerisinde IŞİD tarafından sınır boyunda ele geçirilmeyen tek kent vardı, o da Kobanê idi. Kobanê'nin IŞİD tarafından kuşatılması boyunca partimizin, çeşitli sivil toplum örgütlerinin onca iyi niyetli çabasına rağmen, siyasi iktidar IŞİD konusundaki tavrını değiştirmeyerek Kobanê'nin kuşatılmasına, ağır bir insan kırımı ile karşı karşıya kalınmasının müsebbibidir. O dönemde 2014-15 yıllarında hala Kuzey Suriye'de örgütlü bulunan PYD-YPG yapılanmaları ile resmi, gayri resmi diyaloglarını sürdürmekteydi. Aynı dönemde çözüm süreci devam ediyordu. Çözüm süreci Suriye politikasına da yansımıştı ve İmralı ile görüşmeler yapılırken Suriye'de PYD ile görüşmeler de sürüyordu. Aynı zamanda siyasi iktidar stratejik derinlik altında PYD'ye şu dayatmayı götürüyor, 'ÖSO içinde radikal unsurları destekleyin, Şam rejimi ile bütün köprüleri atın, ÖSO'nun parçası olun' diyordu. ÖSO ise tekbirci dinci yapılanmanın ağırlıklı olduğu karakter taşıyordu. Ama bu dönem içinde siyasi iktidar IŞİD'e destek verme tutumunu, uluslararası platformlarda da kendisini zora sokacak, düzeyde sahiplendi. Suriye'deki Kürt yapılanmaları ile ayrışmalar yaşandı aynı süreçte çözüm süreci bitti, bu da ayrı değerlendirilemez.
 
"Kobanê kuşatması ile insan kıyımı ile siyasi iktidar IŞİD'i destekleyerek Kobanê'yi düşürmek vesilesiyle, Şam rejimini devirmek ve PYD'ye yönelik görüşmede elini güçlendirmek için desteklemiştir. O plan Kobanê kapısından döndü, Kürt güçleri buna yanaşmadılar. IŞİD gibi tüm ülkelerin de bizim de başımıza bela olan bir örgütten bahsediyoruz. Oradaki siyasi yapılanmaların böyle bir işbirliğine yanaşmamaları gayet uygundur. O dönem bütün bölgenin ve giderek dünyanın başına bela olmuş bir mekanizma ve uzantıları ile uzlaşmanın felaketten başka bir karşılığı yoktur. Bu kafa ile giderlerse felaketin büyüğü kapıda duruyor.
 
"O dönem içindeki politikalar, aynı zamanda IŞİD karşısında ciddi bir tepki oluşmuştu, Türkiye'de insani, laik, ahlaki kaygılar da harekete geçmişti. Bütün toplumsal kesimlerde IŞİD'e karşı duyarlılık gelişmeye başlamıştı ama siyasi iktidar bunu görmezden geldİ. O dönemde biz tamamen sırtımızı döndüğümüzü de söyleyemem gerek yardım malzemelerinin götürülmesinde ortak da çalışılmıştı ancak esas yük bizdedir. O dönemde siyasi iktidar yer yer çatışan yer yer kolaylaştıran bir rol oynadı ancak Kobanê'nin Türkiye halkları bakımından vicdan, insan ve onur demek olduğunu görmeyerek sosyolojik bir hata yapmıştır.
 
SİYASİ İKTİDAR KOBANÊ KUŞATMASINDAN SONRA IŞID'E VERDİĞİ DESTEĞİ AÇIK İFADE ETMEYE BAŞLADI
 
"Vicdanları ayaklandıran bir tutum ortaya koymuştur. Buna siyasi kışkırtıcılık da diyebilirsiniz. O koşullar içinde 6-8 Ekim'e gelindi. 3 ay sınır nöbeti devam etti. Özellikle Urfa hattından IŞİD'lilerin yaygın gidiş gelişi vardı, gündüz çok rahat görebiliyordunuz, bunu engellemek için bir sivil inisiyafit oluşturuldu. İnsanlar sınır boyunca yattı, uyudular, sadece biz görüyoruz demek için bizler 3 ay boyunca o sınır boyunda nöbet tuttuk. Tek bir olay, bir ölüm ciddi bir çatışma yaşanmadı. O süreç içerisinde bütün Türkiye'yi hem Kürt halkını batısından doğusuna, bütün toplumu birleştiren bir merkez oldu. Çok farklı düşünceye sahip olan insanlar siyasi iktidarın IŞİD'e yol vermesinden büyük rahatsızlık duyuyordu. O sınır nöbetinde HDP'li olmayan çok fazla insan gördük. Eğer bir komplo veya provokasyon olmazsa Kobanê konusunda bu halkın nasıl duyarlı, kendisine hakim demokratik eylemler yapabileceğinin en büyük kanıtı oldu. Siyasi iktidar Kobanê kuşatmasından sonra IŞİD'e verdiği desteği daha açık ifade etmeye başladı. PYD'ye, 'tarafınızı seçin IŞİD'in, ÖSO'nun yanında olun' teklifi reddedilince ayrım noktaları daha net belirmeye başladı.
 
"O zamana kadar, sınır nöbeti devam ediyor, örneğin 4 Ekim günü bayramda bayramlaşmaya Kobanê'ye gittik, kanton sorumluları ile görüştük, Mürşitpınar Sınır Kapısı'ndan geçişe hükümet izin veriyordu. Ekim'in başından itibaren kuşatma daraldı ve siviller çok küçük bir alanda kaldı. Silahlı silahsız olması önemli değil sonuçta orada meşru bir yurt savunması yapılıyordu. Yaşam alanları daralmıştı ve acil müdahaleler gerekiyordu. Örneğin gözümüzün önünden patlayıcılar geçiyordu, buğday silolarından ateş ediliyordu. bunun oradaki kolluk güçleri tarafından bilinmemesi mümkün değil. Her birisi bizim gözümüzün önünde yaşandı. Biz, 'hükümetle bir görüşme yapmamız gerek, anlaşma ve ortaklaşma noktalarını öne çıkaracağımız bir görüşme yapmamız gerek' diye düşündük. Demirtaş ve DTK Eşbaşkanı Selma Irmak Başbakan'dan randevu alarak 1 Ekim'de bir görüşme gerçekleştirdiler."
 
DEMİRTAŞ'IN SAVUNMASINDAN BİR BÖLÜM AKTARDI
 
Yüksekdağ, o görüşmenin bazı bölümlerini selahattin Demirtaş'ın savunmasından şöyle aktardı:
"Kobanê'den döndükten sonra yanımda Selma Irmak'la birlikte Başbakan'ı ziyarete gittik. Yalçın Akdoğan'la da beraber 5 kişiydik. Kobanê'ye niye Türkiye'nin destek olması gerektiğini anlattım. Akdoğan dedi ki, 'bizim IŞİD'e yönelik desteklediğimiz algısı oluştu o algıyı kırmamız gerek'. Karşılıklı gerilimlerin de olduğu bir toplantıydı, ama nihayetinde şöyle bir uzlaşıya vardık o dönem Ahmet Davutoğlu Hoca'yla: Ben dedim, Başbakanlık çıkışında bir açıklama yapacağım, diyeceğim ki, görüşme çok olumlu geçti, teşekkür edeceğim ve hükümetin yaklaşımı çok olumludur, inanıyorum ki, bütün bu krizler, sorunlar çözülecek. Çünkü çözüm süreci bitmek üzere, öyle bir tıkanmış ki, Kobanê'ye kilitlenmiş. Hükümet gerekli duyarlılığı gösterecek, oradaki Kürtlerle de diyaloğa geçecek ve bu sorun kısa sürede çözülecek. Bütün mesele şudur: Kobanê IŞİD'in eline geçebilir sonuçta, ama Türkiye buna göz yumdu ve öyle oldu şeklinde bir realiteyi biz kamuoyunun huzurunda gerçekleştirmemeliyiz.
 
"Türkiye destek olsun, IŞİD yine orada Kobanê'yi ele geçirirse bilemeyiz. Ama nihayetinde Ankara'nın göz yumması hatta dolaylı destekleriyle oldu denmesin.
 
"Tamam dediler, biz iki şey yapacağız dediler. Birincisi Salih Müslüm'ü hemen davet edeceğiz Türkiye'ye, kendisiyle görüşeceğiz, talepleri nedir, beklentileri nedir? Kendileriyle tartışacağız. İki gün sonra Salih Müslim Türkiye'ye geldi. Ankara veya İstanbul'da, hatırlamıyorum basında vardır, görüşme gerçekleştirdi Dışişleri Bakanı Müsteşarı'yla. Detaylarını ben bilmiyorum, fakat beklentilerini ifade ettiler. Ahmet Davutoğlu aynen şu şekilde, o görüşmemizde de bana ifade etmişti, bizim de onlardan taleplerimiz var, onların da bizden talepleri var, daha önce de görüşmüştük, uzlaşacağımızı düşünüyorum, biz ne gerekiyorsa yapacağız."
 
Yüksekdağ, Demirtaş'ın 6-8 Ekim ile ilgili yaptığı savunmasından bir bölümü aktardıktan sonra konuşmasına devam etti. Yüksekdağ konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Asıl o zaman Kürt toplumunun ağırına giden, siyasi iktidarın desteğini açıklaması idi. O zaman bizim heyetimiz uyarıyor, davutoğlu da bunu kabul ediyor, 'ortak çözüm bulmaya çalışırız' diyor. Bizim heyetimiz Başbakanlık kapısında çıkıyor açıklama yapıyor, diyor ki, 'her şey kontrol altında her şey müzakerelere bağlı devam edecek'. Aslında öfke duyan kesme güven telkin ediyor ama sonra ne oluyor? Bu görüşme yapıldıktan sonra, bir iyi niyet ifadesi olarak bir yardım konvoyu meselesi var, bizim gitsin diye uğraştığımız ama zorlandığımız, 'yardım konvoyunun geçişini kolaylaştırın, hükümet müdahale etsin ki en azından gıda ve sağlık malzemeleri gitsin' diyoruz. Davutoğlu da buna 'evet' diyor. Bizler bu anlaşmaya, verilen sözlere bağlı olarak arkadaşlarımızı görevlendiriyoruz, gerekli teknik hazırlıklar, kolaylaştırıcı çalışmalar yapılıyor. Ancak ondan sonraki süreçte bizim tartışageldiğimiz, sorunun çözülmesi gerektiği noktada çözülmeyen bir siyasi yaklaşımla karşı karşıya kalıyoruz. Zaman kazanma ve oyalama taktiği oluşturularak bizim eleştirdiğimiz politikaları uygulamaya devam ediyor. Bir taraftan hükümetle görüşmüşüz, adımlar bekliyoruz ama diğer taraftan Kobanê'den katliam haberleri geliyor. İnsanlar üzerindeki basınç arttıkça arıyor. 6 Ekim akşamına kadar bekleyiş sürüyor. 6 Ekim akşamı 5 Ekim'den itibaren başlayan çok ağır bir kuşatma yaşandı. 5 Ekim'de Kobanê'de savunma güçleri ve sivillerin bulunduğu bir alanda Mürşitpınar Sınır Kapısı'ndan, 50 metre yakınından patlayıcı yüklü kamyon ile intihar saldırısı gerçekleşti. 100'e yakın insan katledildi. Bu bütün kamuoyunda ciddi bir tepkiye yol açtı. Başbakan'la yaptığımız görüşmeden sonra bize adeta, 'alın size bomba' denmiş oldu, siyaseten izahı budur. Siyasi iktidar, 'biz engel olamıyoruz' dese anlarız. Ama hükümet ise sözler veriyor, aradan 5 gün geçiyor bir bakıyorsun bir kamyon patlatıyor. Siyaset bu kadar kirletilirse o ülkede temiz yer kalmaz. Şuna güveniyorlar biz dibe batıralım Türkiye nasılsa sıfırdan kendisini üretmeyi biliyor… 'Bunu başkaları yaptı' deseler, aydınlatılsa bu katliamlar anlarız, en azından hata kabul edilir ama böyle bir durum da yok. Karşımızda çift kişilikli bir iktidar anlayışı var. 
 
"'Kobanê Kobanê' diyorlar, basit bir şey değil ki Kürt halkı bakımından. Akrabası vardır, komşusu vardır, yüzyıllara dayanan ortak geçmiş vardır, soy ağacı aynıdır. Ağacın dallarını bölmüşler sadece. Sınırlar zoraki bir biçimde bölmüş ama kök aynı. O kadar köklü ve tarihsel bir bağ varken Kobanê'yi negatif anlamda ayrı düşünemezsiniz. Birleşiklik kapsamında aynı düşünerek doğru politikalar uygulamak zorundasınız. Ama siyasi iktidarın tavrı, toplumun sınırlarını zorluyordu.
 
"6 Ekim günü Kobanê'ye ciddi bir saldırı geliştirildi, o zaman Kürdün yanında kimse yoktu. Mazlum halkının yanında sadece Kürt yurtseverler vardı, sosyalistler vardı, insanım diyenler vardı. Katliama uğramış bir halka sahip çıkmak için kendisini ortaya koyan insanlar vardı. Uluslararası güçler yoktu. Toprağı için toprağına kanını dökenler vardı. Bu kadar ağır tablo içinde siyasi iktidardan çıt yok, biz çırpınıyoruz. Eylem ve etkinlikler zaten devam ediyordu.
 
BİR TWEET İLE ZORLAMA DELİL YARITILMIŞTIR
 
"6 Ekim akşamı MYK toplantımızda bir araya geldik. Kobanê'ye yapılan son saldırı haberini MYK toplantısı sırasında ele aldık. ne yapalım diye konuşurken Demirtaş Başbakanla görüşmek için toplantıdan ayrıldı. Demirtaş o görüşmeyi yaparken biz MYK toplantısında çağrı kararı aldık, benim sorumluluğumdadır, ben o çağrıda bir suç görmüyorum. Bir tweet ile zorlama delil yaratılmıştır. Naylon bir gerekçedir. Çağrımızın içinde şiddet yok, 'gelin ayaklanalım, olaylar çıkaralım' diye bir kavram yok. Tastamam insanları demokratik hakkını kullanmaya yapılan bir çağrı var. Bunun gibi yüzlerce binlerce çağrı bulabilirsiniz. Ama bu çağrıyı diğerlerinden farklı kılan sadece siyasi iktidarın kafasını takmış olmasıdır. İlk kurguyu tweetten kurmuşlar, dramatik bir hikaye olduğu kesin. Bir tane tweet atıyorsunuz. 100 yıllık meseleden söz ediyoruz, aylarca devam eden bir süreçten bahsediyoruz, 6 Ekim'de tweet atınca birden ayaklanma çıkıyor, insanlar birbirini öldürüyor. Bu kadar kötü bir mizansen oluşturulamaz. Tam bir altüst oluş durumu, varlık yokluk meselesi. Biz o ölüm kalım anında bile çok sağduyulu bir çağrı yapmışız. Gözümüzün önünde insanlar boğazlanırken, toplum HDP'nin çağrısına mı bakıyordu? Hayır, herkesin gözü kulağı Kobanê'deydi. İnsanlar hiçbir şeyine bakmadan, herhangi bir kuruma gitmeden kendisini sokağa attı.
 
CUMHURBAŞKANI'NIN AÇIKLAMASI İNFİAL YARATTI
 
"6-8 ekim çözümlenmezse bu ülkede hiçbir şey çözümlenemez. Bu siyasi iktidar hala bunu çözümlemeye uzak. 6-8 Ekim'in gerçek iddianamesi bu değildir, 6-8 Ekim'in gerçek iddianamesi halkın gerçekleridir. İddia ediyorum 6-8 Ekim'i yaratan bizzat Cumhurbaşkanı'nın 7 Ekim'de Antep'te yaptığı konuşmadır, çağrıdır. Bu konuşma ciddi infial yarattı. Biz hala üzerinde tartışıyoruz, hala çözümleyemedik. Bu bir örgüt tarafından gerçekleştirilemez. Hiçbir siyasi kurumla ilişkisi olmayan insanlar o gösterilere kendi inisiyatifleri ile katıldı. 6 Ekim akşamı insanların psikolojisi buydu. Sokağa çıktım, meydan meydan gezdim ki nerede bir yürüyüş var diyen, kendi mahallesinde komşularını toplayıp eylem yapanlar oldu.
 
"Bildiğimiz bir şey var bir toplum hiç değildir. Bir toplumu hiçleştirmeye çalışırsan hata edersin, bu toplum sana cevabını verir. Bu sefer çok daha büyük bir kaosla karşı karşıya kalırsın. Siyasi iktidar toplumu hiç yerine koydu. Kobanê için ağıt yakan milyonlarca insanı hiçleştirdi ve kışkırttı. Cumhurbaşkanı'nın Antep'te mültecilerle bayramlaşma sırasında söylediği 'Kobanê düştü düşecek' sözü ciddi infial yarattı. Cumhurbaşkanı çıktı o çağrı ile bütün Kobanê halkını IŞİD'in kanatları altına itmeye çalıştı. Cumhurbaşkanı'nın bu sözünü unutturmak için ellerinden geleni yaptılar. Hala suçu bize yıkarak bizden suçlu üretmeye çalışarak bu gerçeği unutturmaya çalışıyor. Ama tarih unutmaz.
 
"Kriminal dayanağı, gerçekçi dayanağı yoktur. Türkiye yargı tarihi bakımından çok kötü bir örnek. Tüm dünya buna bakacak. Bu iddiaları görecek. İbretlik iddialardır. Kışkırtıcı kim? Siyasi iktidar çok net. Bunun üstünü örtmeye, bize çamur atmaya çalışmayacak. Böyle bir suç yapılanmasının nereden devreye girdiğinin ortaya çıkarılması gerekiyor.
 
"O dönemde, 7 Ekim öğleden sonra, ölümlü olaylar başlıyor. Bu olayların ciddi kısmı güvenlik güçleri kurşunu ile gerçekleşiyor. Provokasyonların büyük kısmı da sivil mi, asker mi, polis mi oldukları belli olmayan insanların açıktan saldırıları gerçekleşiyor ama onlar hakkında hiçbir dava yok.
 
Yasin Börü'nün ölümüne ilişkin Demirtaş'ın katil ilan edildiğini, yalan ve karalama kampanyası yürütüldüğünü söyleyen Yüksekdağ, Uluslararası Af Örgütü'nün raporundan şu bölümü aktardı: "7 Ekim'de şehirdeki en kötü çatışmaların yaşandığı Diyarbakır'ın Bağlar ilçesinde Hüda Par ile bağlantılı bir dernek olan Köy-Der bürolarına yakın bir yerde karşıt görüşlü gruplar arasındaki çatışmalarda aldıkları yaralardan ötürü altı erkek hayatını kaybetti."
 
Yüksekdağ, "Bakın çok açık bir şekilde yarım saatlik bir süreden söz ediyoruz. Yasin Börü davasında bu gerçeklikle konuşuldu mu? Tartışmasız bir biçimde Yasin Börü'nün katili Demirtaş ilan edildi. İhmalin ötesinde, ortaya konulan şüpheli durumlar, açık suçlar ortaya konulmadı" dedi.
 
Yüksekdağ rapordan bir bölüm daha aktardı: "Hüda Par yetkilileri Uluslararası Af Örgütü'ne evin içerisinde bulundukları 30 dakika boyunca bu durumla ilgili uyarıda bulunmak için polisin defalarca arandığını fakat polisin cesetler sokakta 45 dakika bekledikten sonra ancak geldiğini ve bunun şehir merkezine ulaşmak için mantıksız bir şekilde uzun bir süre olduğunu anlattı."
 
SİİRT'TE 33 HDP'Lİ ÖLDÜRÜLDÜ, HİÇBİRİNİN ADI DAHİ ANILMIYOR
 
Yüksekdağ, "Siirt, Kobanê sürecinde çok açık suç işlenen yerlerden birisidir. Ancak etkili bir kovuşturma yürütülmemiştir. O olaylarda 33 HDP'li öldürülmüştür ve hiçbirinin adı dahi anılmıyor. Siirt'te kitle üzerine korucular tarafından ateş edilmiştir ve katliam yapılmıştır" diye belirtti.
 
Yüksekdağ savunmasını şöyle devam etti:
"Antep'te kontra gruplar doğrudan halka saldırdılar. Mahallelere linç saldırısı gerçekleştirdiler. Türkiye'de başkaca olayların planlandığını göstermektedir. 6 HDP'li katledildi ve hakkında dava açılan 16 yaşındaki bir kız çocuğu, Kürt mahallesinde yaşayan o kız çocuğu o olaylarda aldığı kurşun nedeniyle felç edilmiş bir kız çocuğu idi. O saldırılarda bir sanık bulamadı bu siyasi iktidar. Bir çocuğu davaya malzeme edecek kadar küçülen bir yaklaşım sergiledi.
 
"İlk ölümlü olay Varto'dadır. Yine Af Örgütü'nün raporuna göre 300 kişilik sivil grupta, polis kurşunu ile katledilen 25 yaşındaki bir gençten söz ediyoruz. İzmir'de yine bir linç olayı vardır. Yine bir ırkçı grup tarafından ki onlardan da hala yargılanan yok. Bu yüzden bu cinayetleri işleyenlerin kim olduğunu bilmiyoruz. İzmirde Ekrem Kaçaroğlu'nu kimin linç ettiğini öğrenemedik. Ekrem Kaçaroğlu yaralandı, linç edilerek görüntüleri çekildi.
 
ONLAR KORKMAMIZI İSTİYOR AMA KORKMUYORUZ
 
"Onlar korkmamızı istiyorlar ama korkmuyoruz. Onlar insanlıktan çıkmış, niye korkalım? Onlarla aynı ülkede yaşadığımız için utanıyoruz. O linç görüntülerini yayınladıkları için kaçamadılar, mecburen tutuklandılar. 3 ay tutuklu kaldıktan sonra bütün sanıklar salıverildi. O olmadığı gibi oğlunun katledilmesinin hesabını soran babası hakkında dava açıldı.
 
"Bu saldırıların çokçasından söz edilebilir, kayıtlara geçsin diye anlatıyorum. Bu siyasi iktidar ölümüzü bile saymadı. 6-8 Ekim'de ölenleri bile birbirinden ayırdı. Hepsi candı bizim için, hepsi yaşamayı hak ediyordu ama bu siyasi iktidar, içinden 6 kişiyi seçip siyasi malzeme haline getirdi. Sadece onların ölümünü hatırladı, hatırlattı. Ama tastamamen insanlık için kapısının önüne çıkmış, bizim insanlarımızın hak ettiği bir Allah'tan rahmeti bile diline getirmemiştir.
 
"6-8 Ekim sürecinde yaşanan ölümler ne kadar büyük bir komployla karşı karşıya kaldığımızı gösteriyor. Birincisi çözüm sürecine dönük bir komplo idi. Çözüm süreci ya tam rayına girecek kalıcı barışın oluşması noktasına gelecekti ya geriye gidecekti bu gidişatı etkilemek için içeriden ve dışarıdan komplo dinamikleri devreye girdi. Komplonun içerideki dinamikleri bugün FETÖ'cü olarak ifade edilen bütün sorumluları, 6-8 Ekim olaylarının içerisinde yer almış.
 
"Eğer bizim üzerimize yıkamazlarsa kendi sorumlulukları çıkacak ortaya. Siyasi iktidar FETÖ'cü polislerle suç ortağıdır. Onların bildiği suçları karşısında müdahale etme inisiyatifini geliştirmemiştir.
 
KENDİ SUÇLARINI ÖRTMEK İÇİN CANHIRAŞ BİR SALDIRGANLIK İÇERİSİNDELER
 
"DBP Kayapınar belediye meclis üyesinin oğlunun vurulduğunu ve hastaneye kaldırıldığını öğreniyorlar. Zübeyde Zümrüt'ü arıyorlar ancak evden çıkamıyorlar. Evlerin etrafı silahlı adamlar tarafından kuşatılmış. Bizim DBP Belediye Başkanımız Gültan Kışanak, evinden çıkamaz hale geliyor. Bu sırada Emniyet Müdürü ile görüşmeler sunuyor. En sonunda Emniyet Müdürü diyor ki, 'hastaneye gitmeyin orada sizin güvenliğinizi sağlayamayız, silahlı güçler var' diyor. Böyle bir tablodan söz ediyoruz. O gün hastaneye gidemiyorlar. Genç belediye meclis üyemizin oğlu ertesi gün hayatını kaybetti. Soruşturulması lazım. Şimdiye dek 20 tane önerge vermişiz, hiçbirine yanıt yok. Araştırma Komisyonu kurulması teklifini kabul etmiyorlar. Bütün çabalarımıza rağmen Meclis bünyesinde araştırma komisyonunun kurulmasını kabul ettiremedik. Çünkü gerçekleri anlatmaya başlarlarsa bunun devamı gelecek. Aman cevap sırası bize gelmesin. Bir tane tweet atmış ya… Tweet atarak dünyayı yakan parti… Kendi suçlarını örtmek için canhıraş bir saldırganlık içerisindeler.
 
"9 Ekim Bingöl suikasti; 3 polis memuru ve bir sivil katledildi. Adeta Türkiye'yi bir iç savaş eşiğine getirmek planlandı. Hükümeti bu noktada uyardık. Efkan Ala da daha sonra, 'haklısınız biz de daha sonradan gördük' demiştir.
 
"Ondan sonraki süreçte bizler bu provokasyona ciddi biçimde müdahale etmek gerektiğini düşündük. Ancak başka bir gelişme oldu, hükümet kanallarıyla görüşmeler devam ediyordu bizi bu kadar töhmet altında bırakan iktidar, aynı zamanla bizimle gör,şmeye devam ediyordu. Başbakanlar, mülki amirlerle görüşmeler devam etti. Hükümet bu süreçte İmralı ile temasta bulunmuş ve Sırrı Süreyya Önder'e diyor ki, 'biz Öcalan'la görüştük, ortak çerçevede uzlaştık, mesajını sizinle paylaşmak istiyoruz'. Biz de bunun makul olduğuna kanaat getirdik. İmralı'dan aldıkları yazı, bakanlar aracılığı iletildi. Bu metin kamuoyu ile paylaşıldı. Ondan sonraki süreç içerisinde bu çağrının bir karşılığı alındı ve eylemler 9 Ekim'den itibaren bitmişti. O zamanki hükümet tarafından da, bizim tarafımızdan da sergilenen çaba, ülkeyi ciddi bir uçurumdan sürüklenmesini engelledi. Türkiye'nin çok feci bir biçimde bir iç savaş durumu ile yüz yüze gelmesine engel olduk. Facianın müsebbibi biz değiliz, siyasi iktidardır ama çözümün müsebbibi biziz.
 
"6-8 Ekim sürecinin bütün boyutları ile araştırılması gerekiyor. 6-8 Ekim'den sonra o Diyarbakır meydanlarında ilk tankları gördüğümüzde, 'Bakın bu iyi bir başlangıç değil. İlk defa kentlerin merkezinde tank gördük. Bu siyasi iktidar orduyu siyasetin yörüngesine yerleştirdi. Tanklar meydanlara yerleştiyse buradan çıksa çıksa darbe çıkar' dedik. Karşılıklı güven bozulmasaydı iyi bir sonuç alınabilirdi. Ama hiçbirini dikkate almadan burnunun dikine gittik. Karakoldan çıkma talimatı verenler, yarım saat olay yerine ulaşmayan güçler, hastanenin etrafını kuşatan, Emniyet Müdürü'nün bile ulaşmasını engelleyen güçler, darbenin organizasyonunu yaptı. Siyasi iktidar bunların hepsini biliyordu. FETÖ'cü güçleri kullandı. Suçu onlara ihale etmek için kullandı.
 
"Bu siyasi iktidar, varlığını kendisine düşman olanlar üzerinden kurmuyor, kendisinden olmayanlara düşmanlık üzerinden kuruyor. FETÖ'cülerle beraber işledikleri suçların kendi kucaklarına düşmemesi için başka bir şüpheli bulması gerekiyordu. Bizim şahsımıza dönük bir yargı komplosuna böyle dönüştürüldü.
 
6-8 Ekim, komplocu güçler ve siyasi iktidar tarafından provoke edilmeseydi tarihin gördüğü en önemli vicdani sivil hareketlerinden birisiydi. Komplonun insani sahiplenme eylemini karartmasını kabul etmiyorum. 6-8 Ekim Türkiye'deki çözülmeyen kritik sorunların ne kadar hayati koşullara geldiğinin göstergesidir. Çok insan öldü, hala da ölüyor, ne oluyor peki? Sorun çözülebildi mi? Bu ülke daha güçlü oldu mu? Her gün daha fazla savaşın içerisinde buluyoruz kendimizi.
 
"Bugün iktidar tarafından getirildiğimiz nokta hem içeride hem dışarıda çatışma ve savaştır. Irak'tan Suriye'ye kadar Türkiye bölgesel bir savaşa girmiş durumda. Türkiye bu savaşın tam merkezine çekildi. Bunu büyük bir üstünlük gibi sunuyorlar, o kadar acı ki. Onların yaptıklarını 100 yıl önce ittihatçılar da yaptı, sonra bu ülkenin insanlarını 780 kilometreye muhtaç ettiler. Gittiler hayallerini 80 bin askerle Sarıkamış'a gömdüler. Sonra bu ülkenin kadim insanları 780 kilometreyi kazanmak için canları ile Kürdü ile Türkü ile mücadele verdiler.
 
"Aynı kafa ile hareket edenler, biz sadece söylüyoruz kusura bakmasınlar, iktidar olanlar onlar. Yarın bu ülkeyi nelere muhtaç edeceksiniz? Bu kadar nefretten beslenen iktidar anlayışı bir topluma fayda getirmez aksine büyük zararlar verir.
 
"Dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala bizimle yaptığı görüşmede 6-8 Ekim olayı içinde kolluk güçlerine söz geçiremediğini talimatlara uymadıklarını ifade etmiştir. 6-8 Ekim'de dış ihbar olduğu yönünde bulgular olduğunu ifade etmiştir."